ps: i love you.






ben çok ağladım, çok güldüm dün akşam.
çok tatlı, hafif, sabun köpüğü bir film diye düşünmüştüm.
daha ilk sekansta, çiftin tam bir karı koca kavgasını izlerken, film beni yakaladı.
o kadar komik, o kadar gerçekti ki:)

sonra o ilk gece, kocasının külleri bir sandığın içinde, telesekreterde tekrar tekrar onun sesini dinleyerek uyumaya çalışması...

kocaman kahkahalar hemen ardından gözyaşı.

ilk mektupta gece lambası almasını söylemesi mesela. tipiktir, "sevgiliim noluur, lenslerimi de çıkardım bak, kesin düşerim ben...". bizde pek sırayla değil, daima o kapıyor ışıkları, kapıları... mutlaka bir yerimi çarparım biliyor.

filmin tek sinir bozucu yanı, "devam et, gene aşık olmaktan korkma, life goes on" cart curt.
ben bencilim. asla istemem.
renkler güzel, müzikler şahaneydi, irlanda'ya gidesimiz geldi.
sonuçta, bazı yerlerde o kadar ağladım ki, filmi ve hissettirdiklerin içerde bırakıp, elele geceye karışmak çok mutlu etti.
bi' de birden yağan yağmurda, etraftakilere aldırmadan, sokakta oracıkta dansetmek...
"i am not your father. i'm not going anywhere."

lost



Evet biz "ailecek" Lost izlemeye yeni başladık.

"Herkesin yaptığı şeyleri banel bulup yapmayan farklılardan olalım biz" takımından değildik, sadece teknik engellerimiz vardı.

Bir iki cumartesi gecesi ve pazar öğlenini kapladı bu durum.
Ben seviyordum, hem sürükleyici, zihin rahatlatıcı, hem de eşliğinde ayaklarını uzatıp örgü örmek mümkün:)
Üstüne konuşmak, olay tahmini, sınırsız geyik de cabası.

Neyse, geçen akşam, hala 1. sezon bölümlerindeyiz biz, onlardan birini izlerken ben "oha falan oldum."
"Senin saatinini orda işi neeee" diye çığlık attım, "yok artık..."
Gülmeye başladı, benden ilerde olduğu için bölümlerde, görmüş ama söylememiş, izlerken farkedip güleyim diye.
Evet, tastamam aynısı. Bizim evde.


Lost'taki karizmalardan bile daha karizma olduğunu söyledim kendisine.
Taklitçiler:)
Zaten adada-mahzur-kalayım-gizemli-olaylar-beni-bulsun-bir-kaç-da-tatlı-hatun temalı bir dizi daha önce bizim aklımıza gelmişti:)

kendinpişirkendinye


Yaşasın kar tatili!

Yaşasın yemek yapmak:)

Pazar kahvaltısı bembeyazdı. Kahvaltı keyfimize minik pizzalar eşlik etti.
Bir kaç gün eve kapanıp aralıksız pişirebilirdim. Sevgilim ve çok yakın arkadaşım, halime gülüp duruyorlar... Önce temel şeyler, yavaş yavaş maharet isteyenler. Daha ilk sabah çıtır kıtır börekler... Her akşam elimde kağıtlar, sanki bir tez çalışması hazırlıyorum ya, "bu akşam harika bir şey deneyeceğim" diye cümleler kurmalar... . Sonra "evet, beğendiniz mi?", "evet, gerçek fikrinizi söyleyin..." gibi sorularla, akşam yemeğine dair notlar alarak, yemek defterime, denenmiş, verim alınmış, yine yapılası tarifleri geçirmek... Ayin gibi. Ev sakin, kediler mır mır, mutfak pırıl, heves, heyecan...

Pek çok tepsi aldım, fırın eldiveni edinmeliyim, bir de mutfak önlüğü bu ruha gerekli.

En keyifli yanı; evde bir kaç gün üstüste artık misafir olmaktan çıkmış arkadaşlarımızın olması. Biri vejeteryan falan... Daha da eğlenceli oluyor böyle, bulmaca çözer gibi.

kar kar kaaaaar





bir hayalim daha gerçek oldu.

"bir kar yağsa da bizim yokuştan kaysak..."
ne kadar eğlendik anlatamam.
zıp zıp çocuklar gibi.

bir mevsim daha geçirdik, bir iklim daha tecrübe ettik beraber.

değmeyin keyfime...


birbardakkeyif




biz bu keyfi seviyoruz, kadıköy'de dolaşırken, döke saça, güle oynaya, gecenin bir vakti, aslında pek tokken.

bayım, en sıradan şeyler bile çok leziz, sizinle...

ninca kaplumba





Deli kızım Maya'mın kaybolma haberine internetten ablaları pek üzüldü.
İlgilendi, destek oldu.
Ailecek hepsine teşekkür ederiz.

/
Noel baba bizim evdeydi dün akşam. Cebinde de bir kaplumbağa.
Eros zaten yerleşti:)
Sabah börek yapmamı sağlayan elektronik cihazı getirdi bana periler.
Önce çıtır patatesler, sonra sıcacık börekler.
Misafirimiz geceledi. Kaplumbağası da kabuğuna çekildi.
/

Eşsiz bir ondörtşubat'tı.

valentine




varlığın her günü, her saati aşkla dolduran.
bu sebepten, zaman kollamak gereksiz.
dün, bugün, yarın.
her gün kutlama yapabilirim.
bu yüzden, her günümü not düşüyorum ben o küçük deftere. hepsi birbirinden güzel diye.
inci taneleri gibi.
takıp boynuma gezebiliyorum yaptığım kolyeden.
ne giyersem giyeyim.
içimdeki neşenin tarifi yok.
seni seviyorum.


Kırk kere söyledim bir daha söylerim
Savaşta ve barışta karada ve denizde
Düşkünlükte ve esenlikte
Zamanımız apayrı bize göre
Yanyana olduk mu elele
Aç kalsak ağlamayız biliyorum.
İçim güvercinleri okşamış gibi rahat
Sen yanımdayken ister istemez
Geniş meydanlarda akşam üstleri
Üstüste üç kere deniz üç kere çınarlar
Sen yanımdayken ister istemez
Uzak ırmakları hatırlıyorum.

home sweet home

Evimize ileri teknoloji geldi:)

Pek keyifli, artık biz de lost manyaklığına dâhil olabilcez. Karizma puanımız artacak.

Bugün evdeyim.

En sevdiğim sabahlıkla sakin sakin dolanmak için, hiç konuşmadan, hiç telefon çalmadan.
Basit şeylerdeki mutluluğu acelesiz hissetmek için.
Yemek yaptım, yavaş yavaş çamaşır katladım. Cildime sevdiği maskeyi, kırışıklara da ütü sürdüm.
Mahjong oynadım. Taşları bitirince çıkan havai fişekleri pek sevdim.
Yarım kalan atkıma el attım, bir ters bir düz ördüm.
Saçlarıma bakım yaptım, bir ara Derya Baykal’a bile göz attım:)
Tüm camları açtım sonra, hafif ürperdim, bu hissi sevdim.

Günler uzadıkça, çıkış saatlerim aydınlığa geliyor, pek seviniyorum. Bahar gelsin
artık, yaz gelsin, gezelim, eve girmeyelim, her hafta planlar yapalım. Çanta hazırlamayı özledim.

Pazar sabahı kahvaltısında, kendi elektriğini nasıl üretebileceğine kafa yoran ve sonraki iki saatini bunu araştırmakla geçiren, hatta plan yapan bir adama sahibim ben. Bunun avantajı oldukça fazla tabii, bir kere hiçbir iş için tamirci çağırmadık mesela. En pratik teknik çözümler kendisinde. Her günüm festival gibi, bu sebepten. Kendisinden, kendi tuvaletini temizleyen kedi tasarlamasını istiyorum, acilen. Temizleme işlemi neyse de, temizlerken, içten içe gülerek izlemeleri ve direk gidip kullanmaları benimle dalga geçtiklerini düşündürüyor.

Pamuk şeker gibi bir gün. Pofuduk tatlı hafif.
Elime yüzüme bulaştı.

she is back




Gece eve dönüyoruz, Taksim'den.
Kapının önünde kediler, deli kediler.
Ben bakıyorum, oynamak isteyerek "Maya'yı gördünüz mü buralarda?" diye soruyorum.
Sevgilim, yukarı çıkıyor, hem mamalar getiriyor onlara, hem de bizim cadı Duman'ı.
Kediler yerken, gorgor sesler çıkarırken, gülüşüp duruyoruz.
Yokuşun başına doğru gidiyorum, Maya'yı ilk bulduğumuz yere.
Şişko kediler var, aç.
Sonra bir tanesi geliyor uzaktan, arabanın altından çıkıp geliyor.

"Miaw" diyor beni görünce.

Ay Maya buuuuuu!
İnanamıyorum gözlerime, artık bulabileceğimizi düşünmüyordum.
Gözlerim parlıyor kocaman.
Sokakta kedilerim için uydurduğum şarkılardan birini söylemeye başlıyorum.

Nasıl kirlenmiş, nasıl acıkmış, nasıl uykusuz.
Eve getiriyoruz, önce biraz azarlanıyor, hem Duman tarafından hem bizim.
"İki gecedir nerelerdeydin sen?"
"Bizi çatılarda gezdirdin biliyor musun sen, saatlerce ağladım"

Sonra gece oluyor, eğik tavanlı yatak odamızda maaile uyuyoruz.
Sabah mahmurluğuyla oyunlar oynuyoruz.
Pek mutluyuz.

a purple little little lady



“Seninle oynayamam” dedi tilki, “ ben evcil bir hayvan değilim.”
“Buna çok üzüldüm” dedi küçük prens. Ama biraz düşündükten sonra: ”Evcil ne demek?” diye sordu.
“Anladığım kadarıyla burada yaşamıyorsun” dedi tilki, “kimi arıyorsun?”
“İnsanları arıyorum,” dedi küçük prens, “ peki ama ‘evcil’ ne demek?”
“İnsanlar,” dedi tilki, “tüfeklerle dolaşırlar ve avlanırlar. Tam bir baş belasıdırlar. Bir de tavuk yetiştirirler. Tüm işleri bundan ibarettir. Sen de mi tavuk arıyorsun?”
“Hayır, ben arkadaş arıyorum. Ama ‘evcil’ ne demek?”
“Bu pek sık unutulan bir şeydir. ‘Bağ kurmak’ anlamına gelir.”
“Bağ kurmak mı?”

....

“Senden rica ediyorum. Lütfen beni evcilleştir!” dedi.
“Elbette” dedi küçük prens. “Ama pek fazla vaktim yok. Yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.”
“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”
“Ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.
“Çok sabırlı olman gerekiyor. Önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. Ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. Ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”
Ertesi gün küçük prens yine geldi.
“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim.

...

Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! Sanırım ağlayacağım” dedi tilki.
“Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedim.
“Doğru, haklısın” dedi tilki.
“Ama ağlayacağını söyledin!”
“Evet, öyle.”
“O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”
“Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım. Şimdi git ve güllere bir kez daha bak. O zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. Sonra bana veda etmek için buraya geri döndüğünde, sana hediye olarak bir sır vereceğim.”
Küçük prens güllere bir kez daha bakmaya gitti.
“Hiçbiriniz benim gülüm gibi değilsiniz. Çünkü henüz hiçbiriniz evcilleşmediniz. Ve siz de hiç kimseyi evcilleştirmediniz” dedi onlara. “Siz tıpkı tilkinin benimle karşılaşmadan önceki hali gibisiniz. Dünyadaki binlerce tilkiden yalnızca biriydi o. Ama ben onunla dost oldum ve şimdi artık o özel bir tilki.”
Güller bu duyduklarına çok bozuldular.
“Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.”
Bunları söyledikten sonra tilkinin yanına döndü.
“Elveda” dedi.
“Elveda” dedi tilki de. “Ve işte sırrım: Bu çok basit. İnsan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez.”
“Temel olan şeyi gözler göremez” diye tekrarladı küçük prens. Öğrendiğinden emin olmak istiyordu.
“Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir” dedi küçük prens.
“İnsanlar bu en önemli gerçeği unuttular. Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeye karşı her zaman sorumlusun. Gülüne karşı sorumlusun.
“Gülüme karşı sorumluyum” diye tekrarladı küçük prens, öğrendiğinden emin olmak için. Sonra yoluna devam etti.

Küçük Prens

/

Yorganı kafama geçirmiş, ağlarken hep bunları düşündüm.
Sokak kedisi evcilleşir mi?
Bize geldiğinde hastaydı, öyle komik hapşırıyordu ki.
Yanlışlıkla sokakta kalmış bir prensese benziyordu.
Prenses görünümlü ama sokak kedisi.
Önce iyileşti, sonra neşeli oyuncu bir kız oluverdi.
Hop hop atlarken bile zarif. Sarılırsın bir şey demez, uslu uslu durur. Öyle sımsıkı uyursun, ısıtır.
Sonsuz sevilmeye itiraz etmez.
Ev arkadaşı söylenip dururken, o usulca gider, tabağını bitirir, onunkinden de tırtıklar hatta. Sokak kedisi sonuçta.
Pazar akşamına dek, cam kapı her neyse, açıksa bile, öylece seyrederdi.
Camın kenarından gökyüzüne bakardı.
Hani kartpostallarda falan olur ya, böyle cumbalı ev, bir camda çiçek, diğerinde öylece duran süs kedisi.
İşte öyle bir kız.
O akşam ilk kez, dışarı çıkmak istedi, öncekiler gibi on adım-on pati- demeli, atıp geri gelmedi.
Bir daha dönmedi.
Ev ne kadar sıcak olursa olsun, yemekler ne kadar güzel, sokak özlemek mümkün demek.
Özgürce gezip tozduğun, başıboş vakitleri. Serseri, serkeş halleri. Evde hazır yemek olmasa ve tirtir üşüsen bile.
Bir minderin üstüne kurulup, camdan sokağı izlemekten cazip olmalı, sokağın bir parçası olmak. Mevsim kış bile olsa.
Sonuçta, prenses görünümlü olsa da, sokak kedisi sokak kedisidir.
Sevgiyle evcilleşir sanmıştım ben, beceremedim.


/