hazırlıklar

Evet, yavaştan başladı. Ve hatta çokça ilerledi. Malumunuz tedbir benim göbek adım:)

Evde bir misafir telaşı sanki. Veya uzun bir yolculuğa çıkacağız, onun hazırlığı.

Önce nereden ne alınır öğrendik, çünkü biz alışveriş uzmanı bir ikili değiliz. Avmlerin çoğunu hiç görmedik bilmeyiz.

Bir de en önemlisi ben, bu konuyla ilgilenmezdim. Bu kararı verdikten sonra bile, daha çok ruhsal hazırlık kısmıyla meşgul oldum-olduk. Ve hani yolda “ayy ne tatlı bogucuk” yapan kızlardan biri olmadım hiç. Bebek sevmem. Hala da sevmem. Hangi boyuttaki hangi yaştadır anlamam. Otobüste, uçakta, sinemada falan çocuk oldu mu sinir olurum. Oluruz. “Kesin mızmızlanacak” diye düşünürüm ve çocuk işte illa ki öyle olur. Bir ara aramızda Chucky ismini takmıştık o tür veletlere. Misal alt katımızda gece gündüz bağıran çocuğa Chucky diyorduk, tabi “ev teröristi” desek ailesi alınabilirdi değil mi? Ve doğrusu anlamam herhangi bir çocuğu sevebilme duygusunu. Hani arkadaşlarımınkini, kuzenimkini falan evet tabi, ama o kadar. Ve çok nadiren efendi, uslu çocukları sevimli bulabilirim, hepsi bu. Belki de herkes anne olarak doğmuyor.

Özetle bütün bu sebeplerden, bu konu benim için bir bilinmez. Ve tabi internet şahane bir kaynak.

İlk kez bir şey alırken sevgilimle, 1.5 yaşı, 1.5 aya uygun zannettim. Ebatları şimdi artık ancak anlıyorum:)

Deryik’le bir araştırma turu yaptığımızda mesela, onun müthiş abla olmasından kaynaklı deneyimine hayretle baktım. O bu konuya hâkimdi!

Dünyanın her bir yerinde dostlarımızın olması hakikaten yeni bir anlam kazandı. Daha önce “buradan bir şey ister misiniz”e bir yanıtımız olmuyordu. Vereceğimiz zahmete değecek bir şey bulamıyorduk çünkü. Ama şimdi değişti işler. “Evet evet bak…” diye başlıyorum, hop kredi kartları, hop siparişler, hesaplar, “aa yaşasın shipping de ödemiyoruz” neşesi. Ve dünyanın bir yerlerinden robotlu tulumlar, arabalı havlular falan geliyor. Pek şanslıyız.

Meraklar değişiyor. Bpa-free gibi yepyeni terimler giriyor lügatıma. O biberon, bu oyuncak falan derken alışveriş listelerim tamamen değişiyor. O katlanabilen enteresan küvet en bir çok almak istediğim şey mesela. Bence müthiş bir icat olan timer beni çok heyecanlandıran bir eşya.

Evde bir dikiş makinesi var şimdi. Serin havalardan istifade evde pek değildim, vakit olduğunda ilgileneceğim. Ufak tefek bir şeyler. Hiç değilse anı olsun diye.

Ben evi bir müzeye çevirmeyi düşünmüyorum, ilk kulak çubuğu, ilk tulumu falan saklamayacağım. Kendisi bende olacak –inşallah- ve deli gibi fotoğraf çekmek var zaten. Ama işte dikiş makinesi mesela; bazı şeyleri kendim yapmak için. Sırf öyle istediğimden. Örgü şişleri de öyle, yoksa her şeyin alası var artık hazır. Aynı şekilde, beşiğini de babane ve dedesi yaptırıyor. Bir heves, ellerinde fotoğraf, akıllarında renk ve detay tariflerimiz emektar marangozcularına laf anlatıyorlar. İşte bu gibi şeyleri saklarım. Çünkü anıları olacak. Çünkü biricik olacak.

Arkadaşlarıma, yakınlarıma çokça teşekkürüm var. Ben bu yeni gündemimi heyecanla paylaşırken “aa sıkıldık ama” demedikleri için.

Bu arada başka şeyler de yapıyoruz tabi, vapurlara biniyoruz iniyoruz, ucu gelmeyen kitaplar okuyoruz, çokça çalışıyoruz, dostlarımızla buluşuyoruz, artık hareketleri bile hissediyoruz, biz bu yazı çok güzel geçiriyoruz.

Bir de ev tipitip sakız kokuyor:)

"uçtum uçtum uç oldum"


Yıllardır bir hayal; aslında pek basit bir şey. Fakat işte nasiptir ya bazı şeyler, olmadı mı olmaz, bir aksilikler, bir şeyler. Bu kez kararlıyım ama biletleri en doğru yerden alıyorum.

Şarkıları tekrar tekrar dinliyoruz. Günlerce hayal kuruyoruz. Büyü bozulmasın diye kimseye söylemiyoruz. Yaşasın biz galiba bu konsere gidiyoruz!

Siz bilmezsiniz, ben çok defa o şarkılarda duyduğum kokulardan buldum yolumu. Geçtiğim yollarda ayak izlerini gördükçe çok kez için için sevindim. Kulak kesilip sesleri takip ettim.

Saatler kala bir iki cümle, hiç adetim değilken, hani nasıl desem; bir şişeyle denize mesaj bırakır gibi. Ama bir kadın, hemen yanıtlayan, beş dakika sonra telefonunu veren, “yok artık” hissiyle numarayı çevirdiğimde duyduğum en neşeli ve sahici sesle konuşan.

Yağmurlar yağıyor ama biz hiç ıslanmıyoruz. Ben ve sevgilim, bir de yanımızda taşıdığımız minik adam. Konser alanına geldiğimizde bir kez daha karar veriyoruz, evet biz onu bir yere bırakıp kaçmayacağız, peşimizde götüreceğiz, konserlere, seyahatlere, her bir yere.

Bir kadın ki; güzel gözlü, güzel gönüllü. Bu kadar güzel olmasa neredeyse Yoko Ono’ya benzeteceğim. İçten bir kucaklaşma. Sahi ruhların evvelden tanıştığı bir yer vardı değil mi? Evet oradan olmalı.

Sonra şarkılar. Hep tanıdık bir yerlerden. Hem yıllanmış, hem daima yeniden. Bunca şarkıyı tek bir yaşama nasıl sığdırabilir bu adamlar? Nasıl bu kadar bin yıllık ve yepyeni olabilirler?

Önce oturuyoruz sakin sakin. Yok olmuyor sonra kalkıyoruz, ayakta devam ediyoruz. Her birine avaz avaz eşlik ederek, kah kocaman kahkahalarla, kah gözümde yaşlarla. Yolculuğunu yarılamış hamile bir hatun zıplayabilirmiş sahiden. Hem de içindeki ruhun da pek mutlu olduğundan emin olarak.

Güzel şeylerin güzel sonu oluyor. İnsan uzun zaman bu seslerin üzerine bir şey duymak istemiyor. Hayat sanki bir an duruyor ve yeniden başlıyor.

Elimizde bir kitap, acemi adımlar. Kitaba imza çaktırmak isteğinin tek nedeni aslında; içten bir teşekkür. Çünkü insan bilmek ister bence, hiç farkında olmadan dokunduğu yaşamları. Bilmeden belki akışına yön verdiği suları…

Eve dönüyoruz, yine sadece kalbi olan birkaç kişinin anlayabileceği bir mucizeyi yaşamış halde. Avare adımlarla.

Gökten üç teşekkür düşüyor, biri; süpriz uzmanı birtanecik Sevgilime; ikincisi; hayalimizi gerçekleştiren Biricik kadına ve üçüncüsü de; Baba'ya.

alt tarafı bi' kaç uykusuz gece ve biraz kusmukla kaka!

Altı üstü annemizden iki tokat bi de fırça ile başladık. Hoşumuza giden ama yapmamamız gerekenleri öğrenmeye. Tokatların sebebi de ıslak bi don ve güneşte yanmış bir ten. Demenk ki habersiz gidilmemeliymiş yüzmeye.

Sonra öğretmenler başladı tokada. Neden? Ders saati okulda olunmalıymış, çayırda kiraz peşinde koşulmamalıymış.

Belki fiske vurmamıştır babamız ama onu da eklemesek olmaz. Yaptığımızdan dolayı üzüldüğünü görünce içimiz cız etmiştir, belki tokattan ağır sözlerle hatamızı anlatmaya çalışmıştır. Neymiş? Sigara sağlığa zararlıymış.

Askerde yemişizdir sıradaki fıskeleri ya da ağır kelimeleri. Ya koşuda sonuncu olmuşuzdur ya da hedefi vuramamışızdır. E "Her Türk Asker Doğar" ya, ondan.

Peki sonra? Sonra patrona gelir sıra. Artık tokattan uzağızdır, ama sözler daha bir ağırlaşmıştır. "Ulan iki tokat atsa daha iyiydi" diyenler çıkacaktır. Ama işe zamanında gelinmeliymiş, söylenilen anında yapılmalıymış. Değil mi?

Artık öğren hayatın yarısı bitti.

Hayatınızın belki tam ortasında. Belki ilk çeyreğinde, belki son.

Ben sıradaki cezamın ne olacağını biliyorum.

O kadar hayat dersinden sonra bunun da cezası, bu olsun.

vız gelir tırıs gider..
 
Bu yazı da mortingen'den :)

olan biten

Geçtiğimiz günlerde;
Lost'un finalini izledim ve galiba bir tek ben beğendim :) Mutlu oldum ben, bir kaç gün boyunca aklımdan çıkmadı. Güzeldi. Harika bir bitişti. Anlayamayanları ve hala "ama kutup ayısı neydi bikbik" gibi sorularla kalanları anlayamıyorum. Her şey çok güzeldi ve çok tadındaydı. Bence.

/
Çok zor bir iki hafta geçirdim. Bazı sağlık sorunları, ateşler içinde yatmak, nefessiz kalmak, sonra yeni yeni teşhisler, minik bir alerjiden kocaman bir astıma dönüşmüş haller. Ve tıp ilmi öyle bir şey ki; doktorun elini öpesin geliyor nefes almaya başladığın o anda. Elimdeki aksaklık geçti. Bulaşık makinesini icad edene, nefesimi açan doktor kadar minnet duyuyorum. Nasıl bir rahatlıkmış ve ben hangi akılla şu zamana dek gereksiz buluyormuşum şaştım.

/
Bolca ütü yaptım, son 3 haftamız sepetten lazım olanı alıp ütülemek ve hop giymek düzenindeydi:) Ve ben ütüyü severek yaparım, ara ara yardımcılar olduğunda bile yaptırmam. Fakat pek elim gitmedi ve halim yoktu, sevdiceğimin vakit bulup ütüleyebildikleriyle yetindim. Neyse nihayet bitirdim tamamladım oh.

/
Hava gerçekten sıcak ve ben zaten sıcağı sevmem. Bulduğum çözüm akşamüstünden önce evden çıkmamak. Ev püfüüür püfüüür ve klimasız olmasına rağmen serin. Bu da büyük nimet. Ve neyse ki günlerdir; yağmurlar yağmurlar…

/
Son günlerde okuduğum en iyi yazı: http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1275924620&year=2010&month=06&day=07

/
Bir de ben internet alışverişinden pek anlamıyorum. İdeefix ve amazon’dan kitaplar alırdım bir ara çokça o kadar. Ah bir de ebay ve gittigidiyor var tabi:) Fakat blogger arkadaşlarımın bazı şahane sitelerinden alışveriş yaptığım oluyor. Bazılarının üzerinden geçmiş olsa da, bir teşekkür edeyim:

En en en havalı keçeler: http://craftsbynazo.blogspot.com/ Ayrıca öyle iyi kalpli bir elden çıkıyor ki; şans da getiriyor:)

Anne olacağımı öğrendiğimde, bu güzel heyecanın anısına kendime minik bir armağan almak istemiştim. Sonra buradaki: http://www.hersheyler.com/shop Şahane bir kolyeyi beğendim. Çok sevdim. Geldiğinden beri boynumda. Ve yanında bir de sürpriz geldi. Ben böyle ağlamaklı, duygusal haller.

Bu dolaptan işinize yarayacak pek çok şey çıkabilir, ben sık sık bakıyorum: http://bizimdolap.blogspot.com/

Bir de Cuma günü pek şanslıydım, bu harika kitaplara yetiştim: http://ecearar.blogspot.com/2010/06/kitaplar-geldi-5-lira.html

/
Ve şimdi hooop çilek marmelatı.

08062010

Nasıl anlatsam?

“Karnımda bir şey var”dan “bir bebek bekliyoruz”a ilerleme hali.

Ama daha garip bir hal. Anlatması zor.

Başıma gelen bir sürü mucizeden sonra, en büyüğünü yaşamak galiba. Veya hep en sonuncusu mu en büyüktür? Belki pek özel bir örnek olacak ama; Allah’a inanmaktan, varlığını bilmekten, gerçekten iman etmeye geçiş. Bütün bir kalple. Pıtpıtpıt. Cüretkar bir misal mi olur; üç aşamadır ya hani ilimler; bilgiyle bilmek, gözle görmek, ve hakkıyla bilmek. Denizin varlığı bilmek, denizi görmek ve nihayet denizde yüzmek gibi. Bolca su yutmuşsun hatta bir de. Oh ne keyif, su dedikleri bu muymuş sahi? Balık mıymışım ben meğer?
Gerçekten sana özel “buradayım, yanındayım” demesi gibi. İçimizdeki gürültüden duyamayız ya bazen onu, bu sefer kocaman bir şölen var, duymamak imkânsız.

İçimde kocaman renkli balonlar, bir neşe. Havai fişekler, sanki gökyüzüne adımı yazıyorlar böyle kocaman.

Bazen gözlerime renkli damlalar dolduran bir şükür hali. Sırf teşekkürünü anlasın diye daha iyi bir insan olmak istemek. Vardı ya o filmde; “you make me wanna be a better man”. Ben öyle âşık olmuştum ki, o cümleyi anlamıştım. İşte tam da böyle. Ve daha güçlü bir insan, daha güçlü bir kadın.
Adını bilmediğim, başka bir mevsim. İyi bir haber alırsın, mutluluktan gözlerin dolar, aklına geldikçe ağlayasın gelir. Ondan da fazlası.

İlk kez âşık olduğum o an gibi. Hani o söylediğin şarkıyı anlamaya çalıştığım, “ben de pek severim” diye içimden geçirdiğim. Kapısında "Burası aşıklar Kabesidir/ Her kim ki buraya nakıs gelir/ Buradan kamil olarak çıkar" yazan yerde, ettiğim dua gibi. Sen. Elim ellerinde, kalbim kalbinde. Bir heyecan, isimsiz bir kıpırtı, bir telaş, endişeler ve hemen ardından anlaşılmaz bir dinginlik. Dünyanın en mutlu uykuları. Bolca yağmur, bolca güneş, gökkuşaklarında oyunlar. Kocaman bir bilinmezlik. Hayattaki yerini bulmuşsun gibi. “İşte şimdi oldu” der gibi. “Yorulduğuma değdi” diye geçirmek sanki. Ve yeni yorgunluklara çok fena hazır olma hali.
Şükretmenin sahici anlamını kavramak gibi. Teşekkür edileceklere nihayet kocaman bir maddenin armağan edilmesi. Ben bunu hak etmek için hiçbir şey yapmadım ki üstelik. Sevgim karşılık bulmuş belki gökyüzünde diye için için sevinmek. Noel baba hediye dağıtırken beni de unutmamış diye sevinen çocuk neşesi.

Yanındaki adama başka bir ışıkta bakmak. Hayır, “çok iyi bir baba olacak” düşüncesiyle değil bu, başka bir şey. Elini ilk kez tuttuğumda, başımı ilk defa omzuna koyduğumda, ilk defa öptüğümde, ve her “hayat bundan daha iyi olamaz” dediğimde, “daha mutlu olamam” zannettiğimde, hep daha ilerisi… Sevgililik hali, aşkından ölme hali ve artık belki aşkından “olma” haline geçiş. Aşkın kendini doğurma hali.

Sanki aramızda bir çiçek açmış gibi.
Geçtiğimiz günlerde;

Lost'un finalini izledim ve galiba bir tek ben beğendim :) Mutlu oldum ben, bir kaç gün üzerine düşündüm. Güzeldi. Harika bir bitişti. Anlayamayanları ve hala "ama kutup ayısı neydi bikbik" gibi sorularla kalanları anlayamıyorum. Herşey çok güzeldi ve çok tadındaydı. Bence.




/

Çok zor bir iki hafta geçirdim. Bazı sağlık sorunları, ateşler içinde yatmak, nefessiz kalmak, sonra yeni yeni teşhisler, minik bir alerjiden kocaman bir astıma dönüşmüş haller. Ve tıp ilmi öyle bir şey ki; doktorun elini öpesin geliyor nefes almaya başladığın o anda. Elimdeki aksaklık geçti. Bulaşık makinesini icad edene, nefesimi açan doktor kadar minnet duyuyorum. Nasıl bir rahatlıkmış ve ben hangi akılla şu zamana dek gereksiz buluyormuşum şaştım.



/

ışık

Blogdan tanıştığım bir kaç tatlı arkadaşım, yaz yaz yaz deyip durduğu için hamilelik vaziyetinden bahsedeyim biraz. Vaktim olmadığından veya o diğer boyuta geçtiğimden yazmıyor değilim. Evlenince de hayatı değişen ve birden gerçekdışı bir şekilde yoğunlaşıp vip olan insanlar gibi hani-alakası yok. Vardır ya bir anda bütün gündemi; temizlik-yemek-kocasının akrabaları oluveren. "Evli bir kadın akşam aranmaz" falan triplerine giren. Ben zaten hiç düzenli yazamadım, canım isteyince, kelimeler birikince.

Ve arkadaşlarımın hayatları, dostlarımın sıkıntıları beni hala ilgilendiriyor. Hayır üzüntülerini benimle paylaştıklarında ölmüyorum, "ah hamile kadın hassas" durumu değil, onların üzüntülerini paylaşabiliyorum. Çünkü güçlü bir kızım ve pencere önü saksısına dönüşmedim. O "ışık" bana hala gelmedi. "Ayyyyy seni çok seviyor teyzesiii" gibi cümleler kuramıyorum, çünkü zaten adamımız henüz konuşamıyor ve ben de hiç bir zaman onun adına konuşmayı düşünmüyorum. Bu galiba bebek gibi konuşan kızların anne olma durumu. Çok mu sert oldu:)? "Ah analık, daha şimdiden ne emekler veriyorum, herşeyi hissediyorum" olamadım. Veya kanatsız meleğe dönmedim, ülkenin durumu hala beni öfkelendiriyor, zaman zaman iş yoğunluğu yorabiliyor, hafif üzüntüler yaşanıp geçiyor. Sakince ve abartısız. Heyecan hissediyorum, bir mucize hissediyorum ve bunu pek de kelimelere dökemiyorum. O yüzden "ee nasıl hissediyorsun peki"ye verilebilecek pek bir yanıtım yok.

İlk trimester'deki -terminolojiye de hakimim fark ettiyseniz- mahmur hal, kendisini harika bir enerjiye bıraktı. Ha ben o mahmurlukta da pek yayılmamıştım tabi. Uyku düzenine dikkat etmek dışında, çalışmaya ve normal yaşamıma devam. Uykum geldiğinde hop bir mola. Evet yürüyüştür, dengeli beslenmedir dikkat ediyorum ama çok da kasmıyorum. Çünkü zaten çöp gibi yaşamıyordum. Ve bu değişikliğe bir süredir hazırlanıyorduk. Mutluyum. Ben mutluysam benimle olanlar da mutlu.

Sayaç mevzuuna gelince, bana yuvarlak hesap, bulutsu ifadeler daha sempatik geliyor. Bu kadar özel ve mahrem bir şeyi günü gününe ifşa etmeyi gereksiz buluyorum.

Bir önceki postta yazmıştım ya, eski kitaplar diye. işte 1970'lerden geliyor:

"Bulantı ve Kusma (Aşerme) sabahları daha çok bariz olur. Bazen kadını çok fazla rahatsız eden ve hatta doktora gitmeye sebep olan bu hal, aslında bünyede teşekkül eden değişikliklerin ruhi bir reaksiyonudur. Ve hatta bir ilaç ve tedaviye lüzum göstermeden hafif seyahatler ve muhit değiştirmek (maneviyatın takviyesi) ile tamamen kaybolduğu pek çok görülmektedir."*

Ben demiyorum, uzman diyor. Aşerme durumu hiç olmadı, bu konuda rahatça konuşabilirim çünkü yolu yarılamaktayım. Ne bileyim ara ara bir şeye dadandığım, 20 tane zeytin yediğim veya kilolarca erik tüketip sıkıldığım oldu. O kadar. Bir kere de evde çikolata arandım ama tamamen şımarıklık. Ki lüzumsuz da bir şey. Zaten minik bir mantıkla, gayet zengin beslendiğimiz -şükür- ve hatta üzerine vitamin aldığımız gerçeğini düşünürsek, bunun anlamsızlığı fark edebiliriz. O acaip tiksinti ve bulantı hallerinin de psikolojik bir nedeni olduğuna inanıyorum. Lütfen bunu yaşayanlar üzerime gelmesin:)

Doğum videoları izledim. Normal :) Tünelden çıkan bir köstebek. Tam anlamıyla bir mucize. Sevdiceğimle birlikte mi gireceğiz bilmiyorum, ama bunun onun vermesi gereken bir karar olduğuna inanıyorum. "Ama biz bir takımız, bu ikimizin bebeği" baskısı yapmak gelmiyor içimden veya "aman girme beni sakın öyle görme" demek de. Doğumhane önünde telaşla ve merakla bekleyen baba figürü de, aynı şekilde annenin terini silen ve elini tutan baba da bana çok sempatik geliyor. Sevgilimin içinden hangisi gelirse, bu onun süreci, o kendisi için, bizim için en doğrusunu bilir.

Beni şaşırtan birşey, çevrenin tepkileri. Bildiğim dünya birden dönüştü sanki. Hamile olduğunuzu duyan veya öğrenen herkes, ne bileyim mahallenin pala bıyıklı kasabı bile "bir şey lazım mı yenge, sen yorulma telefon et biz yollarız" diyebilir. O anda ne isterseniz gerçekleştirecek insanlar çevrenizi sarıyor. Anne olmuş büyükler halinizden sizin anlamadığınız kadar anlayabiliyor ve hayatınızı kolaylaştırmaya talip olabiliyorlar. Henüz anne olmamış ve/ya bekar arkadaşlarınız durumunuzu hafife almayı akıllarından bile geçirmiyor ve kahvaltı davetinize icabet ederken bile "kendini yorma sakın, gelirken bir şey alayım mı?" vb diyaloglara giriyorlar içtenlikle ve fazlaca bir özenle. Oysa bence domates doğramanın yorucu bir yanı yok ve lazım olanı genelde kendim alırım, veya hayatı paylaştığım insanla bölüşürüm sorumlulukları ve ihtiyaçları. Herkes siz kendinizi kraliçe gibi hissedin istiyor sanki. Kraliçe gibi hissetmenin yanlış bir yönü yok elbette -bak ben hissediyorum bile :)- ama bu duyguyu derhal içselleştirip, işlerini delege etmeye başlayan insanlar da pek çok. "Annem yemeğimi yapsın, kocam temizliği tamamlasın, kayınvalideme de bir görev bulmayı ihmal etmeyeyim, hah ütüler olur bak, büyükbabalar sponsor olsun, işten zaten ayrıldım, sebastian sen de bir elma yıka getir" mantığıyla ayağını uzatan ve 9 ay boyunca toplamama fırsatını fazlaca değerlendirenler var. Kim bilir belki yeterince sevilmediklerinden, belki bir ilgi eksikliğinden bunu fırsat biliyorlar. Bana bu acınası geliyor.

Veya şimdiden gideceği okulu falan planlamış değilim. Merak ettiğim pek çok konuyu okudum. Tracy teyzenin büyük hayranıyım. Ama şu an için onun geleceğine dair planlarım: babası olan haylaz adam, minik adam ve ben; sokakta, karda, çamurda yuvarlanalım, ben biraz erken döneyim, onlara kekler reçeller pişireyim, ekmek kızartayım, limonatalar yapayım. Kek tam kabarmayabilir, limonata o eski tariflerden olmayabilir, önemli değil. Sonra camdan "hadiii içerii" diye çağırayım. Gelince söküklerini dikeyim, üstleri başları yırtılsın, düğmeleri sökülsün ama ben hiç kızmayayım, "ayy ne pislenmişsiniz" diyeyim gülerek o kadar.

Ben küçük bir kızken de; "oğlum olursa bikbik kızım olursa adını vikvik" koyacağım diyen bir kız olmadım. O yüzden belki, şu anda hala isim konusunda karar vermiş değiliz. Vakti gelince aklımıza düşer eminiz.

Hazırlıklara gelince; yine sakince. Bir listem var, maddelerin yanında marka, temin edilecek yer ve hatta bütçe notlarım. Aklımıza geldikçe ve sırası geldikçe alıyoruz. İtiraf etmeliyim ilk başta biraz telaşa kapıldım ama, onun da pek bir abartılacak yönü olmadığını fark ettim. "Ay hiç bir şeyi eksik olmasın evladımın" takıntısında değilim. Evlendikten bir ay kadar sonra ilk kez çorba yaptığımda farketmiştim bir kepçemin olmadığını. Sonra inip almıştık. Bu kadar basit.

Duygusallıktan bahsedecek olursak, ben zaten öyle olduğum için çok bir fazlalaşmadı. Yer yer burnumun direği sızlıyor, örneğin geçen geceki maden işçilerini konu alan muhabbet kralında olduğu gibi. Ama galiba bunu annelikle birleştiremeyiz:) Elele tutuşan bir anne-evlat falan gözlerime ulvi yaşlar doldurmuyor. Her zamanki gibi, güzel bir söz, güzel bir şarkı, güzel bir kitap, dokunaklı olaylar, iç burkan şeyler koca damlalar getiriyor gözüme, belki eskisinden biraz daha sık, bilemiyorum, emin değilim.

Başka... Evet karnım var biraz artık, eski pantolonlarıma giremiyorum, ama yaz geldi uçuş elbiseler var, güneş sakinleşince çıkmak var, bolca dua ve şükür var. Şimdilik bu kadar, birikince yine yazarım:)

*Doğuma Hazırlık ve Çocuk Bakımı/Dr. Semih R. Geren