mola

Bazı şeyleri herkes bilir, tahmin eder, ama seslendirmez. Çünkü seslendirmeye gerek görmez. Ve dahası altını çizip çizmemek kişinin kendi tercihine bırakılır. Mesela, ben sürekli sevgilimden bahsederken, evli olduğumuzun anlaşılmadığını bir mail üzerine fark ettim, bana gün gibi ortada geliyordu oysa. Benim normalim buydu. Sonra daha açıkça yazdım, çünkü evli olma halini çok seviyorum. Hayatımı şekillendiren bu şahane gerçeği ve yeryüzünde en sevdiğim insanla aynı soyadını taşıma güzelliğini kocaman harflerle yazasım geliyor çünkü. Bunun gibi bir çok şey var, bana sürekli işimden bahsediyormuşum gibi gelse de, hala ne iş yaptığım bir çok insan için meçhul.

Öte yandan; biraz zeka kıvrımı olan kişiler için de hayattaki duruşum aşikar. Ama bunu kimse seslendirmeye, sormaya, sorgulamaya, beni bunun üzerinden değerlendirmeye gerek görmedi. Benim sessizliğime veya herhangi bir insanın düşüncelerine saygıdan olsa gerek.... Ya da insanların bir takım tercihlerini, genelleme yaparak, belli bir kesime göre kategorize etmenin saçmalığı bildiklerinden. Veya sadece; birini olduğu gibi, kelimeleriyle kabul edecek gücü kalplerinde bulabildiklerinden.

Blog kişisel paylaşımların yapıldığı bir ortam. Kimileri adıyla, soyadıyla, fotoğraflarıyla var oluyor. Kimi, benim gibi bir mahremiyet içinde yazmayı tercih ediyor. Bunun pek çok nedeni olabilir, çok basit; iş görüşmelerinde adımı google'a yazarak son derece kişisel paylaşımlarımın okunmasını istemiyor olabilirim. Veya kibar görünen birinin içinden canavar çıkması riskini göze alamayabilirim. Ya da sadece internet canavarı için genel bir önlem almayı tercih edebilirim. Herkesin kendi nedeni var. Pek merak etmedim doğrusu. Ya da adsız yorumlara kızmıyorum, televizyonda bile "ismini vermek istemeyen seyirci" diye bir kategori var. Ha adsız yazmış biri bana ha "papatya" lakabıyla yazmış, fark etmiyor.

Örneğin bir kişinin fotoğraf paylaşıyor olması, benim de paylaşmamı gerektirmiyor. O zaman zaten topluca bir evde oturur, bütün her şeyimizi paylaşır, birbirimizin hayatını gözetletirdik. Benim kim olduğunu bilmeden okuduğum ve öyle oluşundan ötürü yakınlık duyduğum bir çok blogger var mesela. Veya iyi ki kim olduğu açık yazıyor, arkadaş olduk diye sevindiklerim de var.

Zaman içerisinde, belli sınırlarım olmasına rağmen, bunları karşılıklı sevgiyle aştığımız ve yakınlaştıklarım, arkadaşlık kurduklarım, hatta bunu dostluğa taşıdığım insanlar oldu. Tabi bu insanlar hiç bir zaman "ahahah fotoğrafını gördüm" "ehihi yakından gördüm şöyle biri" diye ortalığa dökmedi paylaşımlarımızı... Bunu elbette ben de yapmadım. Gerektiğinde bohçadan çıkarmak üzere değil, kara kutuda saklamak üzere biriktirdim hep. Bu bana yazılan bir mektubu, sırf bana yazıldı diye kamuya açmaktan farksız olur, kelimeler o kişinin kelimeleri ve onun mahremiyeti, benimle paylaşması ve bunu genele anlatması arasında fark var, bunu unutmamak gerek. Üstelik burada mektup da değil, sadece samimiyete güven söz konusu. Elmaslarla misket oynamak gibi bir şey sanki, herhangi bir konuda haklılık için kişisel bir paylaşımı ortaya dökmek.

Benim için blog, canım ne isterse yazdığım bir şey oldu. En çok ve sırf Sevgilim okusun diye yazdım hep. Ben bir kağıda çöp adam çizip versem bile kıymet verir, alkış yapar. Blogdan önce yazıyorken de hep ilk o okurdu. O yüzden hep o okusun diye yazdım.

Sonra bazen anı yazmak için, bazen bir şeylerle dalga geçmek, bazen düşüncelerimi anlatmak için kullandım. Çok da bağlanmadım. Gittiğim bir çok yeri, yaptığım bir çok şeyi yazmadım mesela, pek yazmıyorum. Herhangi bir sorumluluk, "ay çok birikti yazmalıyım" hissiyatı yok. Kendimi o kadar önemsemiyorum açıkçası.

Kısacası, benim kendime sakladığım, paylaşmaya lüzum görmediğim şeylere ve çizdiğim bazı sınırlara gerekli saygıyı gördüğüme inancım tekrar yerine gelinceye kadar; bir mola.

Ne kadar sürer, başka bir adreste mi devam ederim, veya bir daha yazmaz mıyım bilmiyorum.

Şimdiye dek zaman ayırıp, okuyan, değer veren, kalbini açan, mailler atan herkese tek tek teşekkürlerimle...

teber

Ben dün akşam bir elbise giydim;

Kendimi pek beğendim. Mumlar yaktım. En güzel kokanlardan. Sahibine yabancılaşan bedenime baktım, ah evet pek sevindim.

Ben dün akşam bir elbise giydim;

Sahiden uğur getirdi.

Hani bir fotoğraf vardır ya; cam kenarından dışarı bakan, bakarken hülyalı bir şekilde karnını okşayan hamile kadın. Yüzünde mütebessim bir ifade, nirvanadan bildirir sanki. Yok işte ben olamadım onlardan. Var ama öyleleri yalan değil. Eleştirmiyorum, ama garipsiyorum hayatı böyle kıyısından yaşayan insanları. Ben o camdan bakan değil, aşağıda hızla bir yere yetişen/yağmurda ıslanan/sevgilisiyle öpüşen falan olabilirim ancak. Temmuz’a Kasım kaçmışken hazır, deliler gibi çalıştım. Ha evet, molalarım daha sık şimdi, stres getiren zamanla yarıştığım şeyleri yapmıyorum, sık sık kalkıyorum, beslenmeme dikkat ediyorum. Ofise ancak öğleden sonraları gidebiliyorum. Ama hala yoğun çalışıyorum.

Evlendikten sonra vardığım bir kanı vardı; evlilik bana bir büyüteç gibi gelmişti. O “sevgililik” halinde ne varsa; evlenince büyüyordu! Ben şanslıydım, bizde aşk bolcaydı, ilişkimizle ilgili değişim bu oldu, katmerlendi, güzelleşti, demlendi. Etraftakilerin “ya siz evlisiniz yeter artık sevgili muhabbeti” esprilerine konu olduk zaman zaman. Kat kat açılan çiçekler gibi olduk. Ama evet hayatla ilgili çakıl taşlarımız vardı minik minik, onlar büyüdü, kayalar oldu, aldığımız sorumluluklarla ilgili sorunlar kocaman oldu. Almamız gereken dersler büyük bir okula dönüştü. Güzel olan, artık yalnız değildim, değildi. El ele verdik. Şanslıydık dedim ya, güzel oldu, güçlendik. Çevremde gözlemlediğim tam tersi örnekler de vardı; kıskanç sevgili, “gözümü açtırmıyor” kocaya dönüşebiliyordu, ne bileyim “ay kızınca gözü kimseyi görmez” adamın şiddet eğilimleri ortaya çıkıyordu, hesap öderken eli titreyen yaratık cimrinin dik alası oluyordu, “çok nazlı” kız tembel tenekeye bağlıyordu, abur cuburu seven çıtır şişko teyzeye geçiş yapıyordu, “pek geveze” kızın dırdır şiddeti kimsede bulunmuyordu. Özetle kimse değişmiyor, sadece iki insan birbirine daha yakından bakıyordu, iyi ve kötü her ne varsa güçleniyordu her birinde, belki de en çok diğerinden güç alarak.

Bunca cümleyi şuraya bağlayacağım; hamilelik de benim yaşamımda böyle bir şey oldu. Kendi kişisel yolculuğumda ilginç bir katman, farklı bir mevsim. Enteresan haller, tekâmüle çevirebilirsem ne mutlu. Yıkıp attığım köprüleri yeniden kuruyorum, bu kez üşenmeden. İnatla. Derinlere gömdüğüm yaralarımı çıkarıp yüzleşiyorum, e tabi kolay olmuyor, yeniden kanıyor, acı veriyor, ama aa bir bakıyorum iyileşmiş. Zamanın bir yerlerinde kendime sapladığım bıçakları çekiyorum kaldığı yerden. Bu arada gözyaşı döktüğüm de oluyor, hayır hüzünden değil. E tabi bunlar olurken, yalnız değilim, sürece mucizenin diğer yarısı, sevgilim de katılıyor. Hayat bazen engelli parkura dönüşüyor, hop bir level atlıyoruz, biri daha geliyor. Hem de bu defa daha bir “henüz çalışmadığımız” yerlerden, daha zorlardan. Yepyeni dersler alıyoruz. Hayatımdaki birinin beni rahatsız eden o adını koyamadığım hali, şekil alıyor, patlak veriyor. Evet evet, teşhis koyabiliyorum. Ve daha güzeli, sonrası kolaylaşıyor, çünkü; kendiliğinden silinip gidiyor o insanlar. Hani fark etmeden sırtladıklarım, ‘ah omuzlarımı ne kadar da ağrıtmış meğer’ler…

Teber diye minik bir balta vardır, dervişlere verilir. Semboliktir elbette, hani ağaca sarılmış sarmaşıklar vardır ya, gücünü alan, ondan beslenen. İşte bir bir onları kesmek için minik bir balta. Yol boyu karşınıza çıkan yırtıcı hayvanları öldürmek için, tabi hepsi ruhunuzda bir karşılığı olan haller. O hayvanlar sizsiniz. Şimdi sanki bir bir ölüyor içimdeki o haller, tabi önce hastalığın tamamen patlak vermesi gerekiyor, bu da biraz sancılı olabiliyor. Ama bitiyor sonra. Ve o sarmaşıklar, evet ayrılırken acıtıyor, canından can kopar gibi, alışmışsınız varlıklarına, başka türlüsünü bilmiyorsunuz ne de olsa, ama sonrası ferahlık hafiflik… Öğrenmen gereken bir ders, en ağır haliyle okutuluyor ama sonuçta o meseleden mezun oluyorsun, ne mutlu.

Ben böyleyim bugünlerde. Hırka değiştiriyorum, kabuk değiştiriyorum. Çünkü sığamıyorum eskisine, serpiliyorum, çünkü ben anne olacağım. Daha güçlü bir kadın, daha çok insan olacağım.