"sonunu düşünmeden duygular sarınca beni
bulutların üstünden bıraktım ben kendimi"

Sevgilim,
Ne söylesem eksik kalıyor, içimde ne çok şey var anlatacak ama ne kadar az kelime onları anlatmaya yetecek...

İyi ki varsın, iyi ki hayatımdasın, iyi ki benim sevgilimsin.

Sayıyorum, yazıyorum, fotoğraflıyorum, ayak izlerini kaydediyorum, anıları biriktiriyorum ya ben,

Bugün 2 yıl bitti. Yarın seni kendim uyandıracağım ilk sabahın üstünden 2 yıl geçti... Sonraki sabahlar hep beraber uyandık, söz verdiğimiz gibi... Her saniye için, her sabah ve gece için ve ikisinin arasındaki zaman için, nefesin, sesin, kokun için, aşık olduğum adam olduğun için, ve aşkımın karşılık bulduğu adam olduğun için, beraber yüzdüğümüz deniz için, hasta olduğumda baktığın için, şımarıklıklarıma katlandığın için, olgunluğun, serseriliğin ve ikisini dengeleyişin için, "bak seen" deyişin için, her gördüğümde bana yaşam sevinci veren gülümseyişin için, mükemmel doğum günü hediyem için, bembeyaz ev için, kedileri doğurturkenki cesaretin ve beni de yavrulamak konusundaki cesaretlendirişin için, tabağından yememe kızmayışın için, hep rahat koltuğu bana bıraktığın için, gece korkunca sabırla sakinleştirdiğin için, oturup yazmaya kalkınca buralara sığmayacak bir sürü şey için, özetle iki yıldır yaşadığımız mucize için teşekkür ederim.

Nice 2bin, on2bin, 2milyartrilyon yıllara,
daima elele, birlikte,
hep artan bir aşkla,
sonsuzluklara...


-Seniseviyorumseniseviyorumseniseviyorumseniseviyorumseniseviyorum-

wanted

Sex and The City tüm sezon dvdlerini, kısa bir süre için (bir hafta kadar) bana ödünç verebilecek gönüllü aranmaktadır:)

Karşılığında, pati izi, gor gor, kedi tüyü ve fotoğrafı verilecek ve geri alınmayacaktır.

-happy birthday-

İyi ki doğdunuz deli kediler!

Oyuncu bebeklerimiz doğalı, bugün bir ay oldu...

kalpkalpkalpkalp


-tarçın-


-çerez-


-sakız-




"...denizin üstünden giden tekne dediğimiz şeyler..."

Hülya Avşar Türkmax'taki programında bu cümleyi kurdu.

Konuk olarak aldığı "Kürt kızına"...

İşte soruyor tam bir Tayfun Talipoğlu tavrıyla, televizyonda gördüklerine özenmiyor musun, kız açıklıyor "hayır alkol kumar gibi şeyler görüyoruz, onlara da özenmiyorum", hatun üsteliyor bu kez, "ne bileyim hiç yok mu özendiğin şeyler, mesela denizin üstünden giden tekne dediğimiz şeyler..." ah evet denizin üstünden giden şeylere tekne diyoruz değil mi? Aşağıdaki kelimeleri cümle içinde kullanalım lütfen: vapur, gemi, sandal.

Gecenin bir vaktiydi ve uyuyan sevgilimi de uyandırmaya kıyamadım bunu duysun ve gülsün diye.
Daha ilginci az sonra oldu zaten, Hülya Avşar, kızla bildiği "kürtçe" kelimeleri paylaşmaya başladı. Ben de kürdüm aslında falan muhabbeti, "benim de annem namaz kılıyor" hoşgörüsü gibi.

Bir saniye, kaç yıl önceydi hani tabak çanak fırlatıyorduk bu tür durumlarda şaşırdım, Hülya Avşar kızla gayet kürtçe şarkı söyledi, oysa biz değil miydik "yeni albümümde kürtçe şarkı söyleyeceğim" denince birden deliren topluluk? Büyük Türk düşünürü Serdar Ortaç ne derdi acaba, "hayat beni neden yoruyorsun?" falan herhalde... O kakofonik koro, gene memleketim şarkısını söylesin hadi gene.

Kabussunuz.

Bu arada:
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=YazarYazisi&ArticleID=905191&Yazar=ORAL%20ÇALIŞLAR&Date=26.10.2008&CategoryID=97
Aynen devam etmek için:
http://ultrareach.com/

Mucize bir program, yorum yayını, bloggerın tüm özelliklerini eksiksiz kullanabiliyorum, öyle ki bir an kendimi yasaksız, sansürsüz bir ülkede bile zannedebilirim:)

burdayım

Ben çok güzel bir gün geçirdim, onu yazacaktım.

Zannettim ki, internetimde sorun var, başımızdakilerde sorun olduğunu unutmuşum bir an.
Sonra Deryik söyledi de haberim oldu.
Şaka gibi.
Çok kötü bir şaka gibi.

Ben taşımıyorum bir yere kendimi, köşe kapmaca oyununda yokum. Wordpress de kısa bir süre önceye dek sansürlüydü zaten. Hop oraya hop buraya, bu yasağa uyamam, çünkü mantıksız. Okumayan okumayabilir. Sorun değil, burdayım gitmiyorum. Hem "demokrasilerde çareler tükenmez" ya, ktunnel benzeri çözümler var.

Tek güldüğüm şu, sansürler, ölümler ülkede neleeer neler olurken, hiç umrunda olmayan kayıtsız bir kitle var ya, nihayet onları da etkileyecek bir şey oldu, belki farkında varırlar bir şeylerin kim bilir.

Yani hala da idrak edebilmiş değilim sahiden.
Ama neye şaşırıyoruz ki bu kadar, çok uzak değil, sobalarda kitapların yakıldığı, yasakların her türlüsünün yaşandığı dönemler, ortam dijital sadece ama zihniyet aynı.

Söyleyecek çok şey var.

öfkeöfkeöfkeöfkeöfkeöfke

oh

Evde ilk haftam müthiş geçti.

Çekmecelerim düzenli, pencere önü çiçeklerim mutlu, mutfakta hoş kokular...

Vakitsizlikten yapamadığım ne çok şey varmış meğer.

Tamamen dinlenerek geçen bir haftanın sonunda, evde ders verdiğim sakin, hoş, rahat, telaşsız kitleme kavuşuyorum yeniden. Bu en sevdiğim çalışma hali. Mutlu olduğum şeyi yapıyorum ve hatta unutup şaşırıyorum, ödeme yapıldığında.


Öfke biriktirmemeyi öğrendim içimde.

Patron kişisinin, nerde olursa olsun, hangi konum, hangi dünya görüşü, hangi hal üzere olursa olsun, temelde birbirine benzediğini öğrendim. İlk kez olduğu için biraz sarsıcı bir dersti ama olsun.

Emeğinin üzerine bir bardak soğuk su içmeyi bir de...

Ama değdi. Değiyor. Bu huzur hali için kesinlikle değiyor. Gün içinde ne istersen giyme özgürlüğü, stressiz hal. Cildim bile kendine geldi. Ben anladım ki, "çalışan anne" olamam hiç bir zaman, olmayacağım. Otorite bana göre değil bir kez daha anladım. Kendi halime bırakıldığım halim en sevdiğim. Ve en verimli olduğum.

Bu süreçte yanımda olan sevgilime minnettarım. "Ben demiştim" demediği için en çok. Kararım ne olursa olsun desteklediği için. Hak verdiği için, dinlediği ve teselli ettiği için.

Evet O demişti, suistimale ne kadar açık olduğunu ve iyi niyetin sonucunun böyle sonuçlanabileceğini... Ama onun geçtiği sınav, bana kanaat notu olmuyor, yaşayarak görüyorsun.

Sevdiğim bir arkadaşımla, öğle üzeri kahvemizi içtik az önce, hala bebek görmeye gelenler var, bu kez armağan en sevilenden bir paket kuru mama, o gitti şimdi, ben bu satırları yazıyorum ve mutfağa doğru yol alıyorum, keyfimce bir şeyler pişirmek için...

out of work

Bugün öğlen 3 itibariyle, işten ayrıldım.

Benim kısacık ömrüm için uzun bir süre teşkil eden bir yıl süresince, her sabah gittiğim, alıştığım, emek verdiğim yerden ayrıldım.
Çekmecede kalemlerimi, askıda şalımı, dolapta elma çayımı bıraktım.

Elimi kolumu sallayarak çıktım. Çantamı bile almayı unutarak:) Evet oldukça komik aslında ama o an, taksiye atlayıp kuzenimin iş yerine giderken gözlerimden gelen yaşlar neşeden değildi elbette.

Ben ardıma bakmam pek, gitmekten emin olmadan gitmem. Aniden almışım gibi görünen kararlar, içimde ağır ağır demlenir, kimse farketmez. Ben bu kararı uzun zaman önce vermişim meğer, vakti bugüneymiş. Hooooop çıkıverdim bir öğlen.

Yepyeni bir sayfa açılıyor şimdi. Tertemiz ve dingin günler, sakin sabahlar, öğle uykuları, ekmek kokuları, akşam yemeği telaşları, günün her saati istediğini giyme özgürlüğü, kalabalığa çıkmaktan azad olma hali...

Ben acayip hafifledim.
Paris, je T'aime'i izledim geçen akşam Digi'de. (Sevgilime bin teşekkür) Film 18 kısa filmden oluşuyor. Sadece Isabel Coixet için izledim diyebilirim ki, kendisini My Life Without Me isimli filmden hatırlayabiliriz. Harika bir kadın yönetmen. Hiç sevmem, mesleklerin başına ekleniveren, kadın sıfatını, kadın yazar, kadın bilmem ne ama, Isabel hanım'ın yönetmenliğindeki filmler bence kadın eli değmişliğiyle farklılaşıyor. O filmde mesela, hikaye tanıdıktır, kanser olan genç kadın, hayatının sonu, çocukları ne olacak falan ama konuyu öyle naif, öyle göze batmayan, öyle altını çizmeden ele alır ki, hafif hafif. Senaryoyu geçtim, kamera hareketlerine, montaja, müdahale etmez gibi dururken yapılan müdahaleler... Doğal, doğal, doğal. Ama kastettiğim, karanlık iç mekanlar ve el kamerasıyla çekilmiş izlenimi verilen film sahneleri değil. Okulda onu bekleyen kız çocuklarını düşündüğü an, çamaşırhanede uyurken, gece boyu onu izleyen adamın sabit kamera ve yumuşacık geçiş efektleriyle onu bekleyişi, liste alıp da yaptığı an, yazdıklarını ekranda izleyişimiz, hastalığını öğrendiği an duyduğumuz o ses ve filmin sonunda gene o ses, kızları için doldurduğu kasetlerde söyledikleri, gibi gibi bir milyon kadınca detay...

Paris, je T'aime ise, süperello bir film kesinlikle... Benim takipçisi olduğum Coixet'in dışında, Godard, Johnny Depp'ten de filmler var ki şahane. Bir de Gerard Depardieu, Natalie Portman da filmden aklınızda kalacak yüzlerden...

İstanbul için benzer projeler, neler neler yapılabilir hayali bile heyecanlandırıcı. Sokaklarda dolaşarak, mini mini hikayelerle... Ah bir kaldırım yapmaktan başımızı kaldırıp, sanat yapabiliyor olsak...

Üstelik ne de yakışır İstanbul'a, zira "İstanbul'u sevmezse gönül, aşkı ne anlar?"

crazy about Lush

Ya böyle bir şey yok, kokulaaar, kokulaaar, kokulaaar, nasıl de iştah açıyorlar... Ben ki alerjik bünyeyim, ben bile bayıldım.
Bayıldım bayıldım hastasıyım.
Zaten kullandığım kozmetikler, hep doğal ürünlerdir, bu benim için önemli sahiden.

Bayramdan önceki günlerden biriydi, öylesine gezinirken giriverdik Lush'a sevgilimle. Yok internetten almak yetmez, gidip her bir naneye dokunmalı, -gene de temkin iyi olabilir, dokunulan her şeyi gaza gelip alma olasılığı çok yüksek- tek tek denenmeli, oh hepsine bulaşmalı, karnınız açsa falan dikkat edin amanın yenilesi şeyler var.

Bir dolu şey aldım ve kullandığım süre boyunca acayip memnun kaldım hepsinden. Harika ürünler, muhteşem kokuyorlar ve gerçekten de işe yarıyorlar. Şimdi en çok banyo köpüklerini meraktayım. Acayip hem de.
Body shop haltetmiş, aldığım hiç bir üründen memnun kalmadım, sadece öylesine alınmış kokulu ürünlerini sevdim. Cilt ürünleri falan berbat.

Body Shop sucks, Lush rulez.

Tek sorun, yanılıyorsam düzeltin lütfen ama, neden o koyduğunuz mini kaplar plastik? Hani çevreye duyarlı olma kaygınız var diye soruyorum.

Bu arada, bebeklerim her gün harika pozlar veriyorlar, günden güne büyüyorlar, her anımız kartpostallık, ama sürekli bahsederek burayı anne-bebek bloguna çevirmekten korkuyorum.
Gerçi öyle bir durumda da, ben çok beter abartırım bunu da tahmin etmek zor değil, abartmak benim karakterim:)

kitten




Cillop bir dinlenceydi son günler.
Keyif keyif.

Bebek görmeye gelen bile oldu:) Ellerinde mamalar, tavuklar...
Miniklerimiz biraz daha büyüdü.
İnanılmaz sevimliler, hala gözleri kapalı, biraz ses çıkarıyorlar artık, "mıyk mıyk", annelerinden ayrılmıyorlar. Duman yemek yemek için uzaklaşmışsa birbirlerine bitişiyorlar, altalta üstüste uyuyorlar, birinin ayağı, bir diğerinin kafasında, öyle komikler ki. Şimdiden yüzlerce fotoğraf çektim.

Biz de iyi bakıyoruz, anneyi doyuruyoruz, üşümesinler diye sıcak su tobaları yapıyoruz, sık sık gidip bakıyoruz, rahatlarını sağlamaya çalışıyoruz.
Sevgiyi öyle güzel hissediyorlar ki, şaşıyor insan.
İsim düşünüyoruz şimdi onlara, henüz bulamadık. Siyah olan şimdilik en muzurları sanırım, yüzü rengarenk ve komik, açık renk olansa en nazlıları, memeyi en zor buluyor, en çok o uyuyor, sarmansa, oburiks, en çok o içti süt, şimdiden bir göbeği var.
Biraz daha yakından tanıyınca isimlerini koyacağız.
Bu kış belli ki, bolca kedi tüyü, yün yumağı, oyun, mırlama, pati izi getirecek bize...