büyük buluşma

Ve ben;
doğumgünü kızıyla buluştum!

Takip edilen ilk –türkçe- blog, en bi’ sevilen, en bi’ şey, en en en, daha ilk cümlelerinden itibaren, nihayet büyük buluşma, benim için büyük, hem ilk defa, hem daha önemlisi onunla, ne giysem, ne yapsam, ay hem de doğum günü ne alsam, bir paket yapmalı ve içine “seni tanıyorum ve seviyorum” diyen şeyler koymalı, içimde kelebekler pırpır, evet tünel, neden?, sanırım iki İstanbulseverin ilk randevusu için en uygun kare, gazetelerin yanına park ettim bekliyorum, aa tramvay, aa geliyor, yihhuyt, ne yapsak nerde otursak, aç mıyım ben, kelimeler kelimeler, dedikodular, aa öyle mi, pembe sigara, gözleri ne güzel, saç rengi eşsiz, çıtı pıtı bir kuş, dünyanın en akıcı gevezesi, hani “ya çok seversiniz ya nefret edersiniz” insanlar vardır ya, onlardan, bir kitap olsa sürükleyici ve derin, iyi tanıdım, vırvırvır, çenem ağrıyana dek gülmek, yürümek yürümek, ayrılırken bile konuşmak ve "bir daha ne zaman görüşsek" planları yapmak, fotoğraf çekmeyi unutmak ve cebimde armağanlar eve gelmek.

İyi ki doğdun!

tek taş mevzuu

Geçtiğimiz günlerden birinde metroda bir kızın sevgilisine (!) alması gereken tektaşın boyutları, şekli ve pahası hakkında verdiği direktiflere kulak misafiri oldum istemeden. Daha doğrusu, bütün vagona naklen yayın yaptılar. Zavallı çocuk talimatları bütün gücüyle zihnine kaydetmeye gayret ederken, aynı anda biricik sevdiğinin gözlerindeki hırsı anlamaya çalışıyordu.

“Aralarındaki ilişki hangi noktada bu zavallı hale dönüştü, hep mi böyleydi”, “bu kızın hayatındaki adama aldıracağı “yüzüğü” bu kadar detaylı tarif etmesine sebep olan annesinden öğrendikleri mi”, “kendisinde bu kadar paha biçilmez olarak gördüğü ne”, “kadın erkek eşitliği ifadesinden ne anlıyor”, “kendine bir köle alsa daha mı iyiydi” gibi sorular kafamda uçuştu. Hani bu tip birine “başlık parası” desen “böğk ne banel çağdışı” falan der, ama kendisi her konuda pazarlık yapar evleneceği insanla. Salondaki eşyalardan, takılacak yüzüğe, balayında kalınacak otelin yıldız sayısına kadar. Üstelik metroda, birçok insanın dinleyebileceği şekilde. Çünkü zaten olayın asıl amacı da bu şovdur! Ve işte yine bu insanlardır ki, evlilik hazırlıkları esnasında gerilen, “birbirimizi tanıyamaz hale geldik” diyen, ve benzerleri de bu gibileri sakinleştirir; “çok normal tatlım, biz de öyle olmuştuk.” Sebep? Evlilik denen, aynı çatı altında yaşamaya dair kutsal sözün sembolik bir imzası değil mi? Neyi paylaşamıyorsunuz? Bu kadar büyütülen ne?


Bu kızın bir blogu varsa, muhtemelen birkaç gün sonra “sevgilim bana tektaş aldı, tanrım hiç beklemiyordum düşünceli aşkım benim” diye bir yazı yazacak.
Oysa ben, her kadın erkek ilişkisinde “sevgili” kelimesinin kullanılmasına karşıyım.

Ne bileyim mesela, kadın belki de hayatında o kelimeyi hiç kullanmamış ama sadece okuyan/dinleyen diğer kadınlar için “sevgili” diye bahsediyor adamdan, oysa adam bildiğiniz “Hulusi”. Göbekli, tv kumandası elinde bir adam.
Dolayısıyla “sevgilimle alışverişe gittik” cümlesinin alt metninde şu var; adam kapıdan giriyor “ne yemek var hanım” diye haykırıyor, kadın; “sabah para bıraktın mı ki yemek olsun” gibi bir yanıt veriyor ve alışverişe çıkıyorlar. Sonuçta kadın bunu cümleye dökerken “sevgilimle alışverişe çıktık” diyor, böylece en sevdiği pembe dizideki hayale bir adım daha yaklaşabiliyor ve kadın arkadaşlarına çizdiği tabloyu bu sözcükle tamamlıyor. O göbekli Hulusi, kitap okumayan, sanat zevki olmayan, dünyaya bin yıldır aynı dar pencereden bakan, maç izlerken iki bira çakan recep ivedik, birden “sevgili” oluveriyor. Bu bağlamda kadın da bir basamak atlıyor. Birden hop; sex and the city hatunu; “ah çok çılgınım evliyiz hala sevgili diyebiliyorum” oluveriyor.

Aşk kelimesi ne kadar eşsizse, sevgili sözcüğü de bir o kadar özel. Söz konusu ilişkide nişan bohçası, bilezik ve benzeri bilumum mücevherat, sizin taraf şunu yaptı bizimki şunu falan gibi çıkar ilişkilerinin geleneksel halleri varsa, o insana sevgili demek, cosmopolitan gibi dergilerdeki yaşamları taklit etmektir sadece.

Ben mi anlayamıyorum? Bu kadar hesabın döndüğü ilişkide bireyler birbirinden nasıl sevgili diye bahsedebiliyor? Ne zamandır çiçek alıp almadığını muhasebe defterine kaydediyorsan o ilişki bir sevgililik hali değil, olsa olsa bir ortaklıktır, dostlar alışverişte görsündür. Ne bileyim ben çiçeklerin koparılmasına üzülürüm mesela, ipler dolanınca sanki boğazları sıkılıyormuş gibi gelir. Gül hiç sevmem, bence ucuz romantikliktir. Elbette ki sevgilimin bana çiçek alması –kır çiçekleri- hoşuma gider ama “evlenme teklifi edeceği akşam bagajdan 333 tane gül çıktı” falan gibi sürprizlerin aşırı sığ olduğunu düşünürüm. Ne yani bütün düşünebildiği bu mu? Tanrım vay canına! Yaratıcılıktan uzak, taklit bir şey. Sonra işte kim kimi kaç kere aradı. Ona göre adım atmak, stratejiler… Daha geçenlerde, evli birinin, bir bekâra, adamı nasıl nikâh masasına oturtacağıyla ilgili stratejileri anlattığını duydum. Bu aşağılık ve hesapçı bir tavır değil de nedir? Nedir siz bir kabile falansınız da, nikah masasına oturtulması başarılan her adam için bir madalya takıyorsunuz gibi bir anlaşmanız mı var?

Veya “koca” kişisini tamamen “sponsor” olarak görmek… “Aşkım bana fransa’dan parfüm getirmiş, sakın eli boş dönme demiştim zaten” falan şeklinde cümleler…

Ne aşkı ya, hangi aşktan bahsediyorsun? Ortak yaşamınıza sen ne kattın ki? Dahası senin varlığın onun dünyasına ne kattı? Hiç değilse, sponsorun olduğu için duyduğun saygıdan ötürü bu kadar küçülmemelisin... Ne bileyim, uçakta ikram edilen iki çikolatanın birini sensiz boğazından geçmediği için cebinde saklaması daha değerli değil mi? Sevgiyle ve neşeyle sürprizler yapmak, hediyeler almak başka bir şey, bu “aldım verdim ben seni yendim” başka bir şey. Ne bileyim, sevdiği erkek için yapılacak fedakârlıkların en büyüğünü, dolabındaki bütün gömleklerin ütülü olması, akşama sevdiği yemeklerin pişmesi olarak gören kadın âşık mıdır sahiden? Aynı kadının romantizmden anladığı da, en fazla mum ışığı ve şaraptır zaten. “Ah yıldönümümüzde sofrayı en sevdiği yemeklerle donattım, iki de mum yaktım” durumu. Yine aynı kadındır ki, çocuk sahibi olunca, “nihayet mükemmel erkeği yarattım; işte oğlum” şeklinde bu gömlek ütüleme, doyurma falan tarzındaki sevgiyi oğullarına akıtır ve kocalarının pabucunu dama atarak buğulu gözlerle; “hiçbir şeye benzemiyor bu sevgi biliyor musun?” derler. İyi de, sen hiç âşık olmamıştın ki zaten.

Ya da örneğin, “benimki çocuk istiyor artık” diye bahsettiğin adama “aşkım” diyemezsin. “Kocitom”, “aşkitoşum” falan de geç. Eve alınacakların hangisini onun tarafı, hangisini senin tarafın hesapladığın biri senin sevgilin olamaz. Balayı için gideceğin yer konusunda –ki balayı da ayrı bir başlıkta incelenecek bir gariplik- kavga edebildiğin insanı kalpten bir sevgiyle seviyor olamazsın. “Balayında maldivdeydik” cümlesini kurabilmek için kendini yırttığın bir ilişki sana hiçbir şey katmaz. Veya hayatlarındaki erkeğin işi, kariyeri veya ondan ötürü tanıdığı insanlardan övünerek bahseden kadınlar… Hani evlenince başın göğe ermesi durumu ve evlilikten mütevellit saygınlık. “Ah bizimki çok yoğun şekerim, bütün hafta toplantısı vardı hafta sonu da yurtdışına çıkıyor, biz de yılbaşına bilmem nerde girerek telafi edeceğiz.” Müdür karısı sendromu. Bütün olayı bir adamın bir şeyi olmak olan insan. Aktiviteden aktiviteye koşan çift. Bu acınası gelmiyor mu size de?

Özel günlerde kimin annesinin önce aranacağı sohbetini yapabildiğin bir insan sevgilin olamaz. Tamam kocan olur, hayatındaki erkek olur, başka bir şeyin olur ama sevdiğin olamaz. Çünkü aşk bu değil. Bunun adı başka bir şey, belki evlilik, belki moda deyimle “seviyeli bir ilişki”, belki başka bir şey. Ama aşk değil!

İşte bu yüzden, bunların dışında bir aşkla sevdiğim, bu dengelerin üstünde bir tutkuyla bağlandığım için, benim sözlüğüm en güzeli. Bu yüzden “en ilkel haliyle”;

O benim sevgilim!

Kesinlikle!



3

bugün hayatımı değiştiren o gecenin üzerinden 3 yıl geçti.
hep artanımsın benim, hiç eksilmeyenim.

261009



E basbayağı çalışan insan moduna geçtim ben:) Bugün evde yaptığım ekmeği getirecek, dolapta kendi çayıma yer açacak kadar yerleştim bile!

İlk on günü başarıyla tamamladım. Yer yer iniş çıkışlar yaşadım tabi.

Cuma akşamı, saatler süren trafiğin sebep olduğu sorularım ve kafa karışıklığımı biricik sevdiceğim halletti. İnsanın hayatında böyle bir “dostu” olması çok güzel ve şanslı bir durum. Sevgili olmanın, karı koca olmanın çok dışında bir şeyden söz ediyorum. Seni tanıyan, akıl veren, sarsan, kendine getiren, ayna tutan biri. Bunları araya kendi egosunu, isteklerini koymadan, durum her neyse tamamen senin üzerinden değerlendirerek yapabilen biri.

Özetle, yavaş yavaş geçişimi tamamladım. E tabi, bir yıl boyunca mümkün oldukça markete dahi inmeyen, akşamüzeri ihtiyaç listesini söyleyen, her şeyi telefonla sipariş eden bir insan olarak, iş trafiğine ve hızına alışmam zaman aldı, alıyor. Bir de bu arada birer ağır grip atlattık. Haliyle zor bir leveldı:) Örneğin evde çalışıyor olsam, o hafta hiçbir şey yapmaz sürekli yatardım ve aksayan işlerden yakınırdım. Oysa bu durumda, işe gittim, sabahları temiz havayı soluyarak sevindim, öğleye doğru ilacımı alarak işlerime konsantre oldum vesaire…

Gardırobumu bile elden geçirmem gerekti ki, sabahları “ne giyicem” telaşı yaşamayayım. Evde çalışırken tamamen kendi isteğimle üzerime aldığım eve dair sorumlulukların çoğunu sevdiceğim paylaştı. Bir kısmınaysa aslında gerek yokmuş. Mesela her gün lavabo ovmak gibi. Gün aşırı süpürge açmak gibi. O kadar sık olmasa da olurmuş. Hayır temizlik hastası bir insan değilim. Sadece evdeysen öyle oluyor. Dahası, yoğunlukta daha çok kitap okunabiliyor, daha kaliteli zaman geçirilebiliniyormuş. Az uykuyla idare edebilmeye şaşıyormuş insan. Ev gerçekten ahtapot gibi insanı saran, sarmalayan bir şeymiş ve bir süre sonra bu duruma bir ara vermek en iyisiymiş. Şimdilik. Evdeofis hala benim için mucize niteliğinde bir şey, ama şu aşamada böylesi en güzeli ve en doğrusu. Ve en önemlisi ben hayatımın bu yeni ritminden memnunum ve çok mutluyum.

insan halleri

Birazdan bahsedeceğim kadın tipiyle iş hayatında sıklıkla karşılaşırız.
Onları kısa saçlarından, özensiz makyajlarından, birbirinin aynısı pantolonlarından ve düz renk üstlerinden tanıyabilirsiniz. Düz renk dediysem, turuncuya falan gitmesin aklınız, koyu kırmızı, kahve, siyah, bazen iyi ihtimalle yeşil. Genel bir ışıksızlık hali. Bu ışıksız hali yüzlerine de yansır. Ciddi olmayı somurtmakla karıştırırlar.

Zaman zaman şöyle bir cümle kurabilirler: “aa ben sigara böreği bile saramam canım, bir kez denedim yanlış peynir mi ne kullanmışım yok olmadı…”
Vermek istediği mesaj şudur: “yemek yapmak basit bir iştir ve benim buna hiç vaktim olmadı.” Buna benzer pek çok örnek verebiliriz.
Oysa mesela bahsettiği iş 62’den tavşan yapmak kadar kolay, basit el göz koordinasyonunun yeterli olduğu bir şeydir.

Kısacası, küçük dağları yaratırken vakit bulamamıştır. Mutfağı aşmıştır o yahu! Kadınca işler, haller ve her şey onlara göre küçümsenecek şeylerdir. “Ben üstünüm ve üstün işlerle meşgulüm, yemek yapmak falan gibi aşağılık işleri siz küçük insanlar yapın” mesajını her fırsatta verir.
Ki bunları bilmek, yapmayı da gerektirmez. Atıyorum evde aşçın falan vardır da, sana et diye başka bir şey yutturmasın diye bilirsin:)

Kuaför mü, yok canım onlar yılda bir kez saçlarını iyice kısaltmak için gider olsa olsa.
Sigara böreği saramaz ama mesela spagetti bolonez ve şarap muhabbeti yapar. Ha belki bir de “boğazda rakı balık”… Rakı erkek içkisidir ya, ondan.
Ya da hangi lekeyi neyle çıkaracağını bilmek yerine, tek başına araba lastiği değiştirebiliyor olmaktan gururla bahseder.
Topuklu ayakkabıyla da asla yürüyemez onlar. Ev dekorasyonu ilgi alanlarına girmez.
Uzayan mesai saatleri onun için yakınılacak bir şey değildir. Hep çok çalışmaktan söz eder. Bence tek nedeni boş ve soğuk bir eve gitmenin sevimsizliğinden. Onun için ev işten arta kalan zamandır. Oysa sizin için ev, kalbinizin attığı yerdir ve koşa koşa gidilir.
Bütün bunlardan bahsetmesi “ev kadını değilim, hatta kadın da değilim ben, bak denedim olmadı benim doğamda yok" u vurgulamaktır.

Bunun temelinde “erkeklerle daha iyi anlaşabiliyorum” diye anlatan ergenler mi var bilemedim.

Aksini düşünelim bir de; mesela hiç erkeklerin iş hayatında karşı cinse denk olmak için buna benzer şeyler yaptığı olur mu? İş hayatında karşı cinse denk olabilmek için zırvalayan erkekler hayal edin. “Hayatta araba kullanmayı beceremedim ben, hele geri vites mi aman tanrım” diyen bir erkek veya “yok ya gelmiyim ben, topa ayağımla vurmayı bile beceremiyorum değil ki halı sahada futbol” Ne bileyim, "ben erkeklerle değil kadınlarla daha iyi anlaşabiliyorum" falan açıklamaları onları nereye koyar dinleyenlerin gözünde? Bu gülünç değil de nedir? Onlar böyle bir şeye gerek duymazken, güçlü görünen bir kadının yapması acı değil mi?

Evlilik mi; böeh çok banel canım. Siz evliyseniz, üstelik erken bir yaşta aşkı bulacak kadar şanslı olup, üzerine bir de evlenerek ona göre klişeyi tamamladıysanız, size gözlerini devire devire bakarlar. Tanrım atomu parçalamak yerine, evlendiniz demek! Evet onların küçümseyen bakışlarını kesinlikle hak ediyorsunuz, çünkü o dünyayı kurtarmakla meşgul, sizin içinse, akşam yemeğine eşlik edecek peçete her şeyden önemli.
Yoksa bir de çocuk mu yaptınız? İnanamıyorum, onun iş hayatına bir erkeğe denk olmak için harcamayı seçtiği enerjiyi bir canlıyı dünyaya getirmek için mi harcadınız yoksa? Vay halinize.

Eğer yapabilseydim, onun gibileri omuzlarından sarsmak isterdim. Mükemmel olmak zorunda olmadığını söylemek için.
İş hayatından “erkek gibi” olabilmek için bu kadar çabanın saçma olduğunu da eklemek için. Çünkü “gibiler” hep başarısızdır, ne olduğunu kabul edip, kendinle barışıp yola devam etmek en iyisi belki. Denk olmanın, eşit olmanın yolunun, onlara benzemekten geçmediğini anlaması için.
Bu kadar ışıltısız bir yaşamın sonunun ancak pişmanlık olduğunu kulağına fısıldamak isterdim. Gün içinde sadece “ben seni çok seviyorum” demek için edilen bir telefonun profesyonelliği azaltmayacağını, tersine hayatın anlamı olduğunu bilmesi için.

Ne bileyim, hayat tercihlerden ibaret tabi, ben mesela, İskoç battaniye dizlerimde, cam kenarında sallanan sandalyemle oturmuş basılmış son kitabıma veya aldığım ödüllere bakarak iç geçirmek ve yakaladığım her gence onun defalarca dinlediği renksiz ve eskimiş başarı hikâyeleri anlatmak yerine, bütün derdi hafta sonu gelecek torunlarına ne pişireceği olan, “bu dedeniz gençken de böyle deliydi” diye masallar anlatan tonton, kokoş ve bilge bir anane olmayı tercih ederim.

pazartesi!




Harika bir hava. Gözümde güneş, burnumda deniz kokusu.

Buradan deniz bile görülebiliyor üstelik.

Ve sabah sabah bal rengi bir kedi.

Haftaya şahane başladım.

Hadi bakalım:)

yeni.

Meğer benim evden çıkma vaktim gelmiş.

1 yıl doldu evdeofis sistemine geçeli. Çok mutlu, çok güzel, çok verimli vakitler geçirdim. Kitap okudum, örgü ördüm, güzel yemekler, sabah mahmurlukları, uykusuz geceler… Harika bir yıldı.

Haftasonu o kadar yıpratıcı hallerin içinde, bir ışık, bir öneri, yeni bir pencere.

Önce düşündüm, korktum, sonra sevgilimle konuştum. Eve dönüş kapısının hep açık olması içimi rahatlatan…

Yeni bir başlangıç şimdi. Başlangıçlardan korkmam ben.

Mahmurluklara, kaplumbağa hallere, bütün o harika detaylara şimdilik veda;

Ve sabah telaşına, erkenden kalkmaya, trafik saatlerini kollamaya, gardırobu bu değişikliğe uygun yeniden düzenlemeye, çalan telefonlara, fotokopi makinesine, öğle yemeği arasına, pazartesi sendromuna, cuma neşesine, haftasonu planları yapmaya, ne giyeceğim karar verememeye, mesai dahilinde blog yazmaya merhaba:)

091009

bir sürü şey yazdım, sildim.
kelimeler gereksiz-yetersiz, hem o okuyacak biliyorum. artık hiç üzülmesin istiyorum.
benim en can arkadaşım, matruşka bebeğim.

yola çıkıyoruz, yarın sabah ona sımsıkı sarılmak üzere.
acısını hafifletmez belki ama hiç değilse paylaşmak için.
elini tutmak için.

işte böyle.

05102009

hastane, koridorlar, o koridorlarla kaybettiğin başkalarını da anımsamak, tek tek her acının üstünden geçer gibi, bir vardı babane, şimdi yok. "keşke"lerden çok "iyi ki"lere sığınmak. ölümün zıddı doğum olsa gerek, peki ya yaşamın zıddı ne sahi?

-

yaşasın ekmek yapmak!




Ben dün akşamüstü boynu bükük çiçek gibiydim. Yorgun, bitkin, uykusuz ve tabi huysuz. Sevdiceğimle gün boyu tek kelime konuşamamış, akşamki organizasyonu düzgünce yapamamış… Hiçbir şeye yetişememe hissi ve mutsuzluğu. İnsan balık olunca hayat zor, gel gitler, gözde kocaman ışıklı damlalar, mütemadiyen.

İki yıl kadar önce, böyle bir günde, hatta daha karanlıktı, dışarıda karlar, minicik evimizin, mini mini mutfağında, acemi ama sahiden kalbimden yemekler yaparken, birden çıka geldi elinde kocaman bir paketle. O benim müzik perim, matruşka bebeğim, en can arkadaşım. En kolay uzlaştığım, en çok konuştuğum, cebinden her şey çıkan kaptan mağara adamım, sulugöz balığım, varlığından nasıl da gurur duyduğum, gördüğüm en güçlü kadınlardan olanım…

Kocaman bir paket işte!
Ben tabi, heyecan heyecan heyecan! Hediyelere, paketlere, en küçük sürprizlere bile bayılan ben.
İçinden ne çıktı?
Kooocaman bir şey.
Bir fırın!
Ve tabi benim mutfak maceralarımda yeni bir dönem başladı. Şarkılarla kutladım. Hemen bir raf açıldı, tarifler, tarifler, tarifler okundu, denendi, denetildi. Eve harika kokular sindi.

Şubat ayıydı, dışarıda kar, hemen o sabah kahvaltıya börekler yaptım.
Sevdiceğim iş hayatındaki çok ciddi sorunlarla baş ediyor, O kendine ev arıyor ve bulamıyor, düğümler çözüyoruz hep beraber, dışarıda kar, mevsimler değişiyor, yoğun iş tempom şimdi bakınca inanmadığım bir hızda devam ediyor, hayat akıp gidiyordu.
Ve ben öylece elimde tariflerle, sanki o sırada yaptığım en önemli şey buymuş gibi bir ciddiyetle yemek yapıyordum… Sanki yapmasam dünya duracak gibi. Sanki o an her şeyin sabiti o gibi.

Ve dün akşam;
Telefonda söyledi önce “sana bir sürprizim var”. Hemen şımardım tabi, merak merak. Akşamı buldu gelmesi, gözlerini kapa dedi, kapadım bekledim, yine kocaman kare bir kutu, tahmin et nedir:
Ekmek makinesi!
Çığlık atmaya başladım tabi. Gözlerimde yaşlar.
“Sana çok kızdım ne gerek vardı...”
“Ayy delisin sen, çok kızdım ama bir o kadar da sevindim”
Yine o zamanki gibi, yepyeni bir sayfa. Yepyeni bir pencere. Çok güneş alacaklardan hani...

Böyle yani. Ekmek makinem var şimdi benim. En istediğim gibi, gri ve pek sevimli.

Şimdi ben mutfağa, mumları yaktım, müziği açtım, tarifleri okudum, malzemelerimi dizdim.

Pek heyecanlıyım!

notnot: öneriler, püfler, lütfeeen!