ninca kaplumba





Deli kızım Maya'mın kaybolma haberine internetten ablaları pek üzüldü.
İlgilendi, destek oldu.
Ailecek hepsine teşekkür ederiz.

/
Noel baba bizim evdeydi dün akşam. Cebinde de bir kaplumbağa.
Eros zaten yerleşti:)
Sabah börek yapmamı sağlayan elektronik cihazı getirdi bana periler.
Önce çıtır patatesler, sonra sıcacık börekler.
Misafirimiz geceledi. Kaplumbağası da kabuğuna çekildi.
/

Eşsiz bir ondörtşubat'tı.

valentine




varlığın her günü, her saati aşkla dolduran.
bu sebepten, zaman kollamak gereksiz.
dün, bugün, yarın.
her gün kutlama yapabilirim.
bu yüzden, her günümü not düşüyorum ben o küçük deftere. hepsi birbirinden güzel diye.
inci taneleri gibi.
takıp boynuma gezebiliyorum yaptığım kolyeden.
ne giyersem giyeyim.
içimdeki neşenin tarifi yok.
seni seviyorum.


Kırk kere söyledim bir daha söylerim
Savaşta ve barışta karada ve denizde
Düşkünlükte ve esenlikte
Zamanımız apayrı bize göre
Yanyana olduk mu elele
Aç kalsak ağlamayız biliyorum.
İçim güvercinleri okşamış gibi rahat
Sen yanımdayken ister istemez
Geniş meydanlarda akşam üstleri
Üstüste üç kere deniz üç kere çınarlar
Sen yanımdayken ister istemez
Uzak ırmakları hatırlıyorum.

home sweet home

Evimize ileri teknoloji geldi:)

Pek keyifli, artık biz de lost manyaklığına dâhil olabilcez. Karizma puanımız artacak.

Bugün evdeyim.

En sevdiğim sabahlıkla sakin sakin dolanmak için, hiç konuşmadan, hiç telefon çalmadan.
Basit şeylerdeki mutluluğu acelesiz hissetmek için.
Yemek yaptım, yavaş yavaş çamaşır katladım. Cildime sevdiği maskeyi, kırışıklara da ütü sürdüm.
Mahjong oynadım. Taşları bitirince çıkan havai fişekleri pek sevdim.
Yarım kalan atkıma el attım, bir ters bir düz ördüm.
Saçlarıma bakım yaptım, bir ara Derya Baykal’a bile göz attım:)
Tüm camları açtım sonra, hafif ürperdim, bu hissi sevdim.

Günler uzadıkça, çıkış saatlerim aydınlığa geliyor, pek seviniyorum. Bahar gelsin
artık, yaz gelsin, gezelim, eve girmeyelim, her hafta planlar yapalım. Çanta hazırlamayı özledim.

Pazar sabahı kahvaltısında, kendi elektriğini nasıl üretebileceğine kafa yoran ve sonraki iki saatini bunu araştırmakla geçiren, hatta plan yapan bir adama sahibim ben. Bunun avantajı oldukça fazla tabii, bir kere hiçbir iş için tamirci çağırmadık mesela. En pratik teknik çözümler kendisinde. Her günüm festival gibi, bu sebepten. Kendisinden, kendi tuvaletini temizleyen kedi tasarlamasını istiyorum, acilen. Temizleme işlemi neyse de, temizlerken, içten içe gülerek izlemeleri ve direk gidip kullanmaları benimle dalga geçtiklerini düşündürüyor.

Pamuk şeker gibi bir gün. Pofuduk tatlı hafif.
Elime yüzüme bulaştı.

she is back




Gece eve dönüyoruz, Taksim'den.
Kapının önünde kediler, deli kediler.
Ben bakıyorum, oynamak isteyerek "Maya'yı gördünüz mü buralarda?" diye soruyorum.
Sevgilim, yukarı çıkıyor, hem mamalar getiriyor onlara, hem de bizim cadı Duman'ı.
Kediler yerken, gorgor sesler çıkarırken, gülüşüp duruyoruz.
Yokuşun başına doğru gidiyorum, Maya'yı ilk bulduğumuz yere.
Şişko kediler var, aç.
Sonra bir tanesi geliyor uzaktan, arabanın altından çıkıp geliyor.

"Miaw" diyor beni görünce.

Ay Maya buuuuuu!
İnanamıyorum gözlerime, artık bulabileceğimizi düşünmüyordum.
Gözlerim parlıyor kocaman.
Sokakta kedilerim için uydurduğum şarkılardan birini söylemeye başlıyorum.

Nasıl kirlenmiş, nasıl acıkmış, nasıl uykusuz.
Eve getiriyoruz, önce biraz azarlanıyor, hem Duman tarafından hem bizim.
"İki gecedir nerelerdeydin sen?"
"Bizi çatılarda gezdirdin biliyor musun sen, saatlerce ağladım"

Sonra gece oluyor, eğik tavanlı yatak odamızda maaile uyuyoruz.
Sabah mahmurluğuyla oyunlar oynuyoruz.
Pek mutluyuz.

a purple little little lady



“Seninle oynayamam” dedi tilki, “ ben evcil bir hayvan değilim.”
“Buna çok üzüldüm” dedi küçük prens. Ama biraz düşündükten sonra: ”Evcil ne demek?” diye sordu.
“Anladığım kadarıyla burada yaşamıyorsun” dedi tilki, “kimi arıyorsun?”
“İnsanları arıyorum,” dedi küçük prens, “ peki ama ‘evcil’ ne demek?”
“İnsanlar,” dedi tilki, “tüfeklerle dolaşırlar ve avlanırlar. Tam bir baş belasıdırlar. Bir de tavuk yetiştirirler. Tüm işleri bundan ibarettir. Sen de mi tavuk arıyorsun?”
“Hayır, ben arkadaş arıyorum. Ama ‘evcil’ ne demek?”
“Bu pek sık unutulan bir şeydir. ‘Bağ kurmak’ anlamına gelir.”
“Bağ kurmak mı?”

....

“Senden rica ediyorum. Lütfen beni evcilleştir!” dedi.
“Elbette” dedi küçük prens. “Ama pek fazla vaktim yok. Yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.”
“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”
“Ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.
“Çok sabırlı olman gerekiyor. Önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. Ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. Ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”
Ertesi gün küçük prens yine geldi.
“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim.

...

Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! Sanırım ağlayacağım” dedi tilki.
“Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedim.
“Doğru, haklısın” dedi tilki.
“Ama ağlayacağını söyledin!”
“Evet, öyle.”
“O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”
“Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım. Şimdi git ve güllere bir kez daha bak. O zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. Sonra bana veda etmek için buraya geri döndüğünde, sana hediye olarak bir sır vereceğim.”
Küçük prens güllere bir kez daha bakmaya gitti.
“Hiçbiriniz benim gülüm gibi değilsiniz. Çünkü henüz hiçbiriniz evcilleşmediniz. Ve siz de hiç kimseyi evcilleştirmediniz” dedi onlara. “Siz tıpkı tilkinin benimle karşılaşmadan önceki hali gibisiniz. Dünyadaki binlerce tilkiden yalnızca biriydi o. Ama ben onunla dost oldum ve şimdi artık o özel bir tilki.”
Güller bu duyduklarına çok bozuldular.
“Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.”
Bunları söyledikten sonra tilkinin yanına döndü.
“Elveda” dedi.
“Elveda” dedi tilki de. “Ve işte sırrım: Bu çok basit. İnsan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez.”
“Temel olan şeyi gözler göremez” diye tekrarladı küçük prens. Öğrendiğinden emin olmak istiyordu.
“Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir” dedi küçük prens.
“İnsanlar bu en önemli gerçeği unuttular. Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeye karşı her zaman sorumlusun. Gülüne karşı sorumlusun.
“Gülüme karşı sorumluyum” diye tekrarladı küçük prens, öğrendiğinden emin olmak için. Sonra yoluna devam etti.

Küçük Prens

/

Yorganı kafama geçirmiş, ağlarken hep bunları düşündüm.
Sokak kedisi evcilleşir mi?
Bize geldiğinde hastaydı, öyle komik hapşırıyordu ki.
Yanlışlıkla sokakta kalmış bir prensese benziyordu.
Prenses görünümlü ama sokak kedisi.
Önce iyileşti, sonra neşeli oyuncu bir kız oluverdi.
Hop hop atlarken bile zarif. Sarılırsın bir şey demez, uslu uslu durur. Öyle sımsıkı uyursun, ısıtır.
Sonsuz sevilmeye itiraz etmez.
Ev arkadaşı söylenip dururken, o usulca gider, tabağını bitirir, onunkinden de tırtıklar hatta. Sokak kedisi sonuçta.
Pazar akşamına dek, cam kapı her neyse, açıksa bile, öylece seyrederdi.
Camın kenarından gökyüzüne bakardı.
Hani kartpostallarda falan olur ya, böyle cumbalı ev, bir camda çiçek, diğerinde öylece duran süs kedisi.
İşte öyle bir kız.
O akşam ilk kez, dışarı çıkmak istedi, öncekiler gibi on adım-on pati- demeli, atıp geri gelmedi.
Bir daha dönmedi.
Ev ne kadar sıcak olursa olsun, yemekler ne kadar güzel, sokak özlemek mümkün demek.
Özgürce gezip tozduğun, başıboş vakitleri. Serseri, serkeş halleri. Evde hazır yemek olmasa ve tirtir üşüsen bile.
Bir minderin üstüne kurulup, camdan sokağı izlemekten cazip olmalı, sokağın bir parçası olmak. Mevsim kış bile olsa.
Sonuçta, prenses görünümlü olsa da, sokak kedisi sokak kedisidir.
Sevgiyle evcilleşir sanmıştım ben, beceremedim.


/

kör nokta


Yara
Kör noktalar vardır her aşkta
İnsan doğar ölmez o suçla
Orada o küçük çoçukla kalan
Ağlar hayatın sonsuzluğuna
Kim tutar ki elini bir daha
İçini kanatan bir rüya olur bu yara
Bir masalın sonunda ölüme
Aşkını anlatan bir kadın olur bu defa
Hiç konuşmaz bazen gül susar
Yaprak titrer acıyla düş yanar
Orada o güzel uykuda hüzün
Büyür büyünün sonsuzluğuna
k.iskender
/

Kedilerin ilaç telaşı, kar yağsın duası, şibumi, saç bakımı, last fmi yeni keşfetmek, enerjik kız, sabah erkenden ütü, az uyku, çok kedi tüyü, kaz tüyü yorganda maaile sıcacık uyku. işte böyle bir kış.

kızkulesi








"İçindeyken gözlerinin onu araması ne tuhaf değil mi?"
dedi.
Evet, sahiden.
Orda olduğunu bilirken, yine de gözlerinin onu araması.

/

Sandviçler hazır.
Bir örnek pantolonlar.
Spor ayakkabılar giyildi.
Kahvaltıya çıkıldı.
Hava mayıstan kalma, ışık sarıydı.

/

Kız Kulesi!
Bir baktım, iki bilet aldı, şaşırdım.
Daha önce gitmemiştim, hiç, iyi ki. İlkleri onunla yaşamak ne güzel.
Sıradan bir pazar gününü diğerlerinden farklı kılmayı nasıl becerebiliyor her defasında?
İlk günden beri.
Sahilden bakınca, hoop yüzesin geliyor, bir şeye binmeye ne gerek var ki, iki kulaçta ordayız biz.
Hem denizkızıyım ben.

Daha önce cesaret edememişim meğer.
İstanbul'a bakmak, ama Kız Kulesini görememek.
Çok değişikti, çok ilginç.
Bir taraf pek rüzgarlı, bir taraf daha az. Romantik falan diyorlar, bilmiyorum ben sanırım o kadar romantik sayılmam. Kulenin tepesinde hop hop zıplayarak dönüp durmak, uzun uzun bakmaktan keyifli geldi sanki.
Karar veremedim. Kız Kulesinden bakmak mı daha güzel, Kız Kulesine bakmak mı?

Dürbüne jeton atıp bakacakken, sevgilinin onu bizim kulemize çevirmiş olması.
Gözümü dayadığımda onu görmek.
Galata Kulesindeki günü hatırlamak bakarken. O gün bu kadarını hayal edebilir miydim acaba?
Edemezdim sanırım. Değişmeyen tek şey, benim bir tek ona bakarken, İstanbul'u bile unutabilmem.
Bunları düşünürken, buğulanıverdi mercek.
Şükürler olsun ki, karşılıklı iki Kule'nin imkansız aşkı gibi değil bizimki.
Hakkındaki efsanelerden kulağıma dolanları bile unutuverdim. Benim Kız Kulesi masalımın bir sayfası daha dün yazıldı.
Hayal edip durduk, burda yaşasak hani, harika bir şey, mektuplar, faturalar, nasıl ulaşır acaba? Ne kadar da keyifli olur.
Aldığı bilette adres de vardı;
Kız Kulesinin adresi:
Üsküdar Salacak Sahili Karşısı-İstanbul
Hem çok net ve ortada, hem de bir o kadar havada asılı bir adres. Bayıldım ben. Sahilin karşısı yani:)
fotoğraf:mortingen

sobe!



hihi
Sardunya beni sobelemiş.
Bir şeyler yazasım vardı zaten, yazayım madem:)


1- Blog yazmaya ilk ne zaman başladın?

Tam bir tarih hatırlamıyorum, sağa sola düştüğüm dağınık notlar pek çok.
Sonra, yaz sonuydu sanırım, sevgilim demişti, sana bir blog yapalım diye.
İşte o zaman başladı.

2-Blog yazılarımın konusunun belli bir çizgide olması için çaba gösteriyor muyum, yoksa içimden geldiği gibi mi yazıyorum?
Yok yaw canım nasıl isterse.
İstersem müzik koyuorum, istersem fotoğraflar.
Çizgi falan yok, daha çok dairesel:)

3 -Blog yazmak için gün içinde bazı şeylerden feragat ediyor muyum?

Pek sayılmaz.
İki ders arası, çay molası, can sıkıntısı, neşe patlaması falan durumlarında oluyor.
Çok çok az vaktimi alıyor, bir kerede yazıp onaylıyorum.

4 -Blog yazmak benim için eğlenceli bir uğraşken şimdi artan bekleyiş yüzünden zorunlu bir hal almaya başladı mı ?

Artan bir bekleyiş varsa, farkında değilim zaten.
Zorunlu bir hal alan durum olunca direk bırakırım.

5 -Blog yazmayı ne kadar sürdüreceğim?

Yazmayı daima.
Ama blog olayını bilmiyorum.
Canım sıkılırsa bırakabilirim.
Daha hoşuma giden bir yöntem bulursam, ona geçebilirim.


''Eğer her gün kullandığınız zeytinyağı şişenizin kapağını açtığınızda içinden bir cin çıksaydı ve hayatınızda memnun olmadığınız bir şeyi değiştirebileceğini söyleseydi, neyi değiştirmesini isterdiniz?''
Bu şişedeki zeytinyağı hiç bitmesin diyebilirdim, ben çok seviyorum zeytinyağı, böyle domatesler yüzsünler içinde, bata çıka yiyeyim, çok yiyim hiç kilo almiyim diyebilirdim, burnumu oynatayım bulaşıklar yıkanmış olsun, günler daha uzun olsun, 30 saat misal,

ama en önemlisi, haftada bir gün daha olsun, gizli bir gün,
hani "john malkovich olmak" filmindeki ara kat gibi.
pazardan sonra, pazartesiden önce, kimsenin bilmediği, sadece ikimiz için.
Yaşlandırmayan, kimseyi katmayan, iki kişilik, takvime yansımayan


Hm, ben kimi sobelesem;

Şu sıra balıkbakıcısı; Deryik!
Shine on you; Tugce!

bu kadar:)

yaşandığından farklıdır, keyif içinde saklıdır

o her zaman gülen yüzü, bazen hüzünlü bi şarkıdır

karşımda geç kalmış yıllar, arkamda bir çok aşkım var
rastgeldiğim tüm insanlar seni bana anlatırlar...

göründüğünden de güzelsin, niye dışımda gezersin
içindeki sensizliği sen başlatır sen bitirirsin

aklımda kör başlangıçlar, hepsinde senden birşey var
geç yattığım bütün akşamlar seni bana anlatırlar...

küçük sitemler ettin bazen
bazen kelimelerle af diledim senden
o kadar memnunum ki bana gelmelerinden
belki hiç belli etmem ama
dünyanın en mutlu erkeğiyim ben
yanındayken

yaşandığından farklıdır
tadı baldan da tatlıdır
o her zaman gülen yüzü
bazen hüzünlü bi şarkıdır..






happy new year!







yılbaşı güzeldi.
ilk kez bir ağaç, konfetiler vardı.
ha bir de nerden becerip de bulduğunu bilmediğim kar spreyi.
heheh bizim yılbaşımızda kar bile vardı:)
güzeldi.
2007 de öyle.
geldi, mutluluk getirdi.
seni getirdi.
güzel bir yıldı, beklenmedikliklerle, aşkla dolu bir yıldı.

ocak soğuktu,
şubat telaşlı ve kararlı,
mart ev-len-mek!, kalbimin her zerresiyle "iyi ki doğdum" dediğim ilk doğumgünü,
nisan en güzel bahar-ilk kedi-ilk yolculuk,
mayıs gez gez gez-piknikler-evde ilk davetler,
haziran ilk yaz-mevsim meyveleriyle yapılan reçeller-reçel kokan ev,
temmuz sıcak-püf püf vantilatör- hafif elbiseler- her akşam dondurma alan sevgili,
ağustos sıcak!-uçsak uçsak nereye uçsak?-susuz ankara- terasta hamak keyfi,
eylül-yaz biterken yünler edinmek-ilk kez bir kışı da baştan sonra beraber yaşamanın heyecanı-yine uçak,
ekim city lightsta yıldönümü-battaniye altında iki sevgili,
kasım yeni işler- yeni telaşlar-iyi ki doğdun,
aralık iki kedi bir bayram'dı.
hep hatırlayacağım bir yıl.
daha neler yazılır, not edip durdum bi yerlere, fotoğraflar çektim, zamanda bıraktığımız ayak izlerini kaydettim.
inciler, pırlantalar gibi tek tek.
kutularda saklamıyorum üstelik, takıp geziyorum hepsini ben, şükrederek.
kişisel tarihimizin ilk-benim ömrümün en güzel yılıydı. -ikibinaltıdan başlayan kısmıyla elbette-
bütün bu sebeplerden, en umutla karşıladığım yıl; ikibin8.
güzel olmalı yeni yılda bir şeyler dilemek.
ama yeni yıl dileğim yanıbaşımda benim.
/
bu sabah indim aşağı, komşumun "günaydın" sesini duydum,
gökyüzüne baktım bir de ne göreyim;
ilk kar!
çok kar, beyaz kar.
yukardan iniyorlar.