Seni seviyorum.

Her gördüğümde, “yeniden” aşık olduğum için değil, her seferinde sahiden “ilk kez” olduğundan sen.

Senin beni sevmenden, muhteşem bir sevgili olmandan bağımsız. Bu aşkın karşılık bulması sadece mucize.

Küçük şeylerde kaybolmak sonradan geldi. Gece yarısı yaptığın kahve, beni olduğum gibi sevmen, daima desteklemen sonradan geldi. Sevdiğin şarkılara eşlik ederken, detone olmaya aldırmadan o şarkıları en bir güzel söylemen de. Neye kalkışacak olsam “delirdin mi?” demeyecek, “yapamazsın” demeyecek biri var. Anlarda mutluluklar bulmak daha sonra geldi. Çok keyifli bir gülümsemenle hayat dolmak. Ben kimseden bir şey isteyemem. İstemedim hiç. Hasta olduğumda, mutsuz olduğumda, ağladığımda saklanırdım hep. Bu değişti mesela senden sonra. Hasta olmanın keyfine vardığım oldu. Garip bir bağ bu. Hala anlamıyorum bazen, gece uyanıp bakıyorum sana böyle "kibritçi kız" bakışlarımla. Ama sen o masalı bitirdin ve yenisini yazmaya başladın, acemi ellerimi tutarak değil mi?

Ben seni seviyorum çünkü seni seviyorum. O kadar.

Çünkü senin varlığın bahar gibi, tarçın gibi, mor gibi, çakıl taşları, gökyüzü, şarkılar, şiirler ve en çok İstanbul gibi. Sevdiğim her şey gibi.

Bu şarkıyı her dinlediğimde, hani o hayal ettiğimiz yerlerden birindeyiz sanki, geniş düzlükler, yemyeşil bir yer, çiçekli elbise, bisiklet, püfür esen bir rüzgar, ya da belki motosikletteyiz, o yere doğru gidiyoruz, veya sanki yolun karşısında elin cebinde hani beni görünce yüzüne konan şahane gülümsemen yüzünde, bana doğru yürüyorsun, cebinde mutlaka seveceğim bir şeyler….


Colin hay/waiting for my new life to begin

Any minute now, my ship is coming in
I’ll keep checking the horizon
I’ll stand on the bow, feel the waves come crashing
Come crashing down down down, on me
And you say, be still my love
Open up your heart
Let the light shine in
But don’t you understand
I already have a plan
I’m waiting for my real life to begin
When I awoke today, suddenly nothing happened
But in my dreams, I slew the dragon
And down this beaten path, and up this cobbled lane
I’m walking in my old footsteps, once again
And you say, just be here now
Forget about the past, your mask is wearing thin
Let me throw one more dice
I know that I can win
I’m waiting for my real life to begin
Any minute now, my ship is coming in
I’ll keep checking the horizon
And I’ll check my machine, there’s sure to be that call
It’s gonna happen soon, soon, soon
It’s just that times are lean
And you say, be still my love
Open up your heart, let the light shine in
Don’t you understand
I already have a plan
I’m waiting for my real life to begin

avam

Avam insanların birçok ortak özelliği vardır.

Mesela; ilk tanıştığınız dönem gösterdikleri aşırı ve lüzumsuz samimiyet. Onların “canım”, “bebeğim”, gibi kelimeleri tanışmanızın beşinci dakikasında kullanmaya başladığını görebilirsiniz. Buna en iyi örneklerden biri; Seda Sayan’ın “bacım” nidası olabilir. Bu tehlikelidir çünkü birebir ilişkilerde önce kendilerine ait hiç merak etmediğiniz saçma konuları anlatırlar, hemen ardından sizin mahremiyetinize girmeye çalışırlar. Onunla paylaşmayı hiç de düşünmediğiniz konular hakkında fütursuzca soru sorma hakkını kendilerinde görürler. Paylaşmazsanız, onlara göre ya ketumsunuzdur, ya kibirli. Simbiyotik yaşamayı ilke edindikleri için, sizinle de aralarındaki sınırı korumayı bilmezler. Paylaşmadığınızda da alınırlar. Dostluğuna güvenmeyin çünkü onun dostu olmak ışık hızıyla gerçekleşir. Bu size özel değildir.

Avam kişiler genellikle bir imaj, bir kişi veya bir tarza öykünürler ve ona uygun yaşıyor gibi davranırlar. Bu bir insanın günlük alışkanlıklarını taklit etmek olabilir. Sınıf atlama kaygılarını, zaten atlamış gibi göstermeye çalışmak olabilir. Bazıları solculuk oynar mesela. Hiç anlamadıkları yazarları okur ve yine anlamadıkları için hangisi neyi anlatıyor bilmeden üzerine konuşurlar. Bal yapmaz arı der ya büyükler, işte aynı ondan. Vızvızvız. Ne bileyim, mahalle parkında ucube aletlerde her sabah üç kere sallanmayı “sporu seviyorum” olarak size sunabilirler. Bu Hülya Avşar’ın tenis oynaması ve dergi çıkarmasına benzetilebilir. Olmayan bir alışkanlığı var gibi göstermek. Mesela; burhan altıntopun “ben de Nişantaşı çocuğuyum beni de aranıza alın” feryatları bunun biraz abartılmış halidir ama durumlarını tam olarak anlatır. Ona sorarsanız o da, diğerleri gibi dergide çalışıyordu hatta müdürdü, o da eğitimliydi, o da artık şehirliydi ama biz dışarıdan ne kadar garabet göründüğünü fark edebiliyorduk. O ise farkında değildi! Kilit nokta burası.

Size bir konu hakkında fikir sorar, sonra hemen o elbiseyi üzerine giyer ve hatta kendi dikmişçesine gururla taşır. Unutur, çünkü o sizi taklit etmeyi o denli içselleştirmiştir. Kopyala yapıştır onun mottosudur. Saçınız pembedir, size “aa nasıl yaşıyorsun o saçlarla dikkat çekmiyor musun” gibi bir soru sorabilir. Sonra siz içtenlikle “işte önce rengini açtılar sonra bik bik” diye anlattıktan iki gün sonra; siyah saçlı fotoğrafının altında “pembe saçlarım ve ben… Pembe saçlı olmak öyle bir şey ki...” diye şiirsel yazılar yazabilirler. O hakikaten saçlarını pembe sanıyor, kızmayın. Ve asla saçlarının siyah olduğunu hatırlatmayın, bunu duymaktan hoşlanmayacaktır.

Ayrıca en büyük ortak özellikleri, eleştirildiklerinde aldıkları hal. O canım cicim ve “hadi her şeyimizi paylaşalım” samimiyeti birden tamamen çirkinliğe dönüşür. Acayip hakaretler, açıklanamaz davranışlar, ancak mahalle kavgasında ağza alınabilecek cümleler. Şaşırmayın. Tabi ki ondan bir İngiliz asilzadesi olmasını beklemiyordunuz ama yine de hazırlıklı olun. Bu kadar öfke hangi arada birikti şaşarsınız, ama unutmayın onun bütün derdi siz olmak, gerekirse bunun için sizi yer bile.

Eğitim durumları genelde benzerdir. Ya yeterli eğitimi alamamışlardır, ya da almışlardır ama bunu bir baltaya sap edememişlerdir. Bunun verdiği aşağılık duygusuyla kendilerine bir uzmanlık alanı seçerler. Bu uzmanlık alanı aslında herkesin bildiği ve vakıf olduğu bir konudur. Ama olsun, o eşsiz bir insan olduğu için, eşsiz bir öğrenci/kadın/eş olacaktır. Mesela; eğer anneyse çocuk eğitimi; eğer evli ve çocuksuzsa; mükemmel eş olma gibi. Bunlar değişir; alışverişe meraklıysa ve güçlü bir sponsoru varsa; stil uzmanı kesilebilir, yeşil seviyorsa, sağlıklı yaşam konusunda ahkâm keser, çiçek seviyorsa, botanikte bir numaradır, düğme dikebiliyorsa tasarımcıdır, photoshop’u açabiliyorsa grafik konusunda dehadır, iki kere radikal gazetesi almışsa da siyaset uzmanı ta kendisidir. Eğitimli olduklarını iddia ederler fakat dikkat edin genelde çalışmazlar. Çalışmayı deneseler de iş hayatları uzun sürmez, bunu da kendi tercihleri, özgürlüklerine düşkünlükleri veya hiç olmadı “beyim istemiyor”la açıklayabilirler. Ve yaratıcı işlerle meşgul olduklarını iddia ederler. Hayır, tek neden, profesyonelliğin olduğu ortamlarda onun gibilerde yer olmamasıdır.

Bir adımlık işi on adımda anlatırlar. “Bugün vapura bindim” Hayır o önce, jeton alır, tanrım çocukken de böyle vapura binerdi onu anımsar, sonra ağır ağır insan kalabalığına karışır, sonra saatine bakar; aa vapur gelmiştir. Yavaş yavaş adım atar, kolunun altındaki gazetesini hatırlar ve vapura biner. İşte bu, maksat zengin dursun. Öyle ki; eğer yanında erkek arkadaş/ezik bir kız arkadaş gibi bir şey varsa, o sırada onu da kişisel fotoğrafçısı ilan eder ve yüzlerce vapura binme fotoğrafı çektirir. Bu küçük şeylere anlam yüklemek değil, fındık kabuğunu doldurmayacak meselelerle zaman öldürmektir.

Bu insanlar apartman kavgasında bağıra bağıra kapıcıya hep kendisinin su verdiğini söyleyen kişilerdir. Pazar günü siz balkonda kahvaltı ederken tepenizden halı silkeleyen ve bunu “bir Pazar evdeyim ne zaman yapayım canım” diye açıklayandır. Trafikte “canım kardeşim” diye parmak sallayarak konuşan adamdır. Lokantada garsonu “biliyoruz bu işleri bir siparişi karıştırmamak ne kadar zor olabilir ki” tavrıyla azarlayan insandır. Haksızlığa uğradığını hissettiğinde, eğer kadınsa, direk kocasına/sevgilisine sığınır; “beni çok mağdur ettiler çok üzüldüm aşkitom” der ve adam onu pohpohlar; “bırak ya onlar senin attığın tırnak olamaz, ne kendini üzüyorsun” minvalinde laflarla kırılan egosunu tamir eder. Ayrıca yine onların o samimiyet döneminde kazara birkaç şey paylaştıysanız, bu tartışma döneminde ortaya döküleceğinden emin olabilirsiniz. Aranızdaki bir mektubu herkese okumak, özel bir paylaşımı genele yaymak… Her şey olabilir. Amaç bellidir; şov yapmak. Herkese “bakın haklıyım o çok iğrenççççç biri ve beni ağlattııı” diye duyurmak. Çünkü bilirsiniz, mağduru oynamak hep işe yarar bizim buralarda. Bunu da “onun seviyesine inmiyycemm yorum size kalmışşş” havasında yapar. Seviye nedir rakım mı ben hala bilmiyorum, ama konumuz bu değil.

Sürekli saflık edebiyatı yaparlar. “Ben çok iyi niyetli olduğum için…” diye başlayan cümleleri onlardan duyabilirsiniz. Üzerilerinde böyle gereksiz bir neşe, samimiyetsiz bir pozitiflik vardır. “Hayat işte yara ala ala öğrenicem” geyikleri anlatırlar; sakın “bundan bana ne” demeyin. Bu kişiliklerini oluşturan en temel özelliktir. Sosyal hayatta insana yardımcı olacak birçok erdemden bihaberdirler ama bu “iyi biriyim ben” sıkı sıkıya tutunurlar. Ha bir de; “dobra”dırlar. “Aaa ben yüzüne söyleyemeyeceğim şeyi arkasından söylemem tatlım” derler; yani dedikodu ama daima inkâr. "Konuşsam ortalık sarsılır" kadar sır tutma yetisi. Patavatsızlığı açık sözlülükle karıştırmak.

En sevdikleri şey atasözleridir. Affedersiniz, atasözü bilmek bile bir görgü ve kitap okumak sonucu gerçekleşir, bunlar daha çok minibüs arkası sözlerle yaşarlar. “beni çekemeyen anten taksın”, “Çok da tınn”, “kalbinde yer yoksa güzelim korkma ben ayakta da giderim”, “kimseye hak ettiğinden fazla değer vermiyycekksin” gibi sözler. Bunları başlarından geçen olaylarda mutlaka kullanır, sürekli bu şekilde mesaj verirler. İlahi adaletin daima kendilerinden yana olduğuna emindirler. İlahi adalet ne de olsa işi gücü bırakıp onun ezilen gururunun tamir etmekle uğraşacaktır tabi, dünyadaki savaşlardan falan daha önemli bir konu. Bunun altında kendilerine âşık olmaları yatar. Kurtlar vadisi ve ezel karışımı bir felsefeye sahiptirler.

Afilli olması için bazı kelimeleri seçerler. Örnek verelim; mütevellit, binaenaleyh, velâkin. Bunlar genellikle edat/bağlaç olur ve kesinlikle yanlış kullanırlar. Örnekleyelim; portakaldan mütevellit meyve suyu. Bence pazara gidelim binaenaleyh. Seni çok seviyorum velakin sen çok iyisin. Bunlar gibi tamamen alakasız durumlarda şık bir edat veya bağlaç kullanıverirler.

Tavsiyem; bu kişileri yukarıda bahsettiğim özelliklerinden teşhis etmeniz ve derhal kapsama alanlarından uzaklaşmanız.

Şimdilik bu kadar.

Bir insan türünü daha gördük ve tanıdık :)

gribal

Güne hasta başlamak kadar berbat ne olabilir?
Boğazım uzun zamandır bu kadar acımamıştı. Bademciğim yok benim, şişmek de değil, daha beter bir his. Ayrıca evin tek hastası da ben değilim, sevdiceğimle senkronize hasta olmayı başardık. E şahane bir haftasonunun ardından ancak bu gelebilirdi. O işe gitmek zorunda kaldı, ben biraz çeviri yaptım. Bizim ailede nesilden nesile aktarılan deva karabiberli bal olayı boğazımı biraz kendine getirdi. Şimdi cuppa yatak, umarım o da eve gelebilir. Birimizin akşama çorba yapacak gücü toplaması gerekiyor.

Alice'i izledik. Hayatta en sevdiğim kitaplardan biridir. Film neden dublajlıydı, altyazılısı neden yoktu ayrı bir sorun. Bence tek başarılı yanı müzikleriydi, ki Danny Elfman as always.
Tim Burton'un en ölü filmiydi bence. Bir ara o ejderhayla boğuşma sahnesinde uyuyakaldım. Benim gibi bir sinefil için bu ölümcül vaka. Sonu ayrı bir felaket, herkese ayar çekmesi sonra işlerin başına geçmesi falan. Gerçekten kötüydü. Kötü. Hoş detaylar yok muydu, elbette vardı ama o kadar da olsun lütfen.

Eve bisiklet almayı düşünüyorum. Evet, bir yere varmadığın sürece pedal çevirmek manasız ama buna ihtiyacım var.

kelebek

Ne söylesem az kalacak, ne kadar şımarsam az.

Evde çiçekler, çiçekler. En bir kalpten notlar. Hapşırıyorum pek sık ama buna değer. Cebimde hediyeler.

*

Yoğun ama pek güzel günler. Şimdi bir kere benim artık silikon tabancam var. Matkap gibi pahalı bir şey sanıyordum, değilmiş. Sonra; benim keçelerim var. Puantiyeli kurdelelerim. Deryik hanımla bir sürü craft hayalimiz var. Bazıları için sponsor gerekiyor, bazıları için biraz vakit. Ne eğlendik cumartesi, bir sürü gevezelik, orada sakince oturulabilecek tek yeri bulması. Dünyanın en beyefendi yaşlı amcası. Bir an dedemlerde bayram ziyaretindeyim sandım, öyle bir özen. Tek sorun onun hep yağmur bulutlarıyla, rüzgarlarla gezmesi. Sonra ben minik yaka iğneleri yaptım, minik tamiratlar yaptım. Anaokulu faaliyet saati gibiydi. Bu hafta daha bir verimliydi gezimiz:) Şimdi devasa el işimiz için ilk ilmekleri atıyoruz. Aa fotoğraf bile çektik!

*

Eminönünde doğumdan ölüme kadar gelişen kilit olaylar için ne lazımsa var; doğum, lohusalık, sünnet, mezuniyet, askerlik, nişan, düğün, hac ve nihayet ölüm! Çeyiz cenneti. Kâbuslardan kâbus beğen. O ne acayip yataklar, ne korkunç elbiseler, gelin görümce alışverişe çıkan asık suratlı terli teyzeler. Küstüm yastığı nedir çözemedim. Bu teyzelerin hepsi mi asık suratlıdır bilemedim. Gelin kızlar kurbanlık koyuna benziyordu daha çok. O kadar acayip şeyi eve doldurmak sanırım sonra da; "aldılar bari kullanayım"ı getiriyor. Bilemedim. Onca delilik içinde, bana uygun olan tek şeyi kaptım; taze kahve.

*

Evde en sevdiğim eşyalardan biri mini mini mutfak alarmım. Ben çok dalgınım. Çok. Yemek yapmayı severim ama bende şöyle yürür: malzemeler, baharatlama, doğrama bilmem ne, bu işlemler pek bir neşeyle. Fakat tencereye/fırına atılıp bekleme aşamasına geçildiğinde, eğer başında durmamı gerektirecek bir şey söz konusu değilse; unuturum. Ki zaten başında beklemek dünyanın en anlamsız şeyi olur sanırım. Unuturum yani çok basit. Unutmaktan da garip, benim için o iş bitmiş oluyor, kafamda tik atılıyor ve tamamen aklımdan çıkıyor. Önceden bin bir tuşa basarak cep telefonumu kuruyordum. Bu şahane basit kronometreyle mesela 20 dakika mesela 10 dakika sonra bir sesle kalkıp altını kapıyorum, fırındaysa yönünü değiştiriyorum. Hayatımı kurtarıyor.

*

Bu arada ekmek makinesinde gayet kabaran, şapşahne kekler yapıyorum zahmetsiz. En pratik bir şey.

*

En son çim adam vardı evde. Onu bile öldürmeyi başardım. Evdeki çiçeklerden biri saksılı falan bakılası bir şey, ismi bile var. Bakalım, bu sefer becerebilecek miyim?

*

Ben birkaç gün önce, bir kelebek olup kozamdan çıktım. Bu sadece kendime not. Çünkü, kozadan çıkış sürecim sancılıydı, zordu, güzeldi. Ve şimdi kanatlarım çok güzel. Unutmayayım diye.

*

Ve teşekkürün en şahanesi bu hafta sonu evi “çinnnk” diye ses çıkacak kadar pırıl hale getiren sevdiceğime. Böyle şu an yere basmaya kıyamıyorum diyebilirim. Ayrıca her zamankinden fazlaca şımarmama izin vermesi ve ortam sağlaması da takdire şayan:)

*

Evden çalışıyor olsam da, pazartesi’nin bir sendromu var ne yazık ki, haftalık planlar, önceki haftanın geri dönüşleri, yeni haftanın planları… Ve bu haftanınki başarıyla atlatıldı. Hop bugün Salı. Mart ayı şahane başladı.

*

Artık gece uykusuzluklarını bıraktım. 12de uyku, 5te güne başlamak. Hoş bir durum, öğleden önce sokaklara dökülebilmek, belki biraz kestirmek, akşama zıpzıp bir denizkızı olmak.

*

Bir de benim artık, bana özel yapılmış bir şarkım var, serenadım bile var, bana özel bir pastam var, beyaz çakıllı çiçeklerim var, en sevdiğim bir kupam var, dehşet renkte bir ojem, benden başka kimsede bulunmayan bir kolyem var, mis kokulu mumlarım, pofuduk mor havlularım var. Daha neler neler.

*

Ayrıca; gerçek bir mucize görmek isteyenler için; yasemin çayı.

*

Bir de en harika ve “beni seven onu da sever” bir blog: http://a-little-penny.blogspot.com/

25

25.

Acayip bir rakam. Pek yuvarlak. Düz hesap. 25 çubuk, 25 çentik, 25 kelime, 25 kibrit çöpü. Hop. Ben en son 18’i hatırlıyorum onda bile böyle hissetmemiştim. Çeyrek asırlık bir ömrüm oldu, bir bu kadar daha geçince 50 olacağım, hayat pek hızlı o zaman. Sanırım artık sabah vakitleri bitti benim için, öğlen oluyor, gün dönüyor.

Doğum günümü çok seviyorum. Bundan olsa gerek; 3 yıl önce bugün bu saatlerde, beyazlar içinde sevdiğim adama evet diyordum. Doğmaktan sonra yaptığım en iyi şey için, doğumgünümü seçtik. Ve en az yaşım kadar kutlamaya değer bir şey, sevgililiğimizin evlilikle taçlanması. 3 de sihirli bir rakam bugün.

Evet bu sene “İyi ki doğduuum la la laaa, gördün mü 25 oldum!”u döne döne, bağıra çağıra söyleyebilirim. Kutlamalar başlasın. Bundan sonrası için şahane planlarım var. Korkularımı, endişelerimi, büyüme sancılarımı ilk çeyreğe bıraktım. -Hayır daha büyümedim tabi, sadece sancılarımı bıraktım.- Şimdi mucizeler, süprizler, maceralar.

Amaaaa; ben bir müddet 25 kalacağım, mümkünse bir sonraki yuvarlak sayı; 30’a kadar falan. E artık başlamalı bu hesap kitaplara. Hem çıtı pıtı görüntüm benim, kurtarır:)

Yihhu ben 25 oldum!