bebekli hayat

Bebekli hayatın 21. günü. Bu iş hakikaten enteresan.
Bir kere şunu söyleyeyim, biz iki kişilik hayatımızda ne çok şeyi erteleyebilme lüksüne sahipmişiz meğer.
Üçümüz bir arada geçirdiğimiz bu 21 günde, eve bir sürü raf çakıldı, dolaplar yeniden düzenlendi, eşyalar tasnif edildi, eksikler alındı, bir sürü değişiklik yapıldı. Bildiğin yerleşik düzene geçtik. "Amaaan sonra halledilir" denilen her minik iş tek tek yapıldı.
Aynı döngüyü aralıksız bir şekilde yapma hali bebek bakmak. Biberon sterilize et, süt sağ, emzik yıka, emzir, uyut, uyandır, gaz çıkar, çöpleri at, yemek yap, çamaşır yıka, alt değiştir, çamaşır as, banyo yaptır, ütü yap, uyut, uyandır, doyur, kaldır, hoplat ve tekrar başa dön. Sonsuza kadar. Aradaki maddelerden hiç biri ertelenemiyor.
"Makineyi çalıştırdın mı hayatım?" "Üşeniyorum, sabah yıkasak olmaz mı?" "Olur"
Olur-du. Şimdi hep bir yetişme hali. Bir tanesi bile atlanamayan işler silsilesi.

Aslında yorucu bir yönü yok, yorucu olan kısım dünyevi işler. Bebekle ilgili işler sınırlı. Ama bizim bebekten ötürü geçtiğimiz bu yerleşik düzen ciddi emek istiyor. "Akşama pizza söyleriz" sistemi sona ermiş durumda. Besleyici şeyler yemek lazım, o besleyici gıdaları satın almak, pişirmek, pişirdiğin kapları yıkamak, oturup güzelce yemek falan lazım. Uzun işler. O yüzden genelde insanlar bu işleri delege ediyor yanlarında kalanlara. Bu geçiş süreci biraz zorlayıcı olabiliyor.

Sonrası pek güzel.
Minik bir adam var evde. Gülüyor, mimikler yapıyor, günden güne gerçekten büyüyor. Ancak fotoğraflardan takip edebiliyorsun. Daha önce gerçekten tatmadığın türden bir sevgiyi tadıyorsun, ortak. Aşık olduğun adamla bir de yol arkadaşı oluyorsun, aynı dilden bir sevgiyi hissediyorsun. Aşkı perçinliyor bu, katmerliyor. Kalbin giderek büyüyor, elinle dokunsan hissedebilirsin. Duyduğun aşk kocaman oluyor. Ve bir de bu küçük adamı deliler gibi seviyorsun-uz. Kafayı yiyebilirsin gerçekten.

İçimde kıpırdayan, hıçkıran kurbağa lavrasına benzeyen bir şeyden büyüyen minik bir can vardı ve şimdi o burada. Anne aslan gibi hissediyorum kendimi, "bunu ben içimden çıkardım". Fantastik bir durum. Gerçekten hayatta yenilmez olduğumu, dağları devirebileceğimi falan yoğun olarak hissediyorum. Ve bu kesinlikle bağımlılık yapacak bir duygu, devamı gelecek eminim.

Bir yandan biz ilk acemilikleri atlatıyoruz. İlk banyoyu izledim geçen akşam, ben resmen deprem bekleyen tokyolu gibi gözlerim açık, ellerim kaskatı "boğulur mu, boğulur mu" diye sorup duruyorum. Şimdi pek kolay geliyor yıkamak.

Hamilelikteki duygusallık, aşerme, nazlanma gibi kadın icadı hallerin olmadığına bahse girerim. Ama lohusalık denen mevzu mevcut. Tabi kontrol edilebilir bşy. Şöyle ki; bebeğin uyuduğu ve -nazar değmesin- kesintisiz bir kaç saat uyuyacağı o vakitlerden birinde duşa giriyorsunuz. Aklınıza gelmeye başlıyor düşünceler, "ağlar mı, uyandı mı, sesi çıksa duyar mıyım, dur şu suyu kapasam mı..." Buraya kadar normal değil mi? Ama devamı gelebiliyor; "şimdi eve birileri girse, onu alıp götürse ruhum duymaz, of keşke girmeseydim, ne var ki insan yıkanmadan da yaşayabilir, evet kesin giriyorlar şu an eve, of duyamam ben, ne yapsam..." Bu böyle devam edebiliyor. Kontrol etmek lazım. O anda şarkı söylemek, güzel şeyler düşünmek lazım. Kendini bu delilik haline kaptıran yeni anneleri kınamamak lazım. Üstüne giydiğin şey kusmuklanınca "ay ne şirin" diye annelik tribine kapılmadan değiştirmek, sık sık tazelenmek, makyajlar yapmak, kiloyu kontrol etmek lazım, yoksa göz açıp kapayıncaya kadar saçları kafasına yapışık kusmuk kokulu kabus bir kadına dönüşmek ihtimal dahilinde.

İşte böyle.

2 yorum:

deryik dedi ki...

merhaba tokyolu,
o minik şey size bakıp çok eğleniyor :)

deryik dedi ki...

buraya yazılacak yazılar başka yere yazılıyo. blog bu, kıskanır.