nisannisannisannisan

Dün o uğurlu yağmur yağdı!
Ben her yıl bir hevesle anlatırım bu masalı herkese. Heyecanla beklerim, illa ki bir damlası değsin isterim.
Nisan ayının ilk yağmuru yılın ilk yağmuru kabul edilir ve de illa ki ıslanmak gerekir. Çünkü çok güzeldir, her derde devadır, keyiflidir, mutludur.
Derler ki, bu damlalar pek bir gururluymuş, e kim olsa öyle hisseder, ilk yağmursun az şey mi, hatta bazıları böyle salına salına gökyüzünden inermiş...
Sonra, yeryüzüne yaklaştıkça, kocaman denizi görürmüş yağmur hanımlar. Denizi düşünsenize minicik damlanın gözünden...
Bu damlalardan bazıları, o kibirlerini bir kenara bırakır, boyunlarını bükerlermiş. Edep gösterirlermiş.
İşte bu boynunu büken damlalar, istiridyenin içine inci oluverirmiş sonra.
Bükemeyenlerse, yılanın ağzına zehir derler...

Büyükler "Nisan Tası" bile yapmışlar, her yıl bu damlaları toplamak için. Sonra içerlermiş, yağmurlar yağsın dilekleriyle toprağa dökerlermiş, saçlarına sürerlermiş...
Ben şanslıydım, gördüm onlardan en bilinenini.

sevmiyorum!

Gıcık olduğum bloglar var benim. Sevgi kelebeği değilim. Lüzumsuz kalabalık.

Mesela mükemmel anneler var, sevmiyorum onları, gerçeküstü geliyorlar. Planlı, sıkıcı. Hasta olmayan, kusmayan çocuklar, dahiler, her şeyi biliyorlar, yaşıtlarından ilerdeler. Proje çocuklar. Bugün bilmem ne aktivitesini yaparken, şekilleri şöyle yerleştirdi, tanrım öyle mükemmel ki. Anne ayrı mükemmel her şeye yetişiyor, o bir milenyum kadını, hem çalışıyor, hem bakımlı, hem anne, bir de blog yazıyor. İnsanın cesaretini kırıyorlar.

Sonraaa, kendini moda dergisi zannedenler. Gugıllayıp buldukları resimlere "ayy hiç yakışmamış", "ne kadar da tatlı" falan gibi yorumlar yazıp yayınlayanlar. Zannedersiniz ki, beş çayında beraberler, öyle bir samimiyet. "Victoria dedik sana bu topukluları giyme diye", "bilmem kimin kızı kendisine ne çok benziyor, keyifleri hep sürsün" falan. Yani "giyinmek ve makyaj yapmak bir bilim dalı ve ciddi bir kabiliyet, e bende de bu var en iyisi ifşa edeyim" halleri. Belki de içten içe kendilerini orda görmek istediklerinden veya "ben de güzelim neyim eksik" bunalımı. Oysa onlar sadece kuaförde rastlaşıp, gereksiz düzeyde kokoş olduğunu düşündüğümüz kızlar, hani "evden özensizce çıktım ama yine de ne kadar güzelim" izlenimi vermek için saatlerce uğraşanlar. Gazete okumaz, "dergi bakar"lar ve alışveriş, ev dekorasyonu gibi şeyler yegane hobileridir. Zaman zaman bir sabah şekeri hissiyatıyla gubidik kampanyalar yaparlar, "şu soruyu cevaplayanların arasından yapacağım çekilişle kazanan kişiye, bir sıkımlık parıltılı diş macunu armağan edeceğim" falan derler. Rating yapan konuları iyi bilirler, kilolara çözüm, yeni bir krem falan gibi... Ayrıca televole jargonuna hakimdirler: "yeni tarzıyla göz doldurdu", "hem göze hem kulağa hitap etti", "doğumdan sonra verdiği kilolarla..." gibi. Ha, bu hobiyi paraya dönüştürebilmişlerse daha bir kibirli oluyorlar, hani okul çizgi filmlerinde olur ya dörtlü takılan aralarına kimseyi almayan, dedikodu yapan ve bütün derdi giyinmek olan kız grubu, işte onlar gibi.

Her tarafı gugıl reklamlarda döşeyenler ve hatta "tıklayıverin nolucak" diye not bile düşenler var. Bunlar kendilerini internetten para kazanmayı başarmış "yırtmış" insanlar gibi görürler ve bir gün bulacakları parlak fikirle köşeyi dönmeyi hayal ederler.

Herkese yerli yersiz yorum bırakan, "tamam mı kuşum", "harikasın kuzum" tipler vardır. Gördüğünüz yerde kaçın, engelleyin falan hatta. Seda sayanın internet versiyonu, "bacım benim". Bunların bir de "ağır abi" versiyonları var ki mahallenin köşesinde bütün gün dikilen tiplerin ta kendisi onlar. Genelde bu ablalar, o abilerle takılır zaten :)

Sonra bir internet zabıtasının varlığına bütün kalbiyle inananlar var. "Adsız yorum bırakıyorsun ama ip adresini biliyorum, istanbuldasın ve 40 yaşındasın" falan:) Yasal yollara başvuracağım tehditleri. Evet sana yuvarlak ifadelerle fikrine katılmadığını belki biraz saygısızca belirten birine dava açarak çok kısa sürede sonuç alabilirsin eminim. "Türk adaletine güveniyorum."

Kendini köşe yazarı zannedenler var. Genelde bunlar sözlüklerde de yazarlar ve "bir kaç" okuyucuları vardır. Bunun sonucunda gereksizce gelişen bir egoya sahiptirler. Kendilerini ünlü ve daha da beteri yazar zannederler. İşte bloglarında böyle açıklamalar yaparlar falan. Güncel olaylarda kendilerine doğan söz hakkını (bkz deryik demişti: biliyosunuz bu ülkede saniye 1 çocuk doğuyosa, 10 tane de cevap hakkı doğuyo.) bloglarda kullanırlar. Evet o kendini bir tuttuğu yazar da gelip blogunu okuyacak ümidi. Genellikle agresiftirler, tartışmalara girerler ve bunları da bloglarında taşırlar. Basın açıklaması yapar gibi. İclal Aydın'ın "yazın dünyası" tripleri bunlarınki pek benzer bence. "Beni de aranıza alın ben de nişantaşı çocuğuyum" olayı. Klişelerden beslenirler, "boğazda rakı balık", "vapurda martılara simit attım", "evde tek başıma soğuk bir bira açtım", "kendi ayakları üzerinde duran kadın", "şehir insanının yalnızlığı", "orhan pamuk'un son kitabı" gibi konular sık sık karşınıza çıkar. Sıklıkla "ey okur", "sevgili okur" gibi tabirler kullanmalarını altında, günün birinde imza günü yapma hayalleri vardır aslında.

Tuhaf ablalar var. Her kelimeye link vererek açıklamaya çalışan, çok bilmişler. Yalnızca küçük dağları değil, bütün dağları ve hatta denizleri onlar yaratmıştır. Aman kızmasın diye herkes bir pohpohlar onları, şiştikçe şişerler. İçleri boş oysa. Herkesin bildiği ve çoktan içselleştirdiği pek çok şeyi yeni keşfeden olma heyecanıyla zırvalarlar. Bu ima edilince de acaip öfkelenirler.

Sıkıcı ergenler var. "bgn askimla kavga ettik. 10uncu günümüsdü ve sonucta bu bnm en uzun soluklu iliskim. btn gün evanesence dinnedim sora. napcas bilmiorum" diye yazanlar var. Bunlara dekoder gerekli, başka bir dilde yazıyorlar çünkü.

İmla klavuzu hediye etmek istediklerim var. Ki ve De ekleri konulu bir sempozyuma davet etmek de istiyorum aynı kişileri.

İki lafından biri marka olanlar var. "Geçen gün starbucks'ta kahve içtik, sonra bershka'ya uğradık, house coffe'nin muhteşem brownisi yedikten sonra, ipodumuzu kulağımıza taktık ve lush'tan şampuan alıp erkenden eve döndük çünkü camperlarım ayağımı sıkmıştı" Sınıf atladım çok havalıyım. Kültürüm sıfır. Her şeyi fiyatıyla ve etiketiyle değerlendiriyorum ve kişisel tarihimi bile onlarla kaydediyorum. Bu gençler bir de yurtdışına falan çıkmışsa vay halinize bu kez ayşe arman dubai'de görgüsüzlüğüyle, havaalanında yaşadıkları minik bir olayı anlatır da anlatırlar.

Sağa sola fesat yorumlar bırakanlar var. Bir kısmı da adsız. Onlar işte bu "camdan bakan cıkcık teyze". Yani olumsuz bir şey yazabilirsin elbette ama laf sokmak falan çok tuhaf oluyor. Bu kişiler aynı zamanda, okudukları haberlere "ben de çok karşıyım böyle şeylere" diye yorum yazarak sosyal sorumluluklarını yerine getirdiklerini zannediyorlar.

Yemek bloglarıııı! Çok çok çok harika olanları var ki onlara bayılıyorum ve de gayet faydalanıyorum. Ama geri kalanları genelde kötü kopyalar. Yemekteyiz'e katılan "kaç yıllık ev hanımıyım ben" insanları. Kötü fotoğraflar, yarım yamalak tarif, "bizim evde brokoli çok sık pişer" diyen tipler. Bayık ve samimiyetsiz.

Küçük nil ve amelie'ler... Basit ve olağan şeyleri uzun uzadıya yazmak en sevdikleri. Büyük ihtimalle kelimeleri yuvarlayarak konuşuyorlardır ve şaşkın bakan gözleri vardır. Tahminim bu. Karışık ve devrik yazmayı bir tarz addederler. "Anlaşılır olmak" avamdır bunlara göre.

Desperate Housewives var. Sabah kalktım kahvaltı ettim, spora gittim, akşama kocama şu yemeği yapıcam. Sabah kalktım kahvaltı etmedim, komşuya gittim, akşama kocama diğer yemeği yapıcam. Öeeeh. İnsan her gün aynı şeyi yapmaktan ve dahası yazmaktan sıkılmaz mı yahu?

E bu olur da"Sex and the City" hatunları olmaz mı, var tabi, peki ya "Ally Mcbeal" tipleri, ah elbette. "Ben de dalgınım, ben de sanrılar görüyorum haydi yazayım izlerken çok sempatikti."

Zıpzıplar var. Hani bir eve girersiniz, nereye bakacağınızı şaşırsınız, kitcsh müzesi gibi. Tavandan sarkan yapma sarmaşıklar, duvarlarda yuvarlak kasnaklar, acaip perdeler, karman çorman halılar, biblolar biblolar biblolar (ki bu en anlamadığım kısmı, onlara tapıyor musunuz kuzum?) ve daha bilumum gereksizlik. İşte bu kişilerin blogları da böyledir. Her taraftan bir yıldız, bir şekil, şarkı, yazımı beğendiniz mi tıklaması, rastgele yazı getiren hede, yok bilmem ne, ne bulduysa ortaya bir karışık yap modeli. Kaçın!

Özenti gençler. Bunlar bu gençlik dizilerinin etkisinde kalmış, sürekli ilişkilerini falan irdeleyen, "hayatım boyunca...", "şu güne kadar hiç...", "beni bilen bilir..." diye büyük cümleler kuran küçük çocuklardır. Alkol almayı büyümek, bilmem ne konserine gitmeyi yetişkin olmak zanneder, anlata anlata bitiremezler. O sıradaki erkek arkadaşlarından ya da bir yazıdan, filmden kopyaladıkları fikirleri alınlarına yapıştırır öyle gezerler. Agresiftirler. Özentilerin bir davranış biçimine daha rastladım. Bunlar zinhar "allah" demez. "Tanrı korusun", "Tanrı lanetlesin böyle insanları" falan der. Bunlar işte Amerikan dizilerinden beslenen, aslen varoş gençlik. İnançlara elbette ki saygılıyım, aksi düşünülemez ama "ay allah korusun ya" diyerek tahtaya vurmak son derece doğalken, kastırarak her cümlede "god bless all" halleri komik komik komik geliyor. May the force be with you diyesim geliyor :)

Şimdilik bunlar ilk aklıma gelenleraslında daha uzayıp gidebilir bu liste. Ama bu kadar yeter, rastlayıp yolumu değiştirdiklerimden bir kesit işte...

Bir de...
Ne çok sevdiklerim var, kalbimde sakladıklarım, yıllardır tanışıyorum zannettiğim, bazen yorum yazmadan ses çıkarmadan gizli gizli takip ettiğim. "Ah şu konuyu bir de o yazsa da okusam" dediklerim... "Ne kadar içten, ne kadar gerçek" diye okumaya kıyamayarak baktıklarım, bir gün pijama partisi yapar da sonsuz gevezelik ederiz diye heveslendiklerim. Çalışmaya ara verdiğimde nefes aldıklarım, bazen kendim zannedecek kadar içime kattıklarım...

Hamiş: "yok canım asla sen değilsiiin" demem için "ben miyim" diye sormayın olur mu:)

bir alerjiğin yaşamı

Kızamık gibi şeyler döktüm.
Bütün yüzümde. Kabus gibi, minik minik yüzlerce nokta, noktaları birleştirerek dağ deniz ev falan çizebilirim. Karnımda değil, kollarımda değil, yüzümde!
Doktorun verdiği bilgilere dayanarak dokunan hiç bir şey yapmadığımı söyleyebilirim.
Yapmış da olabilirim. Emin olamıyorsun. Yediğim bilmem neydeki bilmem ne maddesi havadaki toz faktörüyle birleşip beni yamultmuş olabilir. Bunlar hep ihtimal. Kesin konuşmak mümkün değil.
Baharı çok seviyorum ama o beni pek sevmiyor. Nisan en sevdiğim ay ve hep bu sorunu yaşarım illa ki, mart biterken nisan gelirken "merhabaaa!"der. Bazıları çiçeklerden, bazılar güneşli havadan, bazılar elbiselerden anlar baharı, ben uslanmaz romantik balığaysa bu Yaratıcı'nın bir hediyesi, bana bahar böyle geliyor. Oh rüzgaaar püfür püfür, ben evdeyim, hani arkadaşları bahçede oynarken kötü kalpli üvey anne tarafından ev hapsine uğrayan çocuk gibi. Bazen hapşırık, bazen tıksırık, bazen böyle şeyler. Bu yıl hapşırma faslı yok mesela, şükürler olsun. Yağmurdan kaç doluya:)
Deneye yanıla biraz, doğru cilt ürünlerini buldum, edindim. Değişik bir şey kullanamam, denemem bile, her marka çorap giymem, giyemem, deterjanların çoğu dokunur, öhö öhö, sentetik yok, tüylü şeyler yok, halı yok, her metal takı takılmaz, peluş falan yok, kaz tüyünde uyuyorum falan. Organik kızım ben doğuştan. Yaşam tarzımıza da uyduğundan doğal olarak uyguladığımız şeyler bunlar zaten. Bulaşık deterjanım bilmem neyim doğal olmak zorunda. Aslında hepinizin yapması gereken şeyler bunlar he he:) Penguenler ölmesin:)

Ama yine de, onyüzbinmilyon kırmızı noktam ve ben üçüncü günümüzü geçiriyoruz. Sanki bu sabah aynada baktığım kadarıyla bir kaçı beni terketti gibi. Krem işe yarıyor, hapsa resmen kafa yapıyor, uyu uyu yat uyu, uyu uyu uyu yat uyu.

Dışarı çıkmıyorum ama yine de beni bu halde görmesini istemeyeceğim "hoşlandığım çocuk"la sık sık karşılaşıyorum :) Evlilik böyle bşy:)

Bu halimi görüp şu yorumları yapanlara minik kırmızı noktalar diliyorum:

"Canın bir şeye sıkılmış kesin!"
-hayır alakası yok, keyiften öleceğim günler yaşıyorum. Bu kafadan uydurulan bir rahatsızlık değil, ne yapayım ki benim bünyem bazı şeylere garip tepkiler veriyor.
"Kediler tabi..."
-hayır raporum var:) kedilere alerjim yok benim. yok. yok. yok.
"İlaç alıyor musun?"
-hayır kendiliğinden geçsin diye bekliyorum, hiç düşünmedim ilaç almayı nedense bak iyi ki söyledin.
"Sen de dokunan şeylerden uzak dur"
-Evet iyi fikir, senden başlıyorum mesela.

fil fil file!

Yazamıyorum ama,

Yemekler yapıyorum, yemekler yiyiorum, yine de kilo verip seviniyorum.

Çeviriyorum, çeviriyorum, çeviriyorum, yaptıkça seviyorum, zihnim açılıyor. Nefis, şahane projeler var elimde.

Evin şekli yine değişti.
Ayda bir falan oluyordu bu, şimdi iki haftalık periyodlarda yaşıyoruz.

Bir süre gelmeyen arkadaşım "ay yine değişmiş burası" diyerek giriyor kapıdan içeri.
File kullanıyorum ben! İbeking gönderdi. Paket açma heyecanı, içinden çıkan mandalı kulağıma bile taktım. Çok sevindim, çok hoşlandım. Çok şımardım. Her gün postadan bir şeyler gelse keşke, minik minik paketler. Çok motive edici bir girişim. Fotoğraflar yakında burada olacak.

Evim kedi cenneti oldu. Çerez dev oldu, iki bebek de büyüyor. Çerezin hareketleri yüzünden daha miniciklerken tıslamayı öğrendiler. Hop hop havalarda uçtular. Çok dayanıklı olacaklarına eminim. Çerez bir kişilik bozukluğu atlattı diyebilirim. Kah annecilik oynadı bebeklerle, kah onları döven kötü abla oldu. Anneanne olmak zor iş. Sık sık temizlik, tüy toplama, mama yapma, bıcır bıcır oynama gerektiriyor, tek kedili günlerimizi özlemiyorum diyemem.

Kırmızı kaplı defterime kaydediyorum her şeyi.

21 Mart'la beraber hakkaten bahar geldi, sahiden geldi :)

Bugün defalarca dinlediğim şarkı: Love you 'till the end
Ps: i love you soundtrack.
isteyenin posta kutusuna bırakılır.

beggin'






Bütün haftasonu bu şarkıyı söyledi sevdiceğim. La la la la. O çok güzel şarkı söyler, ben telefon edince açar açmaz şarkı söyler bazen. O hep neşelidir, hep hayattır. Ben de sürekli itiraz ettim, "hayır yanlış söylüyorsuuun" dedim, "orda öyle demiyor" dedim. Çok bilmişim ben, yine yanıldım. Harika bir haftasonuydu. Sokaklara döküldük. Tın tın yürüdük, vapurlara bindik, indik, kahvaltılar ettik, uzun uzun, portakal suları, kocaman menüler, çilekli dondurma bir de. Nam nam nam yine istedi canım bak. Her şey çilekli dondurmayı çağrıştırıyor bana.
Sonra Pazar akşamı bizim şirketin yaş gününü kutladık. Ama ne kutlamak:) Keyif keyif keyif. Birisi bu şarkıyı söyleyince nihayet sevgilim "baaak gördün mü" dedi:) Yer yer mekanla dalga geçtik, hiiiç tarzımız değil, leoparlar, kırmızılar, o ışıklar... Ama hiper eğlendik. Enerjik iş ortamıyla, çalışmaya motive oldum ben yine yeniden.
Şarkıyı da loopa aldım dinliyorum sabah beri.
Yaza az kaldı! Çoook harika mevsimler başladı. Zıp zıp zıplayasım var. Harika hissediyorum kendimi, kış uykusundan uyanmanın şirin bir mahmurluğu var üzerimde. Yanımda da sevdiğim adam. Çiçekli elbiselerimle döne döne dansetmek için sabırsızlanıyorum, kocaman çimler var, hamaklar, toprağa basmak, tiril tiril dolaşmak.

Bir de şu şarkı:

"... eğer kışı atlatırsak, güneye ineriz yazın..."


İner miyiz sevgilim?

Funda'dan ilhamla, kendi makarnamı yaptım dün. Merdane ve oklava acaip aletler, insan kendini harika becerikli hissediyor, unlar uçuşurken şarkılar söylüyor, bir keyif bir eğlence...

Sabah yürüyüş, sevdiğim biriyle kahvaltı, açık çay, bin çeşit peynir, sonra yürüyüş, yüzüme vuran güneş...

Hafta harika başladı!

Bir de Beatles seven herkes kesin Across The Universe izlemeli! Şart yani, klübe almayız yoksa, let it be'nin kullanıldığı sekansı ezberledim, şarkılara eşlik ettik, güldük, gözlerimiz ıslandı, ne çok iz bırakan şarkısı var, pek çok anı onların şarkılarıyla taçlanmış diye düşündük film boyunca. Müzikli filmlere, müzikallere bayılıyorum ben, şölen gibi olmalı sinema gibi geliyor, meli malı'dan çok, seviyorum doğrusu.
Şu sıralar tam bir sinefil artı kitap kurdu bir çiftiz, bahar geldi çıkıyoruz kabuğumuzdan hızla!

laa laaa laaa!

yayındayız:)

İkeahack yaptık, yolladık, yayınlamışlar.

Süperella bir takımız biz:)
http://ikeahacker.blogspot.com/2009/03/plenty-from-lack.html

Evet







Sevgilim,


Bugün, öğleden önce, biri kapını çalacak,

"2 yıl önce bugün, zamanı bizim için durduran adama..."


bir armağan bırakacak.


Evet,


...seninle bir hayata evet, varlığa, yokluğa, düşe kalka öğrenmeye, beraber nefes almaya, bir diğerimizin nefesi olmaya, hatalar yapmaya, düzeltmeye, daha iyi insanlar olmaya, bir olmaya, aile olmaya, yavrulamaya, senin elinden yemeye, bir tek senin elinden yemeye, tek yastıkta uyumaya, şımarmaya, şımartmaya, sorumluluklara, sorumsuzluk yapacak kadar bir insana güvenebilmeye, üşümeye, ısınmaya, yanmaya, yağmurlarda ıslanmaya, gevezeliklere, uzun cümlelere, susup kalmalara, kocaman kahkahalara, gözyaşının tuzuna, özlemeye, kavuşmaya, rüyalara, kabuslara, bir şemsiyenin altında olmaya, bir çatının altında olmaya, bir çadırın içinde kalmaya, aynı uyku tulumunu paylaşmaya, baş ağrılarını geçirecek güçteki öpücüklere, koşmaya, beklemeye, bekletmeye, sabretmeye, pervane ve ateş olmaya, güneşli günlere, aydınlıklara, karanlıklara, inmelere, çıkmalara, hem aşık hem maşuk hallere, evde hayvanat bahçesi kurmaya, çatı katlarına, bahçelere, hamaklarda sallanmaya, bir gün birden aniden aklımıza esip gidivermelere, şarkı söylemeye, kış uykularına, mayıs ikindilerine, bahar gezmelerine, kış pineklemelerine, gemilere, denizlere, çöllere, yollara düşmeye, tandem bisiklete, bütün mevsimlere, zıp zıp zıplamaya, yaşlanıp kırış buruş olmaya, ucu bucağı olmayan hayallere, tutkuya, öfkeye, sakinliğe, telaşa, aceleye, güçlülüğe, güçsüzlüğe, hem suya hem ateşe, keyfe, birbirimize kök salmaya, derinden, sakince, korkutmadan, elele, bıkmadan, hep, hep daha çok, hep artan bi aşkla, doğmaya ve ölmeye, hayata ve ötesine,


her şeye...



Evet!






İyi ki doğdum di mi ben?



martmartmart

Takvime geldi bahar nihayet!
Mart benim en sevdiğim ay. İçinde bir kez ve sonra bir kez daha doğdum diye ve baktığım her yer yeniden doğuyor diye.
Şubat'ın son günü, 2 ayımı alan, beni uğraştıran, yer yer başağrılarına sebep, binbir emek projenin tamamlanıp teslim edildiği gündü. Oh!
Ki bu kutlamaya değerdi, hem de pek çok. Ertesi gün ışıl ışıl bir Mart sabahına uyanmak pek güzeldi.
Uzun uykulardan, yorucu günlerden, yoğun saatlerden sonra üstelik. Yeniden başlamak için, çiçeklere bakmak için, saç tellerine kadar rengarenk parlamak için, sokaklara dökülmek için...

...İlkbaharı cicim pek sevdiğim için, hep yeşildir elbiseleriiiim...