ikibin9
hiyu!
Bir haftalık ev kampına bir mola.
Önce kuaför, sonra Beyoğlu, bir süredir görüşülememiş yakın bir arkadaş, tiramisu, kahve, keyif ve gevezelik gevezelik gevezelik.
O an karar veriyorum, haftada bir günü kendime tatil ilan edeceğim.
Sonra kalkıyoruz, keyif bulaşmış üzerimize, gülümseyerek yürüyoruz İstiklal'de.
Mephisto'ya giriyorum ben, en sevdiklerimden, bir diğeri de Robinson Crusoe, 389 numara hani.
Bir süredir yazılarını okuduğum, kitabını deli gibi merak ettiğim ismi söylüyorum raflarda bulamayınca,
Ece Arar'ın son kitabı var mı?
Bakıyor kız bilgisayardan, gülümsüyor sonra "Çocuk sahibi olmak için 40 bahane" mi?
Ah evet o işte.
Yürüyorum, ışık harika, ikindi ışığı mayıs ışığı, bir kaç telefon konuşuyorum, iyi haberler alıyorum, sevgilimin sesini duyuyorum. Eve dönecektim, hop karar değiştiriyorum, sevgilimi göreceğim, iş yerine birden bire.
Karşıya geçmem gerekiyor, yol boyu kitabımı okuyorum, gülüp duruyorum yer yer, bazen gözlerim doluyor, nefret ettiğim trafik hoşuma bile gidiyor.
Bıyık altından gülmeyin lütfen, kitabı bu niyeti körüklesin diye okumadım, "bir kitap okudum hayatım değişti" değil, sadece çok, çok merak etmiştim. Ve sadece anne hallerini, delilikleri anlamak için okunabilir. Hakkaten çocuklu çiftlerin bize bakışlarını, "gerisi boşmuş biliyor musun?" hallerini kitabı okuyunca anladım ve bayıldım. Çocuklu insanların dünyasına bir bakış. Anneler gezegenine bir gezi. Maddelerin her birine, klişelere, gözlemlere, en zor zamanların bile kendi içinde ne kadar eğlenceli ve apayrı bir dünya oluşuna ve yazarın gözlem gücüne bayıldım, döne döne okudum.
Sonra vapur, ton balıklı sandviç, sevgilinin eli, sevgilinin kokusu, gün içinde yaşananları paylaşmak, yürümek, yürümek, vapura binmek, eve gelmek ve iyi ki eve gelmek, her gün giyinip hazırlanıp gitmek zorunda olmadığın bir işin olmayışına şükretmek. İş kostümünde sınırsız özgürlük, sevdiğin elbiseler, rengarenk çoraplar, keyifle ve mutlulukla kendi çatın altındaki iş gününe hazırlanmaklar...
oh be!
sanki mayıs sabahına uyanmışım gibi,
güne mutlu ve hafif uyandım,
bütün sayfalarımı bir çırpıda çevirebilirim, çıtır çıtır yiyebilirim,
zihnim öyle açık,
öyle, bilgeler kadar huzur dolu ve sakinim
hey ben on kaplan gücündeyim.
Bu arada, evdeki minik ekranım, büyük ekran tv oldu, bir gecede büyüdü, akşama 17 Aralık keyfi var, huzurda olmayı anmak var, özlemek var, kitaplara gömülmek var.
Oh!
keşke her gün tatil olsa
Ama onun sürekli evde olması, akşam yemeklerini beraber planlamak, çoğu zaman hazırlanmasını ona bırakmak, bir adım ötemde olması, meşgul olduğum şeyden başımı kaldırınca, aşık olduğum gülümsemesini görmek... Hiç dışarı çıkmak istememek. Evin bizim için bütün evren oluvermesi, beraberken. Gece gündüz aldırmadan, hangi günde olduğumuzu farketmeden, sakin sakin. Sıradan şeyler yapmak. Kocaman günü, geceyi ardarda paylaşmak. Uzun kahvaltılardan her sabah edebilmek. Salona hoop koca bir yatak oluşturup maaile, kediler ayak parmaklarımızı ısırırken uyuyabilmek.
Şimdi ekrandan kafamı kaldırınca seni görücem gibi geliyor, yine karşımda, o yüzden hiç kaldırmadan akşama dek çalışsam daha iyi...
maharetabla
"Bayram temizliği" insanlarından değilim, olamadım, olamayacağım. Bayram geliyor temizliği mantıksız geliyor, bünyeme mantıksız geleni yaptıramıyorum kendime, bahar temizliği bir derece, değişen iklime uygun giysiler çıkacaktır falan. Ama evin zaten temizdir, olmalıdır, misafir gelecek diye bu havalanma nedir? Kendini parçalamak neden? Bi' sakin olun ya.
"Evlenince anlarsın" derlerdi, anlamadım, hala.
Ramazan alışverişini anlamadığım gibi. Seferberlik ilan edilir gibi marketlere koşmayı anlamadığım gibi. Bayram diye kuaföre koşanları anlamadığım gibi. Kredi kartına sayısız taksitle gardrobunu dolduranları anlamadığım gibi. Bunun bayramı yaşamak olduğunu zannetmiyorum. İnanmıyorum. İsrafın, gösterişin, abartının emredilmediğini iyi biliyorum.
"Misafir tabaklarını" "vitrin"de saklayanlardan da olmadım. Vitrin diye bir saçmalığın varlık nedenini anlamam mümkün değil, kuyumcu muyum ben vitrinim olsun? Minibüs şöförü mahalli gibi bir şey bence vitrinlerdeki danteller... Sadelik diye bir şey duydunuz mu?
Sonra o maharet ablalardan da değilim ben, olmayacağım, hani deryik'in de deyimiyle "hobileriyle gerenler"den. Hayatını anlamını boncuklarda arayanlardan. "Su böreğini kimse benim gibi yapamaz"lardan. Kadın günlerinde yemek tarifi yarıştıranlardan.
Kınamıyorum onları, hatta yıldızlı pekiyililer onlar. Hani saçları sımsıkı örülü, tek teli bile dağılmayan, yakaları ütülü çocuklar onlar. Yaramazlık yapmaz onlar, öğretmenin biriciğidirler, hiç bir aşırılıkları yoktur, vasattırlar hep, "hanımkız"dırlar.
Bence yeryüzünün en sıkıcı insanları olmaya adaylar.
iyi ki
iyi ki doğdun da benim oldun.
iyi ki
iyi ki
iyi ki.
senin doğum günün yüzünden, kasım ayını seviyorum ben. günlerce kutlamaya bayılıyorum.
iki yıl önce, bir elim kalbimde, diğer elimde süprizlerim, çıkarken merdivenleri hissettiğim heyecan ve mutluluk hep arttı.
nefesim kesilirken, kalbim yerinden çıkacakmış gibiyken, bu kadar coşkuyla bir varlığın doğum gününü ilk kez kutlarken, ben büyü bozulacak mı korkarken, sen kırılacak bir kristale bakar gibi bakarken, aşkı döke saça, saklamadan yaşarken, üstümüze başımıza bulaştırırken, ve gözlerin kocaman açılmışken süprizimle...
ben bir dilek diledim ve o günden beri hep aynı dileği dilerim.
Ben evdeyim günlerdir, belgesel izleyip anlatan lüzumsuz insanlardan biri olmama ramak kaldı, çevirdiğim metinler suyla çalışan arabayı anlatıyor, rüyamda bile ucuz yollu hidrojeni nerden bulurum die kafa yoruyorum. Sayfalar dolusu. Malumatfuruş insanlar vardır ya etrafımızda, onlar için bunlar sanırım. Birikmiş ütülerim var, kırışıkların üstünden geçerken, yeni kelimeler düşünüyorum kullanabileceğim. Yaptığım hiç bir şeyin kıyısında kalamıyorum ben, her tarafım, her yönüm o iş oluyor, o işten ibaret kalana dek gidiyor bu...
Bu arada ara verdikçe fındık kırıyorum, basbayağı fındık. Sonra onlardan fındız ezmesi yapıyorum, o kadar lezzetli ki, zeka da mı açıyor nedir, bir kaşıkla onu lüp lüp lüpletiyorum.
İçinden bir parçayı aldılar, annesine verdiler.
Böbreğini...
Hepimize acayip bir deneyim yaşattı, bir ders öğretti. Küçük bir kız o, ama içinde gördüğüm en güçlü kadın saklı. Matruşka bebekler gibi. Ama hani sahiden "gözünü bile kırpmadan"... Sahiden kahraman gibi.
Onunla gurur duyuyorum ben, böyle herkese anlatasım geliyor, "benim arkadaşım var yaaa..." diyerek, cesaretine, fedakarlığına ve bunları doğalca yapışına, o ağır ameliyata ve sonrasındaki ağrılara bir tek defa "uf" bile demeyişine hayran oldum. Bizler ondan daha çok korktuk zaman zaman sanırım.
Odasını balonlarla süsledik, hep güldük, neşeyle, harika bir enerjiyle bu zor deneyimi atlattık.
Anne kız dinleniyorlar şimdi, çok mutlular...
Sahiplenmek isteyeniniz varsa, benimle irtibata geçebilirsiniz.
mormermaid@gmail.com
arı vız vız vız
Biriken ütülerim bir yanda, biriken sayfalarım diğer yanda. Hızla karar vermem gerek. Planlı olmam gerek. Ev düzenli olmazsa çalışma da verimli olamıyor. E ben de düzen prensesi sayılmam doğrusu pek. Düzen severim düzenlemeyi sevmem:) Asmalı Konak tekrarları izliyordum, 2-3 ay önce, o zaman bir ara mutfağa girip "kızlar ortalığı toplayın malzemeleri hazırlayın birazdan yemek yapacağım" diyesim geliyordu. Oh birisi arkamı toplasa sürekli dünyanın en çalışkan arısı ben olurum zaten.
Ama güzel yanları daha bir çok. Ev ev ev ev. Güvenli, sakin, sıcacık, benim...
Mumlar, sevdiğin elbiseler, bazen müzikler... Gürültü yok, tahammül etmek zorunda olduğun insanlar yok, stres yok.
Not: 20lik diş nedir, neden ağrır, neden haftasonuna denk gelir, neden saatlerce sürer geçmez, neden neden neden bilen var mı?
karavan
bulutların üstünden bıraktım ben kendimi"
Sevgilim,
Ne söylesem eksik kalıyor, içimde ne çok şey var anlatacak ama ne kadar az kelime onları anlatmaya yetecek...
İyi ki varsın, iyi ki hayatımdasın, iyi ki benim sevgilimsin.
Sayıyorum, yazıyorum, fotoğraflıyorum, ayak izlerini kaydediyorum, anıları biriktiriyorum ya ben,
Bugün 2 yıl bitti. Yarın seni kendim uyandıracağım ilk sabahın üstünden 2 yıl geçti... Sonraki sabahlar hep beraber uyandık, söz verdiğimiz gibi... Her saniye için, her sabah ve gece için ve ikisinin arasındaki zaman için, nefesin, sesin, kokun için, aşık olduğum adam olduğun için, ve aşkımın karşılık bulduğu adam olduğun için, beraber yüzdüğümüz deniz için, hasta olduğumda baktığın için, şımarıklıklarıma katlandığın için, olgunluğun, serseriliğin ve ikisini dengeleyişin için, "bak seen" deyişin için, her gördüğümde bana yaşam sevinci veren gülümseyişin için, mükemmel doğum günü hediyem için, bembeyaz ev için, kedileri doğurturkenki cesaretin ve beni de yavrulamak konusundaki cesaretlendirişin için, tabağından yememe kızmayışın için, hep rahat koltuğu bana bıraktığın için, gece korkunca sabırla sakinleştirdiğin için, oturup yazmaya kalkınca buralara sığmayacak bir sürü şey için, özetle iki yıldır yaşadığımız mucize için teşekkür ederim.
daima elele, birlikte,
hep artan bir aşkla,
sonsuzluklara...
-Seniseviyorumseniseviyorumseniseviyorumseniseviyorumseniseviyorum-
wanted
Karşılığında, pati izi, gor gor, kedi tüyü ve fotoğrafı verilecek ve geri alınmayacaktır.
"...denizin üstünden giden tekne dediğimiz şeyler..."
Konuk olarak aldığı "Kürt kızına"...
İşte soruyor tam bir Tayfun Talipoğlu tavrıyla, televizyonda gördüklerine özenmiyor musun, kız açıklıyor "hayır alkol kumar gibi şeyler görüyoruz, onlara da özenmiyorum", hatun üsteliyor bu kez, "ne bileyim hiç yok mu özendiğin şeyler, mesela denizin üstünden giden tekne dediğimiz şeyler..." ah evet denizin üstünden giden şeylere tekne diyoruz değil mi? Aşağıdaki kelimeleri cümle içinde kullanalım lütfen: vapur, gemi, sandal.
Gecenin bir vaktiydi ve uyuyan sevgilimi de uyandırmaya kıyamadım bunu duysun ve gülsün diye.
Daha ilginci az sonra oldu zaten, Hülya Avşar, kızla bildiği "kürtçe" kelimeleri paylaşmaya başladı. Ben de kürdüm aslında falan muhabbeti, "benim de annem namaz kılıyor" hoşgörüsü gibi.
Bir saniye, kaç yıl önceydi hani tabak çanak fırlatıyorduk bu tür durumlarda şaşırdım, Hülya Avşar kızla gayet kürtçe şarkı söyledi, oysa biz değil miydik "yeni albümümde kürtçe şarkı söyleyeceğim" denince birden deliren topluluk? Büyük Türk düşünürü Serdar Ortaç ne derdi acaba, "hayat beni neden yoruyorsun?" falan herhalde... O kakofonik koro, gene memleketim şarkısını söylesin hadi gene.
Kabussunuz.
Bu arada:
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=YazarYazisi&ArticleID=905191&Yazar=ORAL%20ÇALIŞLAR&Date=26.10.2008&CategoryID=97
http://ultrareach.com/
Mucize bir program, yorum yayını, bloggerın tüm özelliklerini eksiksiz kullanabiliyorum, öyle ki bir an kendimi yasaksız, sansürsüz bir ülkede bile zannedebilirim:)
burdayım
Zannettim ki, internetimde sorun var, başımızdakilerde sorun olduğunu unutmuşum bir an.
Sonra Deryik söyledi de haberim oldu.
Şaka gibi.
Çok kötü bir şaka gibi.
Ben taşımıyorum bir yere kendimi, köşe kapmaca oyununda yokum. Wordpress de kısa bir süre önceye dek sansürlüydü zaten. Hop oraya hop buraya, bu yasağa uyamam, çünkü mantıksız. Okumayan okumayabilir. Sorun değil, burdayım gitmiyorum. Hem "demokrasilerde çareler tükenmez" ya, ktunnel benzeri çözümler var.
Tek güldüğüm şu, sansürler, ölümler ülkede neleeer neler olurken, hiç umrunda olmayan kayıtsız bir kitle var ya, nihayet onları da etkileyecek bir şey oldu, belki farkında varırlar bir şeylerin kim bilir.
Yani hala da idrak edebilmiş değilim sahiden.
Ama neye şaşırıyoruz ki bu kadar, çok uzak değil, sobalarda kitapların yakıldığı, yasakların her türlüsünün yaşandığı dönemler, ortam dijital sadece ama zihniyet aynı.
Söyleyecek çok şey var.
öfkeöfkeöfkeöfkeöfkeöfke
oh
Çekmecelerim düzenli, pencere önü çiçeklerim mutlu, mutfakta hoş kokular...
Vakitsizlikten yapamadığım ne çok şey varmış meğer.
Tamamen dinlenerek geçen bir haftanın sonunda, evde ders verdiğim sakin, hoş, rahat, telaşsız kitleme kavuşuyorum yeniden. Bu en sevdiğim çalışma hali. Mutlu olduğum şeyi yapıyorum ve hatta unutup şaşırıyorum, ödeme yapıldığında.
Öfke biriktirmemeyi öğrendim içimde.
Patron kişisinin, nerde olursa olsun, hangi konum, hangi dünya görüşü, hangi hal üzere olursa olsun, temelde birbirine benzediğini öğrendim. İlk kez olduğu için biraz sarsıcı bir dersti ama olsun.
Emeğinin üzerine bir bardak soğuk su içmeyi bir de...
Ama değdi. Değiyor. Bu huzur hali için kesinlikle değiyor. Gün içinde ne istersen giyme özgürlüğü, stressiz hal. Cildim bile kendine geldi. Ben anladım ki, "çalışan anne" olamam hiç bir zaman, olmayacağım. Otorite bana göre değil bir kez daha anladım. Kendi halime bırakıldığım halim en sevdiğim. Ve en verimli olduğum.
Bu süreçte yanımda olan sevgilime minnettarım. "Ben demiştim" demediği için en çok. Kararım ne olursa olsun desteklediği için. Hak verdiği için, dinlediği ve teselli ettiği için.
Evet O demişti, suistimale ne kadar açık olduğunu ve iyi niyetin sonucunun böyle sonuçlanabileceğini... Ama onun geçtiği sınav, bana kanaat notu olmuyor, yaşayarak görüyorsun.
Sevdiğim bir arkadaşımla, öğle üzeri kahvemizi içtik az önce, hala bebek görmeye gelenler var, bu kez armağan en sevilenden bir paket kuru mama, o gitti şimdi, ben bu satırları yazıyorum ve mutfağa doğru yol alıyorum, keyfimce bir şeyler pişirmek için...
out of work
Benim kısacık ömrüm için uzun bir süre teşkil eden bir yıl süresince, her sabah gittiğim, alıştığım, emek verdiğim yerden ayrıldım.
Çekmecede kalemlerimi, askıda şalımı, dolapta elma çayımı bıraktım.
Elimi kolumu sallayarak çıktım. Çantamı bile almayı unutarak:) Evet oldukça komik aslında ama o an, taksiye atlayıp kuzenimin iş yerine giderken gözlerimden gelen yaşlar neşeden değildi elbette.
Ben ardıma bakmam pek, gitmekten emin olmadan gitmem. Aniden almışım gibi görünen kararlar, içimde ağır ağır demlenir, kimse farketmez. Ben bu kararı uzun zaman önce vermişim meğer, vakti bugüneymiş. Hooooop çıkıverdim bir öğlen.
Yepyeni bir sayfa açılıyor şimdi. Tertemiz ve dingin günler, sakin sabahlar, öğle uykuları, ekmek kokuları, akşam yemeği telaşları, günün her saati istediğini giyme özgürlüğü, kalabalığa çıkmaktan azad olma hali...
Ben acayip hafifledim.
Paris, je T'aime ise, süperello bir film kesinlikle... Benim takipçisi olduğum Coixet'in dışında, Godard, Johnny Depp'ten de filmler var ki şahane. Bir de Gerard Depardieu, Natalie Portman da filmden aklınızda kalacak yüzlerden...
İstanbul için benzer projeler, neler neler yapılabilir hayali bile heyecanlandırıcı. Sokaklarda dolaşarak, mini mini hikayelerle... Ah bir kaldırım yapmaktan başımızı kaldırıp, sanat yapabiliyor olsak...
Üstelik ne de yakışır İstanbul'a, zira "İstanbul'u sevmezse gönül, aşkı ne anlar?"
crazy about Lush
Bayıldım bayıldım hastasıyım.
Zaten kullandığım kozmetikler, hep doğal ürünlerdir, bu benim için önemli sahiden.
Bayramdan önceki günlerden biriydi, öylesine gezinirken giriverdik Lush'a sevgilimle. Yok internetten almak yetmez, gidip her bir naneye dokunmalı, -gene de temkin iyi olabilir, dokunulan her şeyi gaza gelip alma olasılığı çok yüksek- tek tek denenmeli, oh hepsine bulaşmalı, karnınız açsa falan dikkat edin amanın yenilesi şeyler var.
Bir dolu şey aldım ve kullandığım süre boyunca acayip memnun kaldım hepsinden. Harika ürünler, muhteşem kokuyorlar ve gerçekten de işe yarıyorlar. Şimdi en çok banyo köpüklerini meraktayım. Acayip hem de.
Body shop haltetmiş, aldığım hiç bir üründen memnun kalmadım, sadece öylesine alınmış kokulu ürünlerini sevdim. Cilt ürünleri falan berbat.
Body Shop sucks, Lush rulez.
Tek sorun, yanılıyorsam düzeltin lütfen ama, neden o koyduğunuz mini kaplar plastik? Hani çevreye duyarlı olma kaygınız var diye soruyorum.
kitten
parmak çocuk
İyi ki, bu mucizeye engel olmamışız.
an itibariyle
Mucizeden farksız, küçük, tüysüz, gözleri kapalı, ıslak bir şey. Nefes alıyor.
Gün boyu miyavladı kızım, bizi yanına çağırdı, babası sakinleştirdi onu, sevdi, göğsünde uyuttu.
Çok heyecanlıyız, çok da mutlu.
Diğerlerini bekliyoruz şimdi.
Yazarken yine gidip baktım belli etmeden, ilk bebeğini emzirmeye başlamış bile...
Bu sahiden bir mucize.
Tüylerim diken diken, kalbim güp güp.
Anne oldu benim kızım.
çocuk
Genç bir çocuk, 17 belki, en fazla 18.
İşyerimizin broşürlerini görmüş yerde ve dün kapının önünde dağıtıldığını, elinde bir tanesi çıktı geldi “ben de dağıtabilir miyim?” dedi.
Tutuk, çekingen ama gözler pırıl pırıl...
Yapacağı işin karşılığında söylediğim üç kuruşa öyle bir sevindi ki, milyarları teklif etsem o kadar sevinmezdi sanırım. Daha da az veriyorlarmış, diğer broşürünü dağıttığı yerden.
“Anneme götürürüm akşam yemek yapar” dedi.
Öyle deyince, başka çalışan olup olmadığını sordum evde, evin babasını kastederek.
“Babam uzakta dedi, annemle ayrı” dedi.
Kardeşleri varmış sonra, üç tane.
Giderken, “bütün gün çalıştım abla, bir su alabilir miyim?” diye sordu.
Bir de gofret verdim ona, “bisküvi de istesem ayıp olur mu?” dedi, “Olmaz” dedim, “çalışmış yorulmuşsun, hakkın senin…”
“İnsanlar oruçlu, ayıp olmaz mı dışarıda yesem, burada yesem olur mu bunları” dedi.
Ayıp olmayacağını söyledim ama, yine de içine sinmedi sanırım, oturdu yedi, bir yandan da lafladık..
Nasıl neşeli. Esprili. Yaşam dolu.
Hiç de öyle acıların çocuğu değil. Doğal. Onun doğalı o.
Nasıl çalışmaya hevesli.
Telefonla danışırken, “ne dedi olur dedi mi patron, olmaz derse daha ucuz yaparım” dedi durdu, öyle cömert, öyle gururlu ve çalışkan. Bu kadar minik para miktarlarının, mesele olmayacağını düşünemeyecek kadar temiz. Hiç bozmadım onu, emeğiyle kazandığı paranın büyüklüğüne ve değerine inancını bozmak istemedim.
Sonra gitti, “bir sorun çıkmaz değil mi?” diye birkaç kere daha sorarak.
Teşekkür ederek gitti.
Ağladım ama en çok neye bilmiyorum.
Saflığına, naifliğine mi?
Çocuk olmasına mı?
Yetişkin bildiklerimin çoğundan daha büyük olmasına mı?
Bizler, kredi kartlarından, ödeme günlerinden, son ödeme tarihlerinden, maaşlardan, “çok yoğun” çalışmaktan bahsederken,
Aslında “akşam anneme veririm de yemek yapar” basitliğinin ne kadar gerçek olduğuna mı?
İşe gelmeye üşendiğim zamanlar için kendi halime mi?
Tam söz verdiği saatte geldi sonra, broşürleri almak için. “Geç kalmadım değil mi?” diye sorarak, işini güzelce yaptı, geri döndü, söylediğimden fazla bir şey ödeyince “ama bu fazla değil mi?” diye sordu, “ilk günün bu, bu seferlik böyle olsun çaktırma ;)” deyince, teşekkür etti, pazartesi görüşeceğimizi söyledi, neşeli neşeli gitti.
Hayatın her zaman benimle konuştuğuna inanırım.
Onu düşünüyorum dünden beri ben, gözlerim şişmiş bir halde.
<3
aferin
gümbede gümbede güm güm
Daha fena bir korku öğesi olabilir mi?
Gecenin karanlığında bir ses "gümbede gümbede". Ne ki bu şimdi?
"Dünya'nın sonu geldi toplanın gidiyoruz" der gibi.
Anlatmam o korkuyu.
Daha yakın bir zamana kadar, yani koca kızken, ama henüz yalnız uyuyorken, cenin şekline girip kulaklarımı tıkadığımı, hatta bazen ağladığımı, yada yüksek sesle şarkı söylediğimi biliyorum.
Geçen gece sevdiceğim "Hadi bir pencereden bak normal adamlar olduğunu gör, belki korkunu yenersin" dedi, korka korka baktım evet ses karanlıklardan, gökyüzünden, yerin yedi kat dibinden gelmiyordu, ama yine de korkumu yenemedim.
Dün gece uykumun arasında, beni sorarlarsa saklamasını, beni bulmalarına izin vermemesini falan mırıldandığımı hatırlıyorum.
Her gece aynı kabus "güm güm güm".
kıtır kıtır
Harika şeyler çağrıştıyor bana, bayılıyorum.
Yeni yapılmış reçel kokusu gibi.
Mutfaktan gelen kokular, şekillendiriyor o anki keyfi zaman zaman.
Feng Shui'de bile ocak pek önemlidir ya.
Yada iyi bildiğim bir şey hani, gördüğümüz her şeyi bir de görünmeyen karşılığı oluşu gibi.
Mutfak o yüzden pek önemli, pişmek, pişirmek önemli, yediklerimiz önemli, yemek yaparkenki hislerimiz önemli, öfkeyle mutfağa girmemeli en zehirli yiyecekten bile daha tatsız olur her şey. O yüzden hani mutfakta salaş, sofraya otururken şık değil, en sevdiğim halimle giriyorum mutfağa da, en sevdiğim elbisemle.
Kokulara epey taktım bu ara.
Keşfettiğim yeni mumlarıma bayılıyorum. Tart mum bunlar ve harika kokuyorlar. Tam da kafama göre bir şey. Yakıyorsunuz altındaki mum, üstteki tart mum eriyerek evi müthiş kokutuyor. Güzel olan seçenekleri. Kahve, çikolatalı kek, tarçın, elma, bal kabağı gibi kokanı bile var yada "clean cotton" diye bir tane var ki tertemiz ev kokusu direk... Beyaz çiçekler, limon... Bir de lavanta var, en sevdiğim. Birbirine karıştırarak yeni kokular elde edebilir yada yakmak yerine sadece bir çekmeceye koyabilirsiniz güzel kokutmak için.
Sakin geçiyor Eylül.
İzin bitip işe dönüş yapmak şu an en çok memnun olduğum şey olmasa da, daha bir becerebiliyorum artık iş telaşını kapının dışında koyup, eve geçiş yapabilmeyi.
Akşamları kitaplar, kahveler, kekler, mumlar, bazen dondurmalar, gece hafif menüler...
Bu zaman dilimi hiç bitmesin istiyorum.
eylül bir
Eylül 1.
Polar cici bir battaniye çıkarıldı yerinden, bir kaç hırka, bir kaç şal, yavaş yavaş yünler şişler...
İstanbul'a en çok yakışan mevsim, bizim aşkımızın başladığı mevsim, sokakları elele gezdiğimiz ilk mevsim.
En sevdiğim, en sevdiğim. Hüzünlü değil sadece telaşsız mevsim.
Rüzgarlar başladı daha şimdiden, püfür püfür, yormadan üşüten hafiften.
Güneşli günler ve rüzgarlar.
Elbiseler ve havaya uygun pabuçlar...
Srf bu yüzden evdeyim ben bir kaç gün. Sakin sakin tadını çıkarmak için.
Daktiloma tıkır tıkır yazmak için.
Pencereönü çiçeklerimi sulamak için
Yemek tariflerimi düzenlemek için
Kendimi dinlemek ve arınmak için.
Ayrıca,
Büyük zengin sofra ve davetlerine, bu davetlerde korkunç markalardan şıkır şıkır giyinen teyzelere, kıtlık çıkmış gibi delirerek alışveriş yapan bünyelere, bu ayın temasının sadelik ve arınma amaçlı olduğunu unutan oburikslere, bir de bunu "oruç tutarak zayıflamak" konulu geyiklere alet eden diyet ayı zanneden blumiklere, sigara içemediğinden sinir küpü olanlara, bağır çağır gezenlere, trafikte birbirini yiyenlere, öfkesine bahane arayanlara, böylece konunun amacından tamamen uzaklaşanlara;
kocaman bir "Hayır!"
Abartısız yaşayanlara, ibadet ediyor diye alnında bir tabelayla gezmeyenlere, şikayet etmeyenlere, sade ve yeterli bir yemek menüsü oluşturanlara, davet davet gezmeyenlere, gösterişten kaçanlara, kendi halinde takılanlara, küçük harflerle konuşanlara;
Evet!
Anane&Dede
Mamalar yetiştiremiyoruz artık, deliler gibi yiyor doymak bilmiyor.
Kocaman bir karnı var.
Karnının içinde bebekler var:)
Yeni yeni kediler, gri renkli deliler, gözleri bile kapalı bücürükler, minik minikler.
Biz çok mutluyuz, güzel haberi kutluyoruz.
Ona her zamankinden de şefkatli davranıyoruz, yeni bir köşe tasarlıyoruz şimdi, rahat rahat dünyaya getirecek bızdıklarını.
Ellerimle yemekler yapıyorum ona yine, büyütsün bebeklerini diye.
Yepyeni canlar geliyor, heyecandan içim içime sığmıyor.
Okuduk, veterinerimize danıştık.
Bir de hamiş hanımı bizzat götüreceğiz en kısa sürede.
Benim deli kızım anne oluyor.
hu komşu
youtube.com
gibi harika bir sloganla, yayın durduran siteler gördüm geçen hafta boyunca.
Güzeldi:)
Youtube geri gelmiş bu arada.
Girmemize zaten engel olamıyordu bu durum (bkz:opendns, ktunnel) ama olsun, sansüre karşıyız, kimse internetimize dokunmasın.
sabun sabun
Buradan yazıyorum çünkü burda bir şey yazmaktayken kapı çaldı.
Ya harika bir şey sabun, gerçek sabun, el emeğiyle, sahici. Hayali bile güzel.
Bir tanesini banyonun en harika köşesine koyup, bakıp bakıp gurur duyacağım, benim sahici sabunlarım var diye:)
Ne güzel paketlemişsin ve ne güzel bir not yazmışsın.
Gözlerim doldu okurken ve sabunları koklarken.
Dediğin gibi yapacağım; "sabunun kokusunu içime çekerken, gözlerimi kapayacağım ve kendimi Ege'nin en güzel ovalarında hayal edeceğim..."
Dilediğin gibi, şifa olacak eminim...
İncecik bir not, mis kokulu sabunlar ve de içtenliğin için bin teşekkür...
Sevgiler...
spor günlüğü
Kendimle gurur duyuyorum, arkadaşlarımın "amaan sonra gidersin boşveer"lerine rağmen, içimdeki tembel ruha rağmen devamlılık sağladım ki, bu çalışırken aslında pek de kolay değil.
Şikayetçi olduğum şeyse; korkunç müzikler.
Evet, birbirinin aynı şeyler 50centten Eye of tiger'a keskin geçişler, çeşitli rap şarkıları... Bir yere kadar katlanmaya çalışıyordum ama dünkü önce Tarkan, daha sonra İsmail Yk ve üstüne Serdar Ortaç (mükremin çıtır vecizesi: öyleyse ben de şimdi bir koşu gidip köprüden atlarım artık. ya da hayır hayır bir serdar ortaç kaseti alıp dinlerim!) kabusundan sonra, artık beynimin içindeki düşünceleri duyamaz hale geldim. Sinirden daha hızlı daha hızlı koştum, ağırlıkları kaldırdım vesaire. Böyle bir etki için yapıyorlarsa bu müziği eyvallah, amacına ulaşıyor zaten. Buna bir çözüm bulmam gerek ama nasıl? Kulaklıkla mp3 player gibi şeylerin kar edeceğini zannetmiyorum çünkü ses çok yüksek.
Ve de öğrendiğim diğer şey de;
Gerçekten spora, spor yapmamaya gelen aptal sarışınlar var.
Bir insan neden daha aptal görünmek için saçını sarıya boyar henüz anlam veremeyenlerdenim, daha korkunç şeyinse dip boyası gelmiş aptal sarışın kızlar olduğunu düşünenlerden.
Evet aynen böyle biri var. Olimpiyatlara hazırlanıyormuşçasına bir çantayla gelerek, önce kokoş elbisesinden kurtuluyor sonra daha kokoş spor kıyafetlerini giyiyor -eşofman demeye dilim varmadı-. Koşu bandında plajda terliğini almaya giden kız gibi koşuyor, ellerini kollarını komik bir şekilde sallayarak. Dahası full makyajla. Fondoten falandan da ötesi, farlar ve eyelinerlar bile tam takım. Pek de bir spor yapmadığı için akmıyor da zaten hiç biri. Bir de sık sık sorular soruyor, hocaya, yanındakilere herkese. "Ayh bir türlü beceredim hızını ayarlar mısınız?" konseptinde. Aptallığı doğal ama sarışınlığı değil.
Kendi düşüncelerimi duymadığım için çaresiz gözlem yapmaktayım:)
selkie
Yine bir yerde okumuştum, "karşı cinste aradığı özelliklerin hepsi aynı insanda bulunamayacağından aşk hayatında mutlu olamayabilir." Hani hem şöyle olsun, hem böyle ama hep zıt özellikler. Kendisi gelgit akıllı olduğu için. Ama aşık olduğunda da, kendini adar, evet.
Mistizim, tasavvuf, sanat. Ver balığa kitapları, müziği uğraşsın dursun, saatleri anlamaz, ama aynı şeyle de uzun süre meşgul olamaz, arada bi yürüyecek, iki mum yakacak, bir kahve içecek, örgü örecek, sonra gene kitaba dönecek, suyla ilgili bir şeyler yapacak, sonra gene yeniden.
Daha da yazabilirim neyse:)
Sonuçta bence, balıkkızları özeldirler ve sihirlidirler.
/
Bugün öğrendiğime göre, Balık burcunun perisi;
Selkie.
Fok balığıyle resmedilen mitolojik deniz yaratığı.
Denizkızlarının prensesiymiş kendileri...
Peri balık burcu kişisinin kulağına şunları fısıldarmış:
"Altıncı bir duyuyla ödüllendirileceksin.
Her şeye uyum sağlayabileceksin.
Sanatçı bir ruhun olacak.
Çok hoşgörülü olacaksın.
Ruhsal aleme çok ilgi duyacaksın."
the lost room
Eylül gelsin artık. Sonbahar, yapraklar, rüzgarlar...
Akşamlar çok güzel. Kocaman mumlar. Kırmızılar, beyazlar. İçecekler, atıştırmalıklar.
Pazar günü; akşamüstü bir oturuşta izledik: The Lost Room.
Link: www.ngmtv.com
Lost'tan sonra hiç bir şey kesmiyor ama yine de keyifliydi.
Ha bir de ben, Cumartesi akşamı kendi midye yeme rekorumu kırdım, nasıl bir lezzetti o ya!
-Sevgili; gene isterim:)-
back
Neden iki hafta sonra izne çıkıyorum denilen süre geçmek bilmez de, izinde olduğun süre su gibi akar gider?
Pazartesi sendromu diye bir şey, izin dönüşü sahiden bir kaç katına mı çıkar?
/
Kitap okudum, bisiklete bindim, yüzdüm, gezdim, eğlendim, börekler yaptım, yemekler pişirdim, dinledim dinledim kendimi, dinlendim, yenilendim, keyiflendim...
born to be wild
aşk yeniden
/
Kötü bir haftasonunu geride bıraktık, gece ağrılarla uyanan sevdiceğim, apandisit mi, gıda zehirlenmesi kendi kendine teşhisler koyan ve korkudan kalbi duracak olan ben ve acile gidiş.
O gece evimizde değildik ve kaldığımız ev, şehir dışı sayılabilecek yerlerdeki kocaman sitelerden birindeydi.
İnsanlar niye oraya ev yapar ve dahası birileri neden orada oturur anlamak mümkün değil. Bir de oralarda oturanlar nasıl "İstanbul'da yaşıyorum" der...
Taksi bulmak dert, eczane bulmak dert, açık bakkal bulmak dert, saymakla bitmez.
Sonuç: çok fena üşütme, çok fena.
Biraz da kilo kaybını farkedince, pamuklara sardım onu, ballar, sütler, kocaman kahvaltılar, yumurtalar, vitaminler.
Nihayet toparladı.
Sonra ben, spora başlayan denizkızı oldum son günlerde. Günaşırı.
Zinde kız olmak için. Daha sağlıklı nefes almak için.
Lazanya postundan sonra gelmesi sadece tesadüf:)
Keyifle akıp gidiyor günler,
söylenenden erken gelen koltuklara el çırptım neşeyle.
Eve geldiği ilk gece bile, otururken, uykuya dalmamla rahatlığı onaylandı.
Duman evdeki yeni mekanına artık alıştı, mahallenin delikanlıkedileri pek hastası kendilerinin.
Evin ışığı tam istediğim gibi. Akşamları o ışıkta kitap okumak pek güzel.
Puzzle yapıyoruz, konuşuyoruz, film seyrediyoruz, kağıt oynuyoruz, televizyonumuz hala yok.
Bazen komşuya geçiveriyorum, kahveye.
Bazen kanaviçe yapıyorum.
Hayal kuruyoruz, yapılacakları listeliyoruz, asılacak tabloları seçiyoruz.
Bir kaç günlük kaçamak planları yapıyoruz, zor görünse de, neden olmasın?
"...Rüya gibi bir yaz geçerken..."
hep yeniden, yeniden,
...aşk...
lasagna nite
Lazanyamla da:)
Muazzam lezzetliydi...
Benim kediciğime vermedik ama:)
Kendini insan zannetme sendromu iyice artmış durumda, evet sofrada bir sandalye de ona konuyor, yoksa ben içeri gider gitmez benimkine oturuyor, evet kendisiyle konuşuyoruz, işten gelince "neler yaptın bütün gün Duman hanım" diye sorunca uzun mırlamalarla cevap veriyor, apartmana kim girerse girsin sesi çıkmıyor ama babasını hissederek kapıya koşuyor, adeta "aç kapıyıııı" diyerek, kendisine şarkı söyleyince eşlik ediyor, Duman deyince zaten cevap veriyor.
Yazın en büyük marifeti; sinek yakalamak.
Göz açtırmıyor onlara:) Avcı kız benim kedim.
Çok seviyorum, büyük sofraları, kokoş giyinip sofraya oturmayı, kikir kikir yemeyi, her bir akşamı özel kılan anıları, hem yemek yiyip kalkmaktan öte bir şeydir akşam yemeği, amaç karın doyurmak değildir, keyiftir, paylaşımdır, zevk almaktır, saygıdır, beraber sofra kurmaktır, mutfakta gülüşmektir, özenle yaptığı bir şeye hayran olmaktır, onun elinden bir şey yemeye bayılmak, yeni şeyler denemek, tavsiyelerde bulunmak, Sevgilimle bütün bu yeni tatları denemek, önerilerini not almaktır...
joy
sing sing sing
Güzeldi.
/
yalnız kaldıysan kalkıp pencerenden bir bak
güneş açmış mı yağmur düşmüş mü
dön bak dünyaya
herkes gitmişse sakince arkana dön bir bak
dostun kalmış mı aşkın solmuş mu
dön bak dünyaya dön bak dünyaya
bir sonbahar kadar yalnız bir kış kadar savunmasız
ya da ilkbaharsan yolun başındaysan
asla vazgeçme kalkıp da pencerenden bir bak
güneş açmış mı yağmur düşmüş mü
dön bak dünyaya
happy tree friends
"Eyes Cold Lemonade" favorilerden.
Şarkısı yapıştı gene dilime;
laralalaylaylalralalaaaaaaaaaaaa!
milkshake
crafty
Güneş battıktan sonra, hafif menüler, sonra kitaplar, filmler, keyifler...
:) Onca aksiliğin sonucunda, koltuğumuz, kocaman köşemiz, özenle seçtiğimiz bu kez de kumaş hatasıyla geldi ve geri gitti, artık iptal edildi. Taşınma serüveninin sonunda, hala bir kaç sandalyeyle devam ediyoruz koca salonda.
Şu sıralar;
revir
Ben alerjik haller, öksürük, hapşırıklar...
Duman'sa paticiğine batan bir otla uğraştı.
Veterinere gitti ve genel anestezi yedi.
Doktor "tekvando yapabilen bir kedi ilk kez görüyorum" dedi, "benim kızım martılara bile kafa tutuyordu ne diyorsunuz siz" dedim...
Gücüyle, inadıyla, huysuzluğuyla herkesi şaşırttı. Bizi hariç:)
Sonra babamız, ikimizi de baktı, iyileştirdi.
Ve ben bu yeni semti seviyorum.
Siteleri sevmem hiç, fazla steril gelir, fazla planlı. "Kalk gidelim"i severim ben, hafif karışıklığı, mahalleyi. Şimdi sokaktan geçen "domatees, soğaaan" amcayı duyunca nasıl mutlu oluyorum, "çıkmıyorsa kalsın abla sonra verirsin" diyen bakkalı... En çok da ikindi vakti, sokakta top oynayan çocukları. Camların kenarına sıra sıra dizilmiş sardunyaları, bu evde ben de çiçek yetiştireceğim, çoktan verdim kararımı, gelecek bahara artık. Sokak lambalarını sonra. Sevgilimi geleceği saate yakın camda beklemeyi... Vakitsizlikten yapamadığımız, şimdi de hoşumuza gittiğinden uğraşmadığımız işlemler yüzünden, televizyonsuz hayatımızı...
mucize
bir mucize gördüm ben.
Bizden bir kaç ay sonra evlenen kuzenimiz baba oldu.
Anne de, bebek de melekler gibiler.
3 günlük maratonun sonunda, ben hala şaşkınım. Her aşamada yanlarındaydım ve hiç bir anı hayatım boyunca unutmayacağımdan çok eminim. İlerde "elimize doğdun sen" derim minik hanıma.
Mucize kelimesi doğumun dışında bir şey için kullanıldığında anlamını tam olarak karşılamıyor bence. Bu gerçek bir mucizeydi ve ben bunu gördüm. Gözlerim dört açık.
Şaşırdım, ağladım, elini tuttum, prensese dokundum, her bir kareyi ezberledim, süt içişine tekrarı olmaz bir doğa olayı gibi baktım, ben bu deneyimi çok sevdim.
Anne olan bir kadın her şeyi yapar bence. Vız gelir.
Artık evlerindeler, dilerim üçü de sonsuza dek mutlu mutlu yaşarlar...
ZzzzzZzzzzzzzzzzzzzzZzzz....
Önce komşulara söyledik izin aldık.
Sonra müzik, matkap, çekiç, süpürge...
Pazar gecesi uykuya yattığımızda, evimizde uyum ve sakinlik hakimdi, nihayet:)
Yerleştik, eksikler tamamlandı, Cuma günü ilk davetimizi bile veriyoruz.
Bu akşam koltuğumuz geliyor, ayaklarımızı uzatıp, keyif yapabileceğiz.
Bu telaşın içinde vakit ayırıp doktora gittim dün, kırmızı beneklerim için. Eskiye göre o kadar iyiyim ki, nazar değmesin. Ama yine de ihmal etmek istemedim. Doktorumun yönlendirmesiyle, Prick testi yaptırdım. O kadar çok şeye alerjim çıktı ki, şaşırdım, bir kısmını doğru tahmin etmişim. Şimdi doktorun yazdığı ilaçları ve önerdiği ürünleri kullanacağım. Bir hafta sonra da kontrol. Evde hiç bir surette temizlik yapmayacakmışım, toz almayacakmışım, yapmak zorunda kaldığımda da, maske kullanacakmışım:) Onun dışındaki önerileri, bizim zaten aşağı yukarı uyguladığımız şeylerdi.
Şükürler olsun ki, kedi tüyüne alerjim çıkmadı:)
Verdiği ilaç, bir diğerine kıyasla düşük dozda olmasına rağmen uyku yapıyor fena halde...
Gugıla sor
Anahtar kelimelere baktım ben de, birazını yazayım dedim:) Pek güldüm.
huzur kampı: bunu gugılda arıosun:) umarım bulursun
milka ineği: evet kendisi burda:)
nasıl ısınırız: bilmem
ankaradan kaçmak: hehehe genel istek
deniz kızı tatilde: ah keşke:)
esas deniz kızı: hakiki urfa kebapçısı gibi bir şey olmalı
karnıbahar nasıl yapsak: sarımsaklasak da mı yesek sarımsaklamak da mı?
mor yünler: hastasıyız
seni seviyorum battaniyesi: ben de seni seviyorum yastıklarıyla iyi gider
ninca kaplumba: ninja kaplumbağa diye yazılır evladımcım o, ben espri olsun diye öyle yazdım, o kadar çok ki böyle arayıp siteye gelen:) yok kaplumbağa falan. ninca kaplunba oyunları yazan bücürük, aynısı senin için de geçerli.
deray baykalla ilgili sayısız aramalar: gece lambası yapımı, ören bayan, bilmem ne. sevmem ki ben kendisini ya.
duman kız: bunu kim aratmış acaba?
kendimi anlatan yazılar: bunu gugılda aramanın mantığı ne acaba? git yaz sonra git orda oku gene, burda ne gezer
korkak denizkızları: ben değilim:)
sokak kedileri evcilleşir mi?: evet. ama gugıla insanmışçasına muhatap alarak soru sorulmaz.
bizet carmen dinle: bence de dinle.
deniz kızı süslü: evet öyle.
deniz kızı ve korsan: ben hiç tanışmadım.
hepsi 13.5.08: önce anlamadım sonra jeton düştü, bir kaç uzaylı kızın dizisi bu sanırım, şarkı da söylüyorlar daha fecisi, allah karşılaştırmasın.
kız kulesinin adresi: işte bu harika çünküüü bu cevap blogumda var:) Kız Kulesinin adresi:
Üsküdar Salacak Sahili Karşısı-İstanbul
mortingen: O be-nim!
purple ne demek: işte gene gugıla direk bir soru:)
sararmış gömlek nasıl beyazlatılır: dalga geçmiorum bunu bir kez ben de sordum:)
kendimi anlatan bir dörtlük: şaka gibisin.
örmeyi nasıl örenicem: bilmem ki:D
öğretmenler sigara yasağı ilk gün: eğlenmek isteyen biri olmalı.
üç kere hapşırmak: ben alerjik olduğum için başladığım zaman 33'e kadar giderim.
yutuba başka adresten girmek: evet mümkün:)
deniz kızı deniz ineği: yok daha neler!
google öğrendim: afferin sana!
kız kulesi kahvaltı ne kadar: ayıp kızı bi kahvaltıya götürcen hesap yapıosun:)
çıtır kıtır
İnternetten bulduğum zeytinli cips tarifini, geliştirdim;
Labne peynirli ve domates salçalı da yaptım ama en leziz sonuç zeytinlide alındı yine de.
Attım sepetime az kalorili cipslerimi, sevgilim evden aldı beni, gittik maç izlemeye aileyle.
Kocaman balkonda püfür püfür seyrettik, ben bir yandan örgü ördüm:) Bayağıdır elime almamıştım, iyi geldi.
Başından sonuna dek ilk kez bir futbol maçı izledim ve şu laf "bir tane yemeden açılmıyoruz" gecenin lafı oldu bence.
Türk işte:)
Hakkaten çok keyif aldım, eğlendim. Yarı final nedir, offside neye denir, ceza sahası neresidir öğrendim.
Evdeki dağınıklığın tam olarak yarın akşam itibariyle son bulmasını umuyorum:)
Bu arada taşındığımızdan beri yerde yatmamıza sebep olan eksik yatak parçası sorunu yarın halledilmiş olacak.
Yerleşik hayata geçmemizin maksimum bir haftayı geçmemesini, haftaya Pazar, ilk misafirlerimi davet etmeyi bile umuyorum:)
ikea evinizin her şeyi
duman duman
Evet burası bizim yeni evimiz.
Yavaş yavaş alışacağız, güzel bir düzen oturtturacağız.
Hayır, eski eve geri dönmeyeceğiz.
Taşındığımız bir kaç günkü kalabalık bir daha olmayacak, gene kendi küçük çekirdek ailemiz olacağız.
İnan bana burda daha rahat edeceksin.
Harika bir köşe yapacağız sana, ama biraz sabret bak daha bizim koltuğumuz bile gelmedi:)
Mahallenin kedilerinden korkmana gerek yok, biz seni koruruz. Senin baban onlarınkini döver merak etme.
Ayrıca sen martılara bile kafa tutabilen bir kedisin, aslansın, kaplansın.
Gerginsin anlıyorum ama yüzümü tırmıklaman hiç güzel değildi. Ödümü kopardın.
O yüzden popona terlik yedin.
Evde saklanıp, seni çağırdığımda ses çıkartmayarak beni korkutamazsın. Ordasın biliyorum.
Bütün kolilerin kenarlarını deştin, taşınmadan önce bile bak buna kızmıyorum ama tuvaletini gereksiz eşelemen sinir bozucu hele de süpürgemizin bozulduğu şu günlerde.
Çevremizdeki herkes, yeni eve geçtiğimizde seni bırakmamızı öğütledi. Biz bunu düşünmedik, hayat arkadaşımız, bi' tanemizsin ama lütfen kimsenin kedi beslemediği bir apartmanda miyavlamalarınla yeri göğü inleterek bizi zor durumda bırakma.
Seni seviyoruz.
Annen/Baban
mimmimmim
Konu; çocukluk yada gençlikte yaşanan en tehlikeli, en komik macera.
Mimi yazdığı günden beri düşünüyorum, düşünüyorum ama bulamıyorum:)
Küsme bana olur mu? Aklıma gelirse belki yazarım ama aklıma hiç gelmiyor. Ya çok uslu bir çocuktum yada kafam darmadağınık.
Dolayısıyla da kimseyi mimleyemiyorum:)
ta-şın-dık
Taşındık!
Cuma günü aksiliklerle dolu, yardımcı ablayla eve geldiğimizde, sular kesik, fişe takarsın süpürge çalışmaz, engelli parkur gibi bir gün ama, sabır sabır sabır.
Gecesi toplanma, toplanma, toplanma, yardıma gelen cici arkadaş. Sonra eşim, kuzenim, kırılmaması gerekenleri, arabayla nazikçe yeni eve bırakmaları.
Cumartesi, eski evle son bir veda, işe doğru yola çıkış.
Evde kalan sevgili, ortadakileri toplamak, rafları, gardrobu sökmek paketlemek.
İş çıkışı yeni eve geçip, sakin sakin eve getirilenleri yerleştirmece. Nasıl keyif. Püfür püfür rüzgar.
Karşı balkondaki erken ergen kızların dinlediği korkunç müzikler bile keyfimi kaçıramadı:)
Sonra akşam vakti, evimiz sırtında çıkıp gelen sevgili.
Günün kahramanı kendisi. Unuttuğu, kırdığı bir şey yok, onca yorgunluğuna rağmen yüzünde aşık olduğum gülümsemesi.
Birtanecik arkadaşım, halamız ve diğerleri...
Elektronikleri takmaca, gardrobu kurmaca, muhabbet.
Kutusunun içinde korkudan kaskatı kesilmiş Duman:)
Bir İkea klasiği; yapım klavuzu gelmediği için kurulamayan bir eşya ve bulmaca çözer gibi evdeki herkesin fikir beyan edişi, en sonunda öylece bırakıp, uyumak üzere evlere dağılma...-biz halada uyuduk-
Bu arada, Duman'ın köşesi hazırlandı, eve bırakıldı kendisi, umarım güzel bir gece geçirmiştir deli kızım.
Şimdi, günaydın;
Sinem'in önerdiği vakum poşetlerin siparişini verdim, uyanır uyanmaz. Eve gidip o dağınıklığı düzenlemek, her şeyi tazelemek için sabırsızlanıyorum, önce bir Pazar kahvaltısı etmeliyiz.
Yardım eden, dua eden, telaşımıza yetişen, heyecanımızı paylaşan herkese teşekkürler.
Artık yeni evimizdeyiz.
çarşıdan aldım bir tane
Evimiz istediğimiz renkte, ışıl ışıl.
Seçtiğimiz aydınlatmalar tahmin ettiğimden de fevkalade sonuç verdi, istediğim ışık ve renkleri yakalayabildik.
Hüma'cım sayesinde, yarın bana yardımcı olacak bir abla edindik. Evimizdeki boya kokusuna, deterjan kokusu karışacak:) Öyle zor oldu ki, en az beş kişi vardı, fakat hepsini bir işi çıktı, haftalar öncesinden sözleşmek icabedermiş meğer.
Tek sorun;
İkea'dan alınan sehpanın, kutudan çıktığında, benim zihnimdekinin yaklaşık on beş katı oluşu.
Resmen çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane durumu.
En kısa sürede iade edilecek.
Hep derlerdi, içinde görünce farklı olacak, aynen öyle oldu, aylardır eski eve bile almayı çok istediğim şey, şimdi bir an önce kurtulmam gereken şeye dönüştü.
Diğer ufak sorun da, hala istediğim renk kumaş bulamadım perde için.
Yüzlerce fotoğraf çektim ama aktaramadım hala.
Bakalım Duman bu yeni evi sevecek mi?
Onun köşesine de karar verdik ama her zaman olduğu gibi son kararı O verecek:)
Planlar yolunda giderse, Cumartesi gecesi yeni evde uyuyabiliriz, bir değişiklik olmazsa.
Şu ara en çok düşündüğüm, uyumak, uyumak, daha çok uyumak. Cümle içinde kullanırken bile gözlerim kapanıyor:)
kalk gidelim
Topladı, tasnif etti, paketledi, koliledi, bütün bunları çok seri ve hiç bir şeyi kırmadan, düzenlice yaptı.
Pek kıskandım:) Yine hayran oldum:)
Ben daha az pratiğim ve dikkatim çok dağınık. Fotoğrafları mı düzenleyeceğim, oturup tek tek bakıyorum, kitaplar için de aynısı geçerli, o sırada aklıma başka bir iş geliyor, onu yapıyorum olay bölünebiliyor.
Adres değişikliğine kısa bir süre kaldı, hala pek çok angarya var halledilmesi gereken.
Ben en çok, bu "kalk gidelim" halden sıkıldım, öylece oturmak bile gözünü yoruyor insanın, ev dağınık, pek çok şey ortada yok, mutfakta bir olağanüstü hal uygulaması var. Yapmak istediğim pek çok şey kafamda ama "artık taşınınca" diye bir cümle var her şey için. "Artık yeni evde yaparız". Ama az kaldı.
telaş
Bak bak, seç seç, beğen, stokta olmasın, sipariş ver, ödeme yap, renk seç, boyacıyı gaza getir, temizlikçi bayan ara, perde ölçüsü al, eve ilk olarak temizlik malzemesi al, bir sürü detay, en çok da not al:)
Sonuçta netleşti pek çok şey, benim kısa sürede kendimizi yeni evde konuşlandırma telaşım, koşullardan ötürü, "geç olsun güç olmasın" sakinliğine dönüşüyor ister istemez.
Günler böyle telaş içinde geçerken, dün biz ikimiz izinliyken, angarya işleri halletmekteyken, bu arada İkea'da saatlerimizi geçirmişken,
bir vakit yaratıldı kendiliğinden ve nasıl olduğunu anlamadan, üstünden aylar geçmiş bir işimizi yaptık;
Yüzüklerimizin içine isimlerimizi ve tarihi yazdırdık:)
Yepyeni bir yüzüğüm olsa bu kadar sevinmezdim sanırım, çıkarıp çıkarıp içine baktım tüm gün, çok hoş bir his...
movin' movin'
Düzenimizi birinden diğerine aktarmaktayız.
Taşınmak dünyanın en zor ve en keyifli şeyiymiş meğer. Ben ilk kez yaşıyorum.
Zor yönü şu:
Hiç bir şeyi atlama ihtimalin yok.
"Cdler karışık ama dursun öyle, haftaya evde olduğum gün sakin sakin düzenlerim, hatta belki bir de cdlik tasarlar, boyarım"
"Nevresimler dursun, daha sonra ütüleyeceğim"
"Çorap çekmecesi karışık biraz, düzenlesem mi?"
Böyle ihtimaller yok, ertelemek yok, tek tek bütün ayrıntılarla ilgilenmen gerekiyor. Her şeyi temize çekmelisin. Çok çok güzel bir şey bu. Yenilenmek.
Paketlenmeli hepsi ve üzerine içlerinde ne oldukları detaylı bi şekilde yazılmalı ki yeni evde kafayı çizmeyesin:) Bu yapmakta iyi olduğum bir şey. Ev boşalmadığı gibi kutularla doluyor. Duman delisi birinden çıkıp diğerine giriyor. Onu yeni adrese nasıl alıştıracağız bilmiyorum.
Gereksiz hiç bir şey yok diye düşünmeme rağmen şimdiden öyle çok şey attım ki.
Güzel olan, bir yıldan fazla bir süre birlikte yaşadıktan sonra, şimdi birbirimizin huyunu, alışkanlıklarını iyi bilirken bu işe kalkışmış olmak.
Boyacımızı bir alem. Eve girip eski renge baktığında, bu renk 50'li yıllarda kaldı dedi sonra beğenmezsek eğer para almayacakmış onu da ekledi, öyle işinin uzmanı yani:)
Dün akşam yatak bakarken, birden yatağın üzerine çıkarak zıplamaya başlayan adamı uzun zaman unutamayacağımıza eminim. O kadar çok güldük ki, adam satıcı değil showman. Üç tane çay içtik, adamın gösterisini izledik ve sonuçta bir şey beğenmediğimiz almadan çıktık:)
Yazıp çiziyoruz sürekli, ölçüler alıyoruz, iyi ki acelemiz yok...
Bir de ben;
adres değişikliği
Hayat ağzından çıkan hiç bir cümleyi kaçırmıyor, kaydediyor, kaybetmiyor bilirsin. Eğik tavanı ilk kez gördüğümde, heyecanla "ben burda yaşamak isterim yaaa..." dediğimi de duymuş olmalı.
Doğduğum semtte olması nasıl güzel bir rastlantıydı hem.
Üzerimde beyazlar varken, kucağında aldı beni senin eşiğinden geçiriverdi. O günden sonra, yaklaşık 15 tane 30 gün boyunca, bu çatının altında yaşadı bizim minik ailemiz.
Önce evim oldun benim.
Ne istersem yapabilirdim, kuralları ben koyardım, kural koymayı da sevmezdim, istediğimizi yapardık, istediğimiz saatte. Nereye gidersek gidelim döndüğümüz yer. Duman'ın söylenerek açtığı kapı...
Rengarenk perdeler giydirdim sana, bir de mor menekşeler...Evleri yaşatan insanlardır ya, bizimle nefes aldın, gülümseme yerleşti yüzüne sanki. Reçel kokan, yeni yapılmış kek kokan, lavanta kokan bir ev oldun.
Ne kadar yorgun olursak olalım, soframız oldu sende, ocağımız tüttü. Kahvaltıları aksatsak bile, bunu es geçmedik.
Aşık kişilerin, günlük hayatla ilgili, birbirlerinin hiç de bilmediği alışkanlıklarını öğrenişini izledin.
Pek güldürdüğümüze eminim seni, telaşlarımızla, neşemizle, hevesimizle...
Sen de şaşırttın beni, gecenin bir yarısı bile, patır patır sesler üzerimde, sabah vakti penceremde. Ben, martıların ayak seslerine, Duman'sa şarkı söylemelerine, başta biraz çekindik ama hemen alıştık.
Sonra ben o ev oldum, biz o ev olduk sanki, pek çok sevdik.
Kim demişti "dünyanın en sıcak ama en zor ısınan evi" diye... Kırılmaca gücenmece yok, işte bu yüzden Hıdırellez'de başka bir ev dilemiştim ben:)
Kabul oldu dileğim, hem çok mutluyum, hem de buruk.
En çok Duman üzülecek sanıyorum, çatıda serserilik etmeye ne çok alışmıştı. Kediler en çok tavanarasına yakışmaz mı?
En çok da Salacak özleyecek, bizim kadar özenle seven kaç kişi vardır onu burda?
Ve ben en çok, yürürken duyduğum tahta gıcırtılarını özleyeceğim. Kaç kez böyle bir evde oturacak kadar şanslı olursun ki hayatta? Mayıs ışığının ve yaz ikindilerinin hiç bir eve bu kadar yakışacağını sanmıyorum.
Duvarında, sevgilim yokken attığım çentikleri, mor fırça izlerini, doğumgünü için yazdığım yazıyı, kapıda kocaman posteri -bir arkadaşım ev değil kafe zannederek gelip geri dönmüştü-, bırakıyorum. Yemek kokuları, kedi tüyü, bolca mutluluk, her biri diğerinden özel anıların izleri sana kalanlardan...
Kim bilir, bizden sonra oturanlar, sessiz kalıp dinlediklerinde, duyarlar belki bıraktığımız sesleri..?
Dilerim, onlara da bize verdiğin kadar mutluluk verirsin...
Ve de Belediye'nin gerzekçe planları arasında kaynamaz, uzun yıllar bıraktığım yerde, bıraktığım gibi kalırsın.
Sevgili, torunlarıma bile göstermek isteyeceğim, daima yüzümde bir gülümsemeyle hatırlayacağım,
aşkımızın, emeğimizin, sevgimizin, en yakın ve yegane tanığı evim,
Hoşçakal!
yalnız ve güzel ülke
Cümle bile muhteşem.
Bütün filmlerini izlediğim, hayranlıkla takip ettiğim yönetmen.
Kendine özgü bir sinema dili olan, bir tavrı olan.
Biz sinemada geriden geliyoruz, bundan daha çok önce sayılmaz, hatırlayalım resim sanatı bile bizde yoktu, şimdi 7. sanatta da hala emekleme dönemindeyiz, ister istemez.
Bu başka bir başarı. Diğerlerine benzemiyor, kıyaslanamaz bile, tezahüratlar edilen hiç bir başarı saydığımıza benzemiyor.
-Orhan Pamuk'u Necdet Sezer bile tebrik etmemişti, hatırlarsınız.-
ben çok duygulandım, çok heyecanlandım izlerken...
Sean Penn'in berbat telaffuzuna rağmen, önündeki kartta not olarak dahi düşülmez mi, ödül alacak yönetmenin isminin nasıl okunacağı?
Bizde yapılsa böyle bir hata ne kadar ezerdik:)
"daha adını düzgün okuyamıyor, ödülü nasıl verecek" falan.
Ya ne kadar harika bir cümledir bu?
"Tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme..."
http://www.youtube.com/watch?v=xJ1YQ2v_hnI&feature=related
yutuba girmek için:
http://ktunnel.com/index.php/
Not: Bir önceki ödülü Yılmaz Güney'e itihaf etmişti.
no smoking
Ve sabah o harika anons:) Sanki seferberlik ilan edildi. Çok ciddiye alışımız da bir komik, "amaan sende" halimiz de.