keşke her gün tatil olsa

Bana her gün tatil aslında, ya da tatilde bile çalıştım mesela, keyifle.

Ama onun sürekli evde olması, akşam yemeklerini beraber planlamak, çoğu zaman hazırlanmasını ona bırakmak, bir adım ötemde olması, meşgul olduğum şeyden başımı kaldırınca, aşık olduğum gülümsemesini görmek... Hiç dışarı çıkmak istememek. Evin bizim için bütün evren oluvermesi, beraberken. Gece gündüz aldırmadan, hangi günde olduğumuzu farketmeden, sakin sakin. Sıradan şeyler yapmak. Kocaman günü, geceyi ardarda paylaşmak. Uzun kahvaltılardan her sabah edebilmek. Salona hoop koca bir yatak oluşturup maaile, kediler ayak parmaklarımızı ısırırken uyuyabilmek.
Şimdi ekrandan kafamı kaldırınca seni görücem gibi geliyor, yine karşımda, o yüzden hiç kaldırmadan akşama dek çalışsam daha iyi...

Not: Disko Kralı, 90'lar özel programı çoook keyifliydi. İzlerken saate baktım bir an, gece yarısını geçmiş, o saatte uyanık kalıp televizyon seyredebildecek kadar büyümüşüm meğer. O an farkettim, hehe.


Çanta hazırlama, küçük hafif pek az şey, hop yolculuk, zor, bir bindik, iki çocuk ve tıpkı chucky'ye benziyorlar, katil bebek, ses gücüyle insan öldürebilirler, çığlık çığlığa yolculuk boyu, neyse hooop geldik, aa kapının önünde ne var, motorsiklet, binebilir miyiz peki, e siz geleceksiniz diye burada zaten, oh ne ala, o zaman binelim, gezelim, lim, lim, lim, bayram kıyafeti mi, peh, o da ne, hava soğuk ama üşümez misiniz, üşümeyiz, dere tepe düz gezelim, arada durup el öpelim, fotoğraf çekelim, avaz avaz şarkılar, bir de güneş gözlükleri, gülelim, gülelim, hep gülelim, çorapların ne değişik senin, ne rahatsınız, istanbul nasıl, burda hep aynı, kurban eti şifası, hiç değilse bir lokma, ne güzel, aaa kırmızı biber, ama ne çok severim ben, aaa bahçede ateş, aaa tulumba, bununla su mu çekiyorsunuz, aaa yumurtalar bu tavukların mı, şaşırma halleri, keyif, keyif, sımsıkı sarılırım sana, dur bakalım kendi fotoğrafımızı çekebilir miyim, aa çektim, pek güzeliz ya, sevgilim peki ya ben kullanabilir miyim, öğretirim sana ben bebeğim, ciddi misin ama arabalar gelirse korkarım, tamam sakin bir yerde gösteririm, aa bu hareket edio, aaaa gidiyoruuuzz, dur kornaya basıcam göster bana, görsünler, bakın biniyorum, hey ben kullanıyorum, ayyyyy, harikasın sennn, evet hayatım hareket ediyor, çok güzel ya, çok güzel ya, heyt geçirdiğim en güzel bayram bu desem abartmış olur muyum, bilmem, iyi ki geldik, yaşasın yaşasın, yeni moda tabirle organik gıdaları yüklenelim, evimize dönelim, evim evim güzel evim...

maharetabla

Ben o teyzelerden değilim, o ablalardan.

"Bayram temizliği" insanlarından değilim, olamadım, olamayacağım. Bayram geliyor temizliği mantıksız geliyor, bünyeme mantıksız geleni yaptıramıyorum kendime, bahar temizliği bir derece, değişen iklime uygun giysiler çıkacaktır falan. Ama evin zaten temizdir, olmalıdır, misafir gelecek diye bu havalanma nedir? Kendini parçalamak neden? Bi' sakin olun ya.
"Evlenince anlarsın" derlerdi, anlamadım, hala.
Ramazan alışverişini anlamadığım gibi. Seferberlik ilan edilir gibi marketlere koşmayı anlamadığım gibi. Bayram diye kuaföre koşanları anlamadığım gibi. Kredi kartına sayısız taksitle gardrobunu dolduranları anlamadığım gibi. Bunun bayramı yaşamak olduğunu zannetmiyorum. İnanmıyorum. İsrafın, gösterişin, abartının emredilmediğini iyi biliyorum.
"Misafir tabaklarını" "vitrin"de saklayanlardan da olmadım. Vitrin diye bir saçmalığın varlık nedenini anlamam mümkün değil, kuyumcu muyum ben vitrinim olsun? Minibüs şöförü mahalli gibi bir şey bence vitrinlerdeki danteller... Sadelik diye bir şey duydunuz mu?
Sonra o maharet ablalardan da değilim ben, olmayacağım, hani deryik'in de deyimiyle "hobileriyle gerenler"den. Hayatını anlamını boncuklarda arayanlardan. "Su böreğini kimse benim gibi yapamaz"lardan. Kadın günlerinde yemek tarifi yarıştıranlardan.
Kınamıyorum onları, hatta yıldızlı pekiyililer onlar. Hani saçları sımsıkı örülü, tek teli bile dağılmayan, yakaları ütülü çocuklar onlar. Yaramazlık yapmaz onlar, öğretmenin biriciğidirler, hiç bir aşırılıkları yoktur, vasattırlar hep, "hanımkız"dırlar.

Bence yeryüzünün en sıkıcı insanları olmaya adaylar.




Gece, yani sabah 7'de yatarak yapmam gereken kısmı, nihayet bitirebildim. Sayfalar dolusu şeyden sonra hala düzgünce, laboratuar yazamayışımı Yaratıcı'nın bir şakası olarak görüyorum.

Su gibi geçiyor zaman, bu haftayı hiç anlayamadım, günleri unutarak çalıştım.

Ama çok mutluyum. İlmek ilmek kelimelerle örerek bir şeyler yapmak var. Özgür olmak ve çok çalışmak var. Yaptığın şeyden tatmin olmak var. Yaptığın işi, keyifle yaptığın yemekler, ördüğün atkılar gibi boynuna dolamak var.

Dün gece uyumadan önce bunu düşündüm, herkesin kendi bildiğince, secret, karma, çekim yasası falan dediği o şeyi ta içimde hissediyorum ve allah'a şükrediyorum. Hep farklı oldu, şu ana kadar, okulum bile. Hep cesaret isteyenleri seçtim, gözümü karartmam gerekenleri, öyle oturup beklemedim. Ve ardında hep çok güzel bahçeler oldu. Şimdi, herşey yine tastamam hayal ettiğim gibi, hani resmini çizsem bu kadar olmazdı. Çünkü bir de pasta üzerinde çilek kıvamında "bu da bizden" güzellikleri var.

Sürekli aklımda yazmak, kelimeler var her tarafta, üstüme başıma bulaşıyor ama zaman izin vermiyor.

O sırada, açıklanamayan insan halleri 101 isimli dersten bir ünite. Farkettim ki, ben gerçekten kozamda yaşıyorum, istediğim insanlarla, fazlasına değmeden ve zarar görmeden. Bu yüzden o bildik berbat insan hallerini anlayamıyorum, iyi ki. Bu korunaklı dünyayı çok seviyorum.


Sonra bir gece beyoğlu, yürü, keyifli bir yemek, günler sonra gökyüzünü görmek, sonra kelimeler, kelimeler, kelimeler...




Şimdiyse, kısa bir mola, yeni çalışmaya başlamadan hemen önce. Evde bir kaç minik düzenleme, artık oturan yeni düzenim için. Ve bir yolculuk.

Çanta hazırlama keyfi, ki bence dünyanın en eğlenceli şeyi. Onunla sadece yola çıkmak bile başlı başına bir güzellikken. Nereye olduğu önemsizleşiyor yolculuğun, onunlayken.

Bir kaç ütü, Tbox yolculuk yastığım nerde onu bulmalı, ne giysem ne giysem karar vermeli, bir "yolculuk kitabı" seçilmeli, pabuçlar temizlenmeli, olabildiğince hafif bir çanta hazırlanmalı.





iyi ki

iyi ki doğdun,
iyi ki doğdun da benim oldun.
iyi ki
iyi ki
iyi ki.

senin doğum günün yüzünden, kasım ayını seviyorum ben. günlerce kutlamaya bayılıyorum.
iki yıl önce, bir elim kalbimde, diğer elimde süprizlerim, çıkarken merdivenleri hissettiğim heyecan ve mutluluk hep arttı.
nefesim kesilirken, kalbim yerinden çıkacakmış gibiyken, bu kadar coşkuyla bir varlığın doğum gününü ilk kez kutlarken, ben büyü bozulacak mı korkarken, sen kırılacak bir kristale bakar gibi bakarken, aşkı döke saça, saklamadan yaşarken, üstümüze başımıza bulaştırırken, ve gözlerin kocaman açılmışken süprizimle...
ben bir dilek diledim ve o günden beri hep aynı dileği dilerim.

30 yaşın en çok yakıştığı adam,
mor çakmaklı gezginim,
sevgilim,
nice yıllara,
seni çok seviyorum.
Hava leziz. Serin, güneşli.
Ben evdeyim günlerdir, belgesel izleyip anlatan lüzumsuz insanlardan biri olmama ramak kaldı, çevirdiğim metinler suyla çalışan arabayı anlatıyor, rüyamda bile ucuz yollu hidrojeni nerden bulurum die kafa yoruyorum. Sayfalar dolusu. Malumatfuruş insanlar vardır ya etrafımızda, onlar için bunlar sanırım. Birikmiş ütülerim var, kırışıkların üstünden geçerken, yeni kelimeler düşünüyorum kullanabileceğim. Yaptığım hiç bir şeyin kıyısında kalamıyorum ben, her tarafım, her yönüm o iş oluyor, o işten ibaret kalana dek gidiyor bu...

Bu arada ara verdikçe fındık kırıyorum, basbayağı fındık. Sonra onlardan fındız ezmesi yapıyorum, o kadar lezzetli ki, zeka da mı açıyor nedir, bir kaşıkla onu lüp lüp lüpletiyorum.
Benim en can arkadaşım, ameliyat oldu.
İçinden bir parçayı aldılar, annesine verdiler.
Böbreğini...

Hepimize acayip bir deneyim yaşattı, bir ders öğretti. Küçük bir kız o, ama içinde gördüğüm en güçlü kadın saklı. Matruşka bebekler gibi. Ama hani sahiden "gözünü bile kırpmadan"... Sahiden kahraman gibi.
Onunla gurur duyuyorum ben, böyle herkese anlatasım geliyor, "benim arkadaşım var yaaa..." diyerek, cesaretine, fedakarlığına ve bunları doğalca yapışına, o ağır ameliyata ve sonrasındaki ağrılara bir tek defa "uf" bile demeyişine hayran oldum. Bizler ondan daha çok korktuk zaman zaman sanırım.
Odasını balonlarla süsledik, hep güldük, neşeyle, harika bir enerjiyle bu zor deneyimi atlattık.
Anne kız dinleniyorlar şimdi, çok mutlular...
Bebeklerimin yuvadan uçma zamanları geldi. Artık annelerine ihtiyaçları yok.

Sahiplenmek isteyeniniz varsa, benimle irtibata geçebilirsiniz.

Tuvalet eğitimleri ve mama alışkanlıkları kazandırıldı.

mormermaid@gmail.com

arı vız vız vız

Bir haftada ancak sistemimi oturtabildim. Evet çok zevk alıyorum ama çalışmam gerek diye bir ses var içimde, susmuyor. İşin başına oturana kadardır benim sorunum daima, karar verdim mi yapmaya, tamam çorap söküğü gibi olurum, harika verimli gider her şey, ama önce başlamam gerek. Sonra saatler sürer, çok kısa molalarla.

Biriken ütülerim bir yanda, biriken sayfalarım diğer yanda. Hızla karar vermem gerek. Planlı olmam gerek. Ev düzenli olmazsa çalışma da verimli olamıyor. E ben de düzen prensesi sayılmam doğrusu pek. Düzen severim düzenlemeyi sevmem:) Asmalı Konak tekrarları izliyordum, 2-3 ay önce, o zaman bir ara mutfağa girip "kızlar ortalığı toplayın malzemeleri hazırlayın birazdan yemek yapacağım" diyesim geliyordu. Oh birisi arkamı toplasa sürekli dünyanın en çalışkan arısı ben olurum zaten.

Ama güzel yanları daha bir çok. Ev ev ev ev. Güvenli, sakin, sıcacık, benim...
Mumlar, sevdiğin elbiseler, bazen müzikler... Gürültü yok, tahammül etmek zorunda olduğun insanlar yok, stres yok.

Not: 20lik diş nedir, neden ağrır, neden haftasonuna denk gelir, neden saatlerce sürer geçmez, neden neden neden bilen var mı?

karavan





Hayalimdeki işi buldum mu ben sahiden?

Evdeyim, tıkır tıkır zihnim ve klavyem çalışıyor, çalışıyorum, yoruluyorum, dinleniyorum, kelimelerle oynuyorum.

Bir mola verip yemeğime bakıyorum, hop bir de kahve yapıyorum kendime koca fincan, iki satır kitap okuyorum, bir kaç ilmek örüyorum, sonra yeniden çalışmaya dönüyorum. En sevdiğim kazak üzerimde, parmak uçlarım mor, burnumda yeni yıkanmış çamaşırların kokusu...

Akşam sevdiceğim geliyor, yorgun oluyorum ama bitkin değil ve fazlasıyla mutlu, huzurlu.

Evde çalışmanın da zorlukları var tabi, bir disipline sahip olman gerekiyor, arkadaşların "ya akşam yaparsın bir kahve içelim beraber" demelerine karşı koyman, ne olursa olsun erken uyanman, güne güzel ve dinç başlaman, seni bekleyen ev işlerine öncelik tanımaman, düzenli bir çalışma ortamına sahip olman...

Çok gerekmedikçe dışarı çıkmıyorum. Sevdiceğimle yaptığım gezintiler hariç. Diğerlerini istemiyorum şu sıra.

Hem evimi karavan gibi kullanabiliyorum ben, canım nereye isterse oraya çekiyorum...