luliluliluliluliluli

Nisan da bitiyor.
Bir bisküvi keşfettim, yani bayağıdır vardır, ama ben yeni keşfettim, sanki cosbylerin evindeyim de, claire huxtable böyle kocaman bir kavanoza bunlardan doldurmuş, canım istedikça alayım, mola verdikçe kıtırdatayım, zihnim açılsın diye.
Bu üç günlük dinlenceyi, yollara düşerek değerlendirebilebiliriz, Şu saatlerde kesinleşmesini bekliyorum, bir ileti, bir telefon "kalk gidiyoruz" diyen, kalk gidelim!
Çevirmekte olduğum belgesel, alerjiler hakkında. "Aynı beeen, aynı been" diye diye yaptım. Bu kadar harika olabilir:) İzlerseniz beni hatırlayın.
Evde, sakin, çalışarak geçen bir hafta, yeni gözlüklerim ve çalışma köşemle.
Evle oynamak çok eğlenceli, bu, çalışma köşesinin son hali, sanırım, galiba, belki. Bir sonraki değişime kadar son hali diyelim:) Ama bu hali hakikaten en harikası oldu.
Şimdi, kitaplık toplanırken bulduğum bir kaç boş çerçeveye fotoğraflar, resimler bulma zamanı, bembeyaz duvarlar için.
Bir de ben, dün beni delirten miniklerin tepesinden su döktüm, kısa bir an kendimi "topumuzu kesme teyze" gibi hissettim ama geçti, haketmişlerdi, hem serinlediler de.
Tam "yayınla"ya basacakken, penceremde sesler -çalışma masam pencere kenarında-, pıtır pıtır bir de baktım, kuşlar konmuş, çiçeklerle oynuyor, fotoğraflamak istedim, makinenin pili bitmiş derken, ah bir tane yakaladım, pek sevindim.

dünyanın en mutlu dörtgözü

iki çay söylemiştik orda, biri açık,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
c.süreya
Haftasonu sevdiceğimle, deniz aşırı doktoruma gittik. Aaa sahiden, biz beraber ilk kez doktora gittik, değil mi? Nikah işlemleri saymazsak tabii, bir de benim onu telaşla götürdüğüm seferi... İlgi, alaka, şefkat, sonsuz şımarmak... Sonra, güneş, yürümek, salacak, adım, adım, adım, hoop uygun adım, gemiler, minik alışverişler, vapura binmek, en sevdiğimiz şeylerden biri vapurda bir şeyler yemek...
Ardından, aslında hiç istemediğim ve doğru olmadığı halde 7/24 lens kullanmaktan memnun olmama rağmen, bana gözlük aldı.
Bin yıllık dörtgözüm ve şimdiye kadar ilk kez severek taktığım, tam da istediğim gibi bir gözlüğüm oldu. İlk kez uyanır uyanmaz lenslerimi takmıyorum, gözlerimi yormuyorum, taktığımda kendimi dörtgöz hissetmiyorum, akşamları filmlerimizi onunla izliyorum, yanar döner çerçevelerimle hava atıyorum, hatta bu yazıyı bile onunla yazıyorum. İlk kez gözlük takmak bir işkence olmaktan çıktı. Gerçekten ilk kez gözlük sevdim.

Teşekkür ederim sevgilim!

aradaki 7 farkı bulunuz

http://handescloset.blogspot.com/2008/12/handemade-sweater.html
http://www.fashiontoast.com/2009/01/oceanside.html
http://am-lul.blogspot.com/2009/01/look-of-day_27.html
http://handescloset.blogspot.com/2009/04/destroy-it.html
http://www.fashiontoast.com/2009/04/drifter.html
http://am-lul.blogspot.com/2009/02/look-of-day30-leather-skinnies.html
http://am-lul.blogspot.com/2008/12/ediot-lasf-few-days-i-had-no-sleep.html
http://handescloset.blogspot.com/2008/12/russian-uskanka-my-lovely-diy-studed.html
http://handescloset.blogspot.com/2009/01/russian-ushanka.html
http://karlascloset.blogspot.com/


tamam "konsept" aynı, tamam "yırtık çorap, deri görünümlü tayt, zımbalar bilmem neler" ekipmanlar aynı, tamam ecnebi kız zaten blog takip listende var, tamam fontu da bi "closet"ten kapmışsın, kızın eski fontu hop almışsın falan, tamam bohem bohem bakayım da cool durayım olayını çözmüşsün, tamam hatta ingilizce bile yazma işini kotarmışsın, -kimdi o yazar kendimi daha iyi ifade edebiliyorum diyen, heh elif şafak-, tamam stil sahibi olmayı "vitrindekilere para verip giyeyim, bir de arada bir vintage diyeyim bitti" zannediyorsun da, tamam sitenin yeşil çimlerinde fotoğraf çektirince avrupai oldum zannediyorsun, tamam birebire yakın yapıyorsun gördüğünü de, tamam özgün olma iddian yok,
ama bu kadar olmaz ki:)
bari; "inspired by: fashion toast, am-lul.com, karlascloset and etc." gibi bir not düşseydin:)
yine de başarılı, ortaya karışık bir replika. tebrik etmek lazım.

aradaki 7 farkı bulana bir minik ödül:)

hamiş: yapımda emeği geçen ve iş arası kısa molalarda birlikte neşelendiğimiz deryikko'ya teşekkürler...

ben bu yaaaz...

ilkel, sakin, telaşsız bir tatil.
bilmem kaç yıldızsız hani.
gövdeyi güneşe nazır yaymak, sonsuz tembellik.
varsa hamak ona kurulmak.
bütün derdin hangi renk bikini giyeceğin
eşit oranda yanıp yanmadığın
ya da havlunu nereye koyduğun falan
en fazla "türk kahvesi mi içseeem neskafe mi"
yani basit seçimler, basit kararlar.
"napıosun"
"hiiiiç"
gazete dahi okumadan, yalnızca basit bulmacalar çözüvermek
zorlandığın yerde, onu da öylece bırakmak.
salatalar ve meyveler... serin serin.
yanaklarından akıta akıta karpuz. kırmızı kırmızı.
sürekli bir uyuma uyanma
ne severim ben havuz kenarında uyumayı
şezlongta ama, bi de batar sırtına bir süre sonra ve tatildeyiiiim diye hatırlarsın.
sonra cup suya!
bedenin bile yanar sıcaktan "coos!"
geyik geyik mazhar çalsın falan arkadan,
basbariton sesiyle, sabah mahmuru haliyle, geniş geniş
bir şeyler söylesin.
ayın kaçı onu bile bilmiyorsun.
tatilin biri, tatilin ikisi,
"ya kaç gün oldu sahi geleli"
saat desen anca: öğle yemeğine bi saat var
üstünde de uyduruktan güneşten solmuş bir şile bezi falan
tatil kokoşu ablalardan değilsin asla, olabilemezsin. o telaş tatil ruhuna uymuyor.
hem onlar yüzmez, cıp cıp ıslanır, bronz allık kullanır ve iri güneş gözlükleri.
ama sen de şıpıdık parmak arası terlikler, olmazsa olmaz.
saçlar keçe gibi olmuş tuzdan
cilt cillop
"amaa iyi gelioo sivilcelerimee" geyiği yine her yılki gibi.
burnun da tıkalı değil.
aldığın en harika nefesler,
hop dal çık ne astım kaldı ne tıkanıklık.
ha arada illa ki o yaza eşlik eden o yılın "hiti" şarkılar, banel serdar ortaç ya da illa ki tarkan.
günde yüzbin kere duymaktan ister istemez diline dolanır, tatile dönüş yolunda hop unutulur.
gece yıldızları seyretmek bazen altında uyumak.
şehirde göremiyoruz bunları muhabbetini bıkmadan usanmadan yinelemek.

ve tam bir hafta sonra, ne eksik ne fazla,
oh evimi özledim, istanbulumu özledim diyerek koşa koşa geri dönmek:)

bulut&kıymık



Biz 1 buçuk aylık iki tontiğiz.

Annemiz cinsiyetlerimizi ayırt edemiyor, zaten önemi de yok diye düşünüyor. Bizi sevecek anne ve babalar arıyoruz, ev yapımı tavuklu mamaya bayılıyoruz, tuvaletimizi kuma yapıyoruz:)

Oyuncuyuz, pofuduğuz.

Bizi kapıdan kaçırmayacak, camdan balkondan düşürmeyecek, en iyi mamaları yedirecek, yaklaşık 10-15 yılını bize göre planlayacak iyi insanlar, sizi bekliyoruz :))

Bize ulaşmak için mail atın: mormermaid@gmail.com


İşte resimlerimiz :)


http://img19.imageshack.us/gal.php?g=dsc01997eui.jpg

http://img16.imageshack.us/img16/9576/dsc02045k.jpg

http://img19.imageshack.us/img19/6972/dsc02048d.jpg

http://img12.imageshack.us/img12/2231/dsc02051f.jpg

http://img7.imageshack.us/img7/156/dsc02058p.jpg


12042009




Haftasonu,
baharı karşılamak demek,
sokaklara dökülmek,
ayaklarımızın yollara açlığını biraz dindirmek,
yürümek yürümek yürümek,
üşümek,
ortaköy,
bebek,
emirgan,
lale görmekten bıkmak,
uzun yolculuk,
yolda uyumak, -eskiden yapmazdım şimdi öyle rahatım-
hazırladığımız sandviçleri lüpletmek,
en sevdiğim mini sırt çantamı sırayla taşımak,
bir örnek kargo pantolonları giyip fiyakalı pozlar vermek,
ve saati unutmak demek.


"olağan"

camı açıyorum, duyduğum kokuyu tanıyorum, ben bu şarkıyı iyi biliyorum, her yıl yeniden besteliyorum, okuldan kaçmak kokuyor, sokaklara dökülmek, serserilikler, seyahatler, püfür püfür perdeler, misss gibi içime çekiyorum, cesaret diyor, alıp başını gitmekten bahsediyor, gözü karalık, yanına ondan başka hiç bir şey almadan, denize hem de, mickey mouse gözlüklerimi takayım ben, güneşten gözlerim kamaşıyor, muzur muzur parlıyor, haylazlıklara davet ediyor, sonra rüzgar denizin kokusunu taaa burnuma kadar getiriyor, sanki şu an ayaklarıma sular değiyor, bir kez daha emin oluyorum, ben denize kıyısı olmayan bir kentte yaşayamam, darlanırım, bu koku burnuma gelmezse ölürüm, hani şimdi içimden üç kere deniz desem suları yutacak kadar yakınım, neye bakacağımı, neyi tadacağımı şaşırdım ben, mis gibi, bahar bütün cilvesiyle, bu şehire ne kadar da yakışıyor, baharın en çok yakıştığı yerdeyim ben, seninle hem, sonra hamakta sallanıyorum sanki, o çimenlere uzanıp kitap okuduğumuz uzun öğleden sonra gibi, öyle bir dinginlik, uzun bir uykudan dinç kalkmak gibi, hafif rüyalardan, rüya gibi bir sabaha uyanmak gibi, bağıra çağıra şarkılara eşlik ediyorum, "bütün cümlelerin anlamı değişiyor, üstelik tek bir satır eklemeden", kuş olup kanat çırpıyorum, gülüyorum, gözlerimden yaşlar gelinceye dek, ağlıyorum sonra, mutluluktan belki, belki bahardan, kitaplara bakıyorum, bu mevsimde ben kendimi bile seviyorum, adadaki bisikletteyiz şimdi, yokuş ayağı, bir yanım deniz yüzümde rüzgar, sevgilim ben uçuyorum!, sonra en sevdiğim şiirleri bir daha bir daha okuyorum, ilk kez okur gibi, ben sana aşık oldum, ben sana aşık oldum diyorum, kaç kez daha olurum bilmiyorum, çok seviyorum ben bu mevsimi içime dolduruncaya kadar içime çekmek istiyorum, hepsini, sonra her nefesim bahar olsun istiyorum, ben onun bir geçiş mevsimi olduğunu düşünmüyorum, yazı getirdiğine inanmıyorum, kışın onu getirmesini seviyorum, yine bahar. hep bahar, hep nisan. eylüle kadar, sonra eylül, bu her şeye olduğundan fazla anlam yüklemek değil, abartmak değil, altını çizmek değil, gerçekten öyle, siz duymuyor musunuz bu kokuyu? kanınızda dolaşıyor bu zehir, hissetmiyor musunuz yoksa?



üstelik bir yaz günü

durup dururken sana seni sevdiğimi söyledim

sonradan uzun uzun düşüneceğim bunun gülünçlüğünü

ama ayrıldıktan birkaç saat sonra

unuttum yüzünü

"olağan" deme sakın ha

seni yeniden sevmeye hazırım demektir bu

bu dünyada tek başıma

denizin eski olduğu yerlerde

böyle oluyor işte..

t.uyar

kışuykusu

Hani bazen tam da bahar gelmiş zannederken, kış gelir ya,

Hayat bütün angaryalarını hani önünüze sunar,

Birikir birikir de bardak dolar bazen,

Yenik düşer gibi hissetmek, hiç de yenik değilken,

Neye ve kime yönelteceğini bilemediğin bir öfke içinde, kızgınlık,

Sonra eskiden ve uzun bir süre dostun olmuş ama öyle kalmamış birini görmek, değerlerini kolayca bir başkasınınkiyle değiştirmiş olduğunu görmek, tam da bu yüzden hala dostun olmadığını bir kez daha anlamak.

Anlatmaya nereden başlayacağını bile bilmediğin haller, ama konuşmaya bir başlasan hiç susmayacağın...

Napmak lazım bilemezsin...

Ben kış uykusuna yattım, 12 saatten fazla yarı uyur yarı uyanık hallerden kendime hal beğendim.


Sonra güneş açtı yeniden...


nisannisannisannisan

Dün o uğurlu yağmur yağdı!
Ben her yıl bir hevesle anlatırım bu masalı herkese. Heyecanla beklerim, illa ki bir damlası değsin isterim.
Nisan ayının ilk yağmuru yılın ilk yağmuru kabul edilir ve de illa ki ıslanmak gerekir. Çünkü çok güzeldir, her derde devadır, keyiflidir, mutludur.
Derler ki, bu damlalar pek bir gururluymuş, e kim olsa öyle hisseder, ilk yağmursun az şey mi, hatta bazıları böyle salına salına gökyüzünden inermiş...
Sonra, yeryüzüne yaklaştıkça, kocaman denizi görürmüş yağmur hanımlar. Denizi düşünsenize minicik damlanın gözünden...
Bu damlalardan bazıları, o kibirlerini bir kenara bırakır, boyunlarını bükerlermiş. Edep gösterirlermiş.
İşte bu boynunu büken damlalar, istiridyenin içine inci oluverirmiş sonra.
Bükemeyenlerse, yılanın ağzına zehir derler...

Büyükler "Nisan Tası" bile yapmışlar, her yıl bu damlaları toplamak için. Sonra içerlermiş, yağmurlar yağsın dilekleriyle toprağa dökerlermiş, saçlarına sürerlermiş...
Ben şanslıydım, gördüm onlardan en bilinenini.

sevmiyorum!

Gıcık olduğum bloglar var benim. Sevgi kelebeği değilim. Lüzumsuz kalabalık.

Mesela mükemmel anneler var, sevmiyorum onları, gerçeküstü geliyorlar. Planlı, sıkıcı. Hasta olmayan, kusmayan çocuklar, dahiler, her şeyi biliyorlar, yaşıtlarından ilerdeler. Proje çocuklar. Bugün bilmem ne aktivitesini yaparken, şekilleri şöyle yerleştirdi, tanrım öyle mükemmel ki. Anne ayrı mükemmel her şeye yetişiyor, o bir milenyum kadını, hem çalışıyor, hem bakımlı, hem anne, bir de blog yazıyor. İnsanın cesaretini kırıyorlar.

Sonraaa, kendini moda dergisi zannedenler. Gugıllayıp buldukları resimlere "ayy hiç yakışmamış", "ne kadar da tatlı" falan gibi yorumlar yazıp yayınlayanlar. Zannedersiniz ki, beş çayında beraberler, öyle bir samimiyet. "Victoria dedik sana bu topukluları giyme diye", "bilmem kimin kızı kendisine ne çok benziyor, keyifleri hep sürsün" falan. Yani "giyinmek ve makyaj yapmak bir bilim dalı ve ciddi bir kabiliyet, e bende de bu var en iyisi ifşa edeyim" halleri. Belki de içten içe kendilerini orda görmek istediklerinden veya "ben de güzelim neyim eksik" bunalımı. Oysa onlar sadece kuaförde rastlaşıp, gereksiz düzeyde kokoş olduğunu düşündüğümüz kızlar, hani "evden özensizce çıktım ama yine de ne kadar güzelim" izlenimi vermek için saatlerce uğraşanlar. Gazete okumaz, "dergi bakar"lar ve alışveriş, ev dekorasyonu gibi şeyler yegane hobileridir. Zaman zaman bir sabah şekeri hissiyatıyla gubidik kampanyalar yaparlar, "şu soruyu cevaplayanların arasından yapacağım çekilişle kazanan kişiye, bir sıkımlık parıltılı diş macunu armağan edeceğim" falan derler. Rating yapan konuları iyi bilirler, kilolara çözüm, yeni bir krem falan gibi... Ayrıca televole jargonuna hakimdirler: "yeni tarzıyla göz doldurdu", "hem göze hem kulağa hitap etti", "doğumdan sonra verdiği kilolarla..." gibi. Ha, bu hobiyi paraya dönüştürebilmişlerse daha bir kibirli oluyorlar, hani okul çizgi filmlerinde olur ya dörtlü takılan aralarına kimseyi almayan, dedikodu yapan ve bütün derdi giyinmek olan kız grubu, işte onlar gibi.

Her tarafı gugıl reklamlarda döşeyenler ve hatta "tıklayıverin nolucak" diye not bile düşenler var. Bunlar kendilerini internetten para kazanmayı başarmış "yırtmış" insanlar gibi görürler ve bir gün bulacakları parlak fikirle köşeyi dönmeyi hayal ederler.

Herkese yerli yersiz yorum bırakan, "tamam mı kuşum", "harikasın kuzum" tipler vardır. Gördüğünüz yerde kaçın, engelleyin falan hatta. Seda sayanın internet versiyonu, "bacım benim". Bunların bir de "ağır abi" versiyonları var ki mahallenin köşesinde bütün gün dikilen tiplerin ta kendisi onlar. Genelde bu ablalar, o abilerle takılır zaten :)

Sonra bir internet zabıtasının varlığına bütün kalbiyle inananlar var. "Adsız yorum bırakıyorsun ama ip adresini biliyorum, istanbuldasın ve 40 yaşındasın" falan:) Yasal yollara başvuracağım tehditleri. Evet sana yuvarlak ifadelerle fikrine katılmadığını belki biraz saygısızca belirten birine dava açarak çok kısa sürede sonuç alabilirsin eminim. "Türk adaletine güveniyorum."

Kendini köşe yazarı zannedenler var. Genelde bunlar sözlüklerde de yazarlar ve "bir kaç" okuyucuları vardır. Bunun sonucunda gereksizce gelişen bir egoya sahiptirler. Kendilerini ünlü ve daha da beteri yazar zannederler. İşte bloglarında böyle açıklamalar yaparlar falan. Güncel olaylarda kendilerine doğan söz hakkını (bkz deryik demişti: biliyosunuz bu ülkede saniye 1 çocuk doğuyosa, 10 tane de cevap hakkı doğuyo.) bloglarda kullanırlar. Evet o kendini bir tuttuğu yazar da gelip blogunu okuyacak ümidi. Genellikle agresiftirler, tartışmalara girerler ve bunları da bloglarında taşırlar. Basın açıklaması yapar gibi. İclal Aydın'ın "yazın dünyası" tripleri bunlarınki pek benzer bence. "Beni de aranıza alın ben de nişantaşı çocuğuyum" olayı. Klişelerden beslenirler, "boğazda rakı balık", "vapurda martılara simit attım", "evde tek başıma soğuk bir bira açtım", "kendi ayakları üzerinde duran kadın", "şehir insanının yalnızlığı", "orhan pamuk'un son kitabı" gibi konular sık sık karşınıza çıkar. Sıklıkla "ey okur", "sevgili okur" gibi tabirler kullanmalarını altında, günün birinde imza günü yapma hayalleri vardır aslında.

Tuhaf ablalar var. Her kelimeye link vererek açıklamaya çalışan, çok bilmişler. Yalnızca küçük dağları değil, bütün dağları ve hatta denizleri onlar yaratmıştır. Aman kızmasın diye herkes bir pohpohlar onları, şiştikçe şişerler. İçleri boş oysa. Herkesin bildiği ve çoktan içselleştirdiği pek çok şeyi yeni keşfeden olma heyecanıyla zırvalarlar. Bu ima edilince de acaip öfkelenirler.

Sıkıcı ergenler var. "bgn askimla kavga ettik. 10uncu günümüsdü ve sonucta bu bnm en uzun soluklu iliskim. btn gün evanesence dinnedim sora. napcas bilmiorum" diye yazanlar var. Bunlara dekoder gerekli, başka bir dilde yazıyorlar çünkü.

İmla klavuzu hediye etmek istediklerim var. Ki ve De ekleri konulu bir sempozyuma davet etmek de istiyorum aynı kişileri.

İki lafından biri marka olanlar var. "Geçen gün starbucks'ta kahve içtik, sonra bershka'ya uğradık, house coffe'nin muhteşem brownisi yedikten sonra, ipodumuzu kulağımıza taktık ve lush'tan şampuan alıp erkenden eve döndük çünkü camperlarım ayağımı sıkmıştı" Sınıf atladım çok havalıyım. Kültürüm sıfır. Her şeyi fiyatıyla ve etiketiyle değerlendiriyorum ve kişisel tarihimi bile onlarla kaydediyorum. Bu gençler bir de yurtdışına falan çıkmışsa vay halinize bu kez ayşe arman dubai'de görgüsüzlüğüyle, havaalanında yaşadıkları minik bir olayı anlatır da anlatırlar.

Sağa sola fesat yorumlar bırakanlar var. Bir kısmı da adsız. Onlar işte bu "camdan bakan cıkcık teyze". Yani olumsuz bir şey yazabilirsin elbette ama laf sokmak falan çok tuhaf oluyor. Bu kişiler aynı zamanda, okudukları haberlere "ben de çok karşıyım böyle şeylere" diye yorum yazarak sosyal sorumluluklarını yerine getirdiklerini zannediyorlar.

Yemek bloglarıııı! Çok çok çok harika olanları var ki onlara bayılıyorum ve de gayet faydalanıyorum. Ama geri kalanları genelde kötü kopyalar. Yemekteyiz'e katılan "kaç yıllık ev hanımıyım ben" insanları. Kötü fotoğraflar, yarım yamalak tarif, "bizim evde brokoli çok sık pişer" diyen tipler. Bayık ve samimiyetsiz.

Küçük nil ve amelie'ler... Basit ve olağan şeyleri uzun uzadıya yazmak en sevdikleri. Büyük ihtimalle kelimeleri yuvarlayarak konuşuyorlardır ve şaşkın bakan gözleri vardır. Tahminim bu. Karışık ve devrik yazmayı bir tarz addederler. "Anlaşılır olmak" avamdır bunlara göre.

Desperate Housewives var. Sabah kalktım kahvaltı ettim, spora gittim, akşama kocama şu yemeği yapıcam. Sabah kalktım kahvaltı etmedim, komşuya gittim, akşama kocama diğer yemeği yapıcam. Öeeeh. İnsan her gün aynı şeyi yapmaktan ve dahası yazmaktan sıkılmaz mı yahu?

E bu olur da"Sex and the City" hatunları olmaz mı, var tabi, peki ya "Ally Mcbeal" tipleri, ah elbette. "Ben de dalgınım, ben de sanrılar görüyorum haydi yazayım izlerken çok sempatikti."

Zıpzıplar var. Hani bir eve girersiniz, nereye bakacağınızı şaşırsınız, kitcsh müzesi gibi. Tavandan sarkan yapma sarmaşıklar, duvarlarda yuvarlak kasnaklar, acaip perdeler, karman çorman halılar, biblolar biblolar biblolar (ki bu en anlamadığım kısmı, onlara tapıyor musunuz kuzum?) ve daha bilumum gereksizlik. İşte bu kişilerin blogları da böyledir. Her taraftan bir yıldız, bir şekil, şarkı, yazımı beğendiniz mi tıklaması, rastgele yazı getiren hede, yok bilmem ne, ne bulduysa ortaya bir karışık yap modeli. Kaçın!

Özenti gençler. Bunlar bu gençlik dizilerinin etkisinde kalmış, sürekli ilişkilerini falan irdeleyen, "hayatım boyunca...", "şu güne kadar hiç...", "beni bilen bilir..." diye büyük cümleler kuran küçük çocuklardır. Alkol almayı büyümek, bilmem ne konserine gitmeyi yetişkin olmak zanneder, anlata anlata bitiremezler. O sıradaki erkek arkadaşlarından ya da bir yazıdan, filmden kopyaladıkları fikirleri alınlarına yapıştırır öyle gezerler. Agresiftirler. Özentilerin bir davranış biçimine daha rastladım. Bunlar zinhar "allah" demez. "Tanrı korusun", "Tanrı lanetlesin böyle insanları" falan der. Bunlar işte Amerikan dizilerinden beslenen, aslen varoş gençlik. İnançlara elbette ki saygılıyım, aksi düşünülemez ama "ay allah korusun ya" diyerek tahtaya vurmak son derece doğalken, kastırarak her cümlede "god bless all" halleri komik komik komik geliyor. May the force be with you diyesim geliyor :)

Şimdilik bunlar ilk aklıma gelenleraslında daha uzayıp gidebilir bu liste. Ama bu kadar yeter, rastlayıp yolumu değiştirdiklerimden bir kesit işte...

Bir de...
Ne çok sevdiklerim var, kalbimde sakladıklarım, yıllardır tanışıyorum zannettiğim, bazen yorum yazmadan ses çıkarmadan gizli gizli takip ettiğim. "Ah şu konuyu bir de o yazsa da okusam" dediklerim... "Ne kadar içten, ne kadar gerçek" diye okumaya kıyamayarak baktıklarım, bir gün pijama partisi yapar da sonsuz gevezelik ederiz diye heveslendiklerim. Çalışmaya ara verdiğimde nefes aldıklarım, bazen kendim zannedecek kadar içime kattıklarım...

Hamiş: "yok canım asla sen değilsiiin" demem için "ben miyim" diye sormayın olur mu:)