evren yaz 0000'a yolla, "ışık" cebine gelsin!




Ben şu evrene mesaj gönderme hadisesini bir türlü anlayamadım, anlayamadım, anlayamadım. Benim bildiğim bir merci var, dilek, istek, talep ve benzerlerini direk oraya iletirim. Direk. Mektubun yanlış adrese gitme riski yok. Bazen olduğu gibi anlatırım, bazen naz yaparım, bazen mektup yazarım, bazen olgun davranır sadece ister ve beklerim. Şimdiye dek, boynum bükük döndüğüm, geri çevrildiğim hiç olmadı. Kafama takılır bir şey, içinden çıkamadığım olur, sorarım, sessizce beklerim, yanıt mutlaka gelir. Beni cevapsız bıraktığı hiç olmadı. Karanlık bir odada çaresiz kaldığım ve köşeye sıkışmış hissettiğim hiç olmadı. Umutsuzca bir şeyleri tırmaladığım, asıldığım veya dolap beygiri gibi aynı yollardan geçip durduğum, aynı duvarlara çarptığım hiç olmadı. Haliyle hayatın getirdiği zor günlerim olduğunda bile huzurum hiç kaçmadı. Bu yüzden başkaları “çok güçlüsün” dediğinde şaşırırım, çünkü güç hani moda deyimle “içimde” değil benim, Kalbimdekinde. Bu nedenle de bitimsiz.

Yok anlamıyorum. Bin yıllık geleneklere, istediğin şeyin resmini çizip ağaçlara bağlamalara burun kıvıran sosyetik ablalar, aynı şeylerin fotoğraflarını bir dergiden kesip ajandalarına veya görebilecekleri bir yere yapıştırınca mı sevimli oluyor? Ağaca çaput banel, “wish list” elit. “Aaa bizim oralaaada buna okuyan bi’ tiyze var, okutalım seni gari” diyen teyze komik ama “enerjiyi hissediyor musun sağ elimden geliyor” diyen garip ve robot gülümsemeli kadın/adam güvenli öyle mi? “Suyun bile enerjisi var, güzel şeyler düşünerek içersen bla bla…” diye şifa ummak çağdaş, ama sınava girerken okunmuş şeker çağdışı? “Olumsuz konuşma kötü şeyleri çağırıyorsun” mu doğru bir cümle yoksa yüzlerce yıl önce, zatına bu çekirdeklik yazımda adını geçiremeyecek kadar titrediğim Birinin “ya hayır konuş ya sus” cümlesi mi? “Yediklerimizin enerjisi var”ı ben emekle kazanılan helal gıdaya bağlıyorum, daha net bir denklem değil mi? İstihare yerine, “rüyalarımız biziz, kontrol edebiliriz” mi daha havalı geliyor anlamıyorum. Çaput anane işi ben en iyisi çakra açayım!

Kuantum fiziğinden çıkıp bana zaman yolculuğunu anlatırken komik olmuyor musun sence? En çok da bana anlatırken, çünkü en yakın örnekle Çanakkale savaşındaki zamanın neresinden geldiği bilinmez askerlerin hikâyeleriyle büyüdüm ben, o topraklar benim evim, zaman yolculuğunu senden dinleyemem. Bin yıllık hissikablelvukuyu “her şey enerji, hiç tam da düşündüğünüz birinden size telefon geldiği oldu mu” diye anlatmayın bana. Ya da o pembe kitabı okuduktan sonra “aaa tasavvufta da var bunlar” demeyin, “da var” evet, ya sabır. Güldürmeyin kuzum. Nedir yani biri çok “cool” diğeri demode mi? E haliyle, “güneşe selam” verirken fotoğraf çektirmek çok huzur verici ve normal, ama ne bileyim, vaftiz töreni, hanukkah veya hadi klişe örneği vereyim namaz kılarken koymak bööğ! “Din değil yol” savunması bütün bunların kaynağını gayet dinsel ritüellerden aldığı gerçeğini ve uygulananların din kaynaklı oluşunu değiştirmiyor üzgünüm. Tamamen sınıf meselesi değil mi bu o zaman? “Selam bu benim papaz, beni okurken” fotoğrafı hiç görmedim ben. Ama benzer şifa seanslarına dair her şey gayet afişe. Uzakdoğu felsefesi mi? Doğu sensin bizzat farkında değil misin uzağa gidiyorsun?

Tüm öğretiyi biliyorsan, farkındaysan hadi bir derece ama pilates kursunun yanında indirimli geldi diye Çin yılı kutluyorsan, komiksin işte. Detoks paketinin yanında olumlu enerji dersleri almak tamamen basitlik. Samimiyet varsa, zaten bütün hayat Konfiçyus ilkeleriyle yaşanabilir, bunu anlarım ama rengini sevdi buda heykeli, moda diye feng shui, ah xmas geldi ağaç alalım, şuraya da bir semazen biblosu koymalı karmaşasını anlamıyorum. Oturduğun şehir bile estetik kaygıdan uzak, apartmana sıkışmışsın, bilmen neyin güneşe bakıyor, aferin sana! “Tütsümle şifa dağıtıyorum” bravo, mumlarını da yak konsepti tamamla!

Çilek perilerine inanıyorum demek bile daha mantıklı geliyor bana. En azından bir temele dayanıyor. Hiç değilse net. “-Mış gibi” yapmıyor. Evet, bir din yok, “ah bu bir yoldur, din değil…” durumu ama basbayağı en ilkel dini ritüelleri daha çarpık bir şekilde uygulamak bana samimiyetsiz geliyor. Bu şey gibi, batılı birinin kendini sufizme adayıp, aradan tanrıyı çıkararak “ah döne döne dengemi buldum mary” demesinden farksız. Ortadoğu yodası da Mevlana mı yani? Bu kadar basit mi bu işler?

“Evrende serbest bir halde dolaşan enerji” ifadesini de ayrı bir başlıkta inceleyebiliriz. Neden serbest, neden dolaşıyor, yorulmuyor mu, amma gezenti vesaire. Bana bu isim tamlaması bir korku filmini çağrıştırıyor anca, veya olsa olsa manşetten bir üçüncü sayfa haberini; “evrende serbest halde dolaşan enerji bugün de rahat durmadı. Üç kızı nehirde boğan e.s.h.e.’nin eşkâli yine belirlenemedi.” Enerji serbest ama enerjiyi aktarana para veriyoruz neden? Cem yılmaz’ın esprisi geliyor aklıma: “Sevgi? İçinde. Kdv? İçinde, içinde.” Evrendir, torpildir dendiğinde “burada da mı torpil yetti be” diyesim geliyor, çok mu basitim? Secret evet, çözmüş, borsada tüyo veriyor sanki. Uçan Spagetti Canavarı bunlardan mantıklı. Ona inananları çok daha samimi buluyorum. Bunların hiç birine inanmayanı da.

Mesela bu çekim yasası “başkasının derdini dinleme ve konuşmasına da izin verme, bu olumsuz şeyleri çağırmaktır” diye fısıldıyor ben mi yanılıyorum? “Ben olumsuz şeyleri, dert anlatan insanları sevmem, dinlemem çünkü enerjimi düşürür” diyen sözde “pozitif” insanlar çoğalmadı mı sizin etrafınızda? Bencilliğe övgü, bravo. “Haber izlemem ben moralimi bozuyor” Evet, bravo sen kafanı kuma gömünce, şehit annelerini izlerken kâh ağlayan kâh ağız dolusu küfreden –pardon negatif enerji oluyordu değil mi- kişiden daha üst seviye insan oldun, tebrikler, 10 points. Evinize, hayatınıza şiddeti alın demiyorum, sadece bu “kumda oyniyim çöp batmasın”cılığı anlamıyorum.

Nedir olay, okuduk ettik, evrene doğru mesaj gönderelim, dilediğimiz olsun. Bir boşluk, bir bulutsu hal, bir tembellik, bir ayakları yere basmazlık. Kaygan bir zemin. Amaç aradan yaratıcıyı çıkarmaksa, eyvallah anladım, baştan niyeti belli edin de biz kurcalamayalım. Bu bana, ne yemek pişmesini istediğini evin annesine veya yemek işlerinden sorumlu bir diğer kişisine “bana makarna yapsana” diyerek net bir şekilde belirtmek yerine, kendi kendine makarna meditasyonu yapan bir çocuk olarak evde dolaşmak gibi geliyor. “Makarnaaaaa… Makarna… İnanıyorum bir gün yiyeceğim” hali. Evet bütün kozmik güçler birleşecek ve makarna yiyeceksin. Kesin! İşte tam da bu yüzden birilerinin ruhu gökyüzünde kanat çırparken, sen o kitapları okuyorsun, okuyacaksın. Anca işin felsefesinde kalırsın. İlk durumda hiç değilse seçenekler belli, evet makarna yapılır, hayır anne yorgundur makarna başka zaman sarkar, hayır evde makarna yoktur gidip alınır, evet makarnanın yanına bir de köfte patates eklenir, hayır sağlık sorunuyla ilgili bir diyet makarnayı yasaklamıştır olmazdır. Bunlar ihtimaller ve ilk seçenekle bir sonuca ulaşıyorsunuz. Diğeri peki?

Hangi isteğin hangi adrese gideceği belirsiz, evrene yolla dostum! Sal gitsin, serbest enerjiyle kol kola gezsin. Tralalalala! İsteklerin sadece “zengin olmak, koca bulmak…” minvalinde olmasına hiç girmiyorum. Dünyevi mevzular. Sen iste yeter. Evren bilir! Kim o, tanışsak ikna ederim onu ben belki? Benim ruhumdaki sistemde, her konuda danışacağım adres ayrı ve bellidir oysa. Bu yüzden yolladıklarım bumerang olup gelip yüzüme çarpmaz.

Secret, karma, çekim yasası, men dakka dukka, hepsi aynı; eden bulur. Sen neysen, hayatın odur. Eyvallah. Ama şimdiki metotlar, bununla yüzleşmek yerine, kafanı kuma göm, kötü biri varsa yolunu değiştir, görmezsen o değilsindir, bak kurtuldun’u öneriyor. Bir de kendimi hangi sisteme ve doğrular silsilesine göre değiştireceğim ve hayatım değişecek? Bunu net koysa ya. “Olumlu ol, pozitif düşün.” –dikkat; “hayra yor” demiyoruz- Peki canım, çözdün bütün hadiseyi, ben daha önce akıl etmemiştim sahi. Sürekli olumluluk saçan “hayat güzel inan yeter” zikri çeken ablaların yaşamı neden genellikle en basit tanımla iç karartıcı açıklar mısın? Yanlış cümleleri tekrarlayıp duruyor olabilirler mi? “Rokaları doğrarken camdaki damlaları izledim ve hayatın bana verdiklerini düşündüm”le bitmiyor mevzu çünkü, bu tür bir ilişki emek ister. Evrene ya da her neyseye mesaj yollamak kadar, senin “evren” için ne yaptığın da önem taşır. Uzun mevzular.
Bu yüzyılın insanı olarak her gün sürekli artan bir şekilde bir sürü haksızlıkla karşı karşıya geliyorum/görüyorum ve üzgünüm ama ben bir insanın “ilahi adalet”e inanmadan bunların üstesinden gelebileceğine ve ruh sağlığını koruyabileceğine i-nan-mı-yo-rum!

Sahi kalplerinde bir karşılık buluyor mu bu “secret” işleri? Hani bir kıpırtı. İçten bir çarpıntı. Hani evin yaşlısının “bir şeyi 40 kere söylersen olur evladım”daki huzuru bu zamazingolarda bulabiliyor musunuz? Gece uyurken o tür kitapların kasetlerini –nette mp3leri de var tabi- kulağınıza taktığınızda mı bütünleşiyorsunuz benliğinizle, yoksa küçüklüğünüzden beri kendi inancınıza uygun o yarım yamalak duanızı edip uyuduğunuzda mı? Ne bileyim, “o arabayı istiyorum, hemen istiyorum, şimdi istiyorum, kesin istiyorum, bak resmini de çizdim, düşüneyim, yoğunlaşayım, olacak biliyorum” –hıhı patron sensin evet- durumunda mı daha emin ellerdesiniz, yoksa “hayırlarla olsun inşallah” diyerek daha büyük bir güce kararı emanet ettiğinizde mi? Çünkü insan her zaman, kendisi için en doğrusunu tam olarak bilemeyebilir. Dileğini akan suya anlatmak bazen daha evladır. Su gibi yolunu bulsun diye. Bazen hayır olmayandadır, o araba iyi ki sizin olmaz bazen. “Nasip” demek mi daha huzur verici yoksa “evren mesajımı .ötünden anladı herhalde” veya “çekim yasası ama çekiyorum çekiyorum gelmiyor” diye karalar bağlamak mı?

Ve evet, ben inceden de değil, açıkça dalga geçiyorum, tepeden bakıyorum bütün bunlara. Kesinlikle daha yüksek ve sağlam bir zeminde durduğuma eminim çünkü. Hayır hayır, tabi ki inananlara değil, hadisenin kendisine. Bence eski ve geleneksele inanmak istemeyen ve toptan reddeden, fakat haliyle doğuştan getirdiği ve fıtratının gereği olan bu açlığı ve köksüzlüğü başka bir şeyle doldurmak zorunda kalan kesim kolayca etkileniyor. Bir de cehalet faktörü var ki, es geçmemek lazım. –Bunların tamamına ihtiyaç duymayanları tenzih ederim- Eleştirmiyorum, hatta anlıyorum bile. Hadise komik gelse de, insanların durumunu üzücü buluyorum. İçtenlikle üzülüyorum. Hiç mi tonton babaneleri olmadı, mavi gözlü bilge dedeleri, hiç mi sararmış kitaplar arasında bunları anlatan bir şeyler görmediler, hiç mi kötü bir şeye karşın tahtaya vurmadılar, hiç mi hıdırellez görmediler, mesnevi de mi okumadılar da bu çok satan kitaplarda arar oldular cevapları… Yazık.


Ps: Lütfen tartışma açmaya yönelik veya bilgi yarışması tadında yorumlar bırakmayın, yayınlamam. Niyetim dünyanın en bitimsiz geyiği olan inanç tartışmalarından birini başlatmak değil. Kimsenin kendi tanrısıyla ne yaptığıyla veya tanrısının neden olmayışıyla ilgilenmiyorum.



iyi niyet

İnternet evet şahane bir kaynak, her şeye anında ulaşabilmek falan filan ama bir o kadar da bilgi çöplüğü.

Geçenlerde, kadınlar için yapılmış bir sitenin sahibinden mail geldi. Her halinden otomatik olduğu anlaşılan maili yazan, "tek başına gayretle kurduğu", "tamamen kendi çabalarıyla oluşturduğu" sitesinden bahsediyor, "destek" istiyordu ve "olumlu olumsuz tüm görüşlerimize açık olduğunu" ekliyordu. Siteye baktığımda evet ciddi bir emek vardı, içeriği oluşturmak için internetteki havuzdan fazlasıyla yararlanılmış ve kopyala yapıştır yapılmış. Sahiden uzun bir mesai, ona diyecek yok.

Buna bir şey demiyorum çünkü alıştık, internette birileri bir şeyler üretiyor, birileri okuyor faydalanıyor, bir kısım ile kopyala yapıştır yapıyor. Kaynak gösterilmemiş ama yine de iyi niyetle sahiplerinden izin almış olduğunu varsayıyorum.

Ama bir de söz konusu sağlıksa ve ekstrem diyetler dahası kritik hastalıklar üzerine önemli tavsiyelerse, dikkatli olmak gerek. Kilo konusunda, sözde kliniğinde bir hasta kaybeden şaibeli bir "uzman"ın tavsiyelerini barındırmasını geçtim, ms için bile çözümler var. Bu "ha bizim komşu da başı ağrıdığında onu içiyor bak söyliyim de yaz onu alırsın" kadar ciddi bir cehalet. Ama daha tehlikelisi. Diplomasız doktorluk. Böyle bir içerik oluşturup "biz kimiz" bölümü koymamak ve sonra eleştirildiğinde, "10 kişilik gece gündüz çalışan bir ekip"ten bahsetmek... "Daha iyisini sen yap" demek... Hayır yapamam ben tıp okumadım ki, sağlık konusunda bilir kişi değilim ki bir "bilgi bankası" oluşturayım. Hayat üniversitesi bitirilerek tıbbi tavsiyeler verilebiliyor olsaydı, kaç yıl eğitim artı uzmanlık falan, ne uğraşıcak herkes Dr. Google'a sorardı.

E bu arada, hani tek başına, gayret, eleştiriye açık olmak, iyi niyet, kadın, destek, link kardeşliği falan?

Çok bir şey istemedim ki. Ne bileyim ufak bir not, "bu bilgiler herkes için uygun olmayabilir. Uygulamadan önce doktorunuzua danışın" veya "bu diyet şeker hastaları ve hamilelere tavsiye edilmez. Doktorunuza danışın" ya da "dikkat bunlar sadece öneridir" gibi. Hani ilkokulda vardı ya, ilk yardımla ilgili, bi kaç madde son madde hep şeydir; "en yakın hastaneye"... Onun gibi. Nasıl bir özgüven bu, böyle bir şey yapsam hipokrat kabusum olur benim, bu insanların hiç rüyasına girmiyor mu?

Sadece biraz özen. Biraz saygı. Sadece. İnanın zor bir şey değil.


Ps: Bu arada, "iyi yapılmış" işler yok mu? Var. Bkz: http://www.hamaratdiva.com/ Emek, düzen, bilgi, paylaşım, gerçek insanlar, kadınca haller, sahici bir mesai, ciddiyet, gerçek tavsiyeler... Güvenle ve böyle bir talepleri olmadıkları halde "linkini paylaşmak" isteyeceğim bir site. Yolları açık olsun.

ekmek macerası

http://www.40firinekmek.com/

Evet bu site bence şahane, kaç kez yazdım kim bilir... Tariflerinin çoğunu denedim, sadece ekmekleri değil, ekmeküstü fikirleri de... Tutmayan, yanlış olan, ayarı kaçan olmadı. Ve son derece pratik, size işi kolaylaştıran şekilde yazılmış hepsi... Genel bilgiler, püfler, uyarılar... Hepsi hepsi çok güzel ve eşsiz. Ve ben, o tariflerle artık ekmek yapmayı öğrendim.

Ama daha önemlisi, "usta"sı...

Ben dün, kendi kafama göre bir tarif geliştirdim. Şimdiye dek kimya deneyi gibi titizlikle koyuyordum malzemeleri. Artık özgürüm.
Ama onu bile usta hanıma sordum. Üşenmedi yine yanıtladı.

Bence o bir melek. Yeryüzüne inmiş bir ekmekperisi. Hamur yoğuran bir bilge kişi. Yaklaşık 2 yıldır, belki daha da uzun zamandır, kaç kere mail attım, sayısını ben unuttum. Benim mutfak yolculuğumda aklıma takılanlardı çoğu. Kimileri gerzekçe sorulardı, kimileri "ben yaptııım" diye heyecanımı paylaşmaktı... Başka bir yerde gördüğüm bir tarifle ilgili bir detay danıştığım da oldu. Her seferinde, maksimum bir saat içinde, heyecanımı paylaşan, sorunumu çözen, devamında ne yaptığımla ilgilenen, yardımcı olan, sıcacık, içten ve mesafeli bir mail geldi posta kutuma.

Bunun nedeni ne olabilir? Kitap satmak, hit arttırmak gibi maddi çıkarlar mı? Hayır. Çok tanınmak, bilinmek, yayılmak gibi manevi çıkarlar mı? Hayır. Yanıtlamaya mecbur mu peki? Hayır.


O sadece iyi bir ruh. Tamamen iyi bir ruh.

Ve ben tanıştığım için çok mutluyum.

Yüzbin teşekkür, konfeti, mor balon ve kalp!

son günlerde


Günler böyle renkli, bu araba gibi güneş alan bir yere park etmiş halde.

* Bolca doğumgünü kutladık. Canım sevgilim bir yaş daha büyüdü, serpildi. Rakamlar olmasa yaşını unutup, benden küçük zannedeceğim kadar yetişkinlikten uzak. İyi ki. Kasım ayı boyunca, çeşitli zamanlarda hediyeler, pasta kesmeler. Ben aslında bütün bir yıl kutlarım bu enerjiyle:)

* Çokça fotoğraf çektim. Ama henüz sonuçları görmedim.

* Bu bayram tatilinde istanbul'un tadını çıkardık. Adım adım yürüdük. Tenha, sakin, telaşsız. Oh ne ala!

* Koç müzesinde bir kocaman gün geçirdik. Dinlenerek, şaşırarak, fotoğraf çekerek, trene binerek. Çok iyi vakit geçirdik. İklim de bizden yanaydı, afilli güneş gözlüklerimiz pek yakıştı.

Çocuk bilinçlendirme kaygısıyla müze gezen insanların, garip davranışları var. Örnek: yüksek ses! Hayır çocukta değil, annede, hatta çoğu zaman babada. Bırak çocuk ne tatlı bir şaşkınlıkla etrafına bakıyor, izliyor. Ki müze aktivitesinin en baştan amacı bu. Sen o keyfe müdahale edip, yüksek sesle "bak o araba bilmem ne zaman yapılmış" diye kafa ütülüyorsun. Ne oldu, çok bilinçlendirdin bravo, hem de hepimizi.

* Yeni yeni yeni ekmekler yaptım.

* Tatilin son günü 12 saat kesintisiz çalıştım. Arada fast food molası verdim, kalkmadan. Şahane bir iş çıkardım, ilginç bir doğum belgeseli. Mucize bebekler. Acaip vakalar. O kadar şiştim ki, sürekli anlattım, ve mutlu sonların birinde ağladım.

* Ahmet Uluçay haberi kalbimi acıttı.

* Ve dün bir kutlama yaptık, 5 ay kadar önce, üç arkadaş, ayınbiri kilisesine gidip anahtar almıştık. Birini geri verme vaktiydi. Benim çekirgem, kocaman gemilere binip dünyayı gezecek. Bize de her limandan kart atacak tabii.

251109

Bayrama hazırım ben:) Bu kez narçiçeği bayramın rengi. Hop küçük mucizeler, minik ailemizin kendi rutinleri, alışkanlıkları.

Her yıl aynı muhabbetlere, “et kesmenin bayramını anlamıyorum” diyenlere rağmen, görebilenlerin “âşıklar bayramı” kutlu olsun.

Uygulamanın nasıl yapıldığı, uygulamayı emredeni ve o inanç sistemini bağlamıyor, üstelik “kurban” ritüeli her dinde olan, dünyanın kendisi kadar eski bir gelenek ve üzgünüm ama kabul etmelisiniz insanlık var oldukça da sürecek…
Amaçlananın ne kadar zarif bir tören olduğunu görememek cehaletten mi? İnsanları eleştirmek başka bir şey, bir inanç sistemini yermek başka bir şey, bunu saygısızlık addeden bir ben miyim? Veya hiç değilse, sırf bir kültürel öğeye saygıdan, yılın bu zamanı bazı fikirlerini kendilerine saklayamaz mı insanlar?

Bunları kelimelerle, resim çizerek, şarkı söyleyerek, ya da susup kalbimle konuşarak anlatabilirim ama sahi gerek var mı… Bazı şeyler yalnızca kalple görülmez mi? Ve dahası bu tamamen “nasip” meselesi değil mi? Herkes payına düşen kadar hani…

Âşıklar bayramı. “Valentine’s” değil, dolayısıyla o kadar havalı değil, kalpli yastıklarla anlatmıyorsunuz bu kez aşkınızı, veya bestseller bir kitapta bulmuyorsunuz… Dahası birçok dilde ve “gönülde” karşılığı yok bu dediğimin; aşk. Barışın da öyle. Bu nedenler birbirini kesen insanlarla dolu dünya.

Aşk için putların her birini tek tek yıkmayı anlayabilenlerin bayramı bu. Bu put “evlat” bile olsa… O evlat “İsmail” bile olsa… Makam, mevki, kariyer, “ne derler”, para falan filandan da öte bir put. Yakın olmanın bedeli yüksektir hep. Sevgiliye bunlar mı lazımdır peki? Hayır, ama aşığın kendisine bütün bunlardan geçmesi lazım.
O yüzden bu bayram, gözü kara bir kadının iki dağ arasında 7 kere gidip gelişinin hatırasını anlayabilenlerin bayramı…

Özetle;
“aşıkların” bayramı mübarek,
diğerlerinin de tatili kutlu mutlu olsun!



ha(ni)miş: Rica edicem; “ayh ama çok iğrenç etleri kesiolar toplu katliam yurdum insanı böle” gibi bir yorum yazmayın; “Pazar kahvaltısı sucuklarını saksıdan topluo olmalısın” derim:) et yemeyenlere de, saygı duysam da, yedikleri her şeyin bir zamanlar canlı olduğunu ayrıca hatırlatmak isterim:)

241109

Yer yer blogdan bayma halleri, o eski geveze halim kayboldu sanki.
Ama çok güzel şeyler oluyor bu arada.

Hem sanki kasım'a nisan kaçmış...

Pazar günü ilk kez; 2 yıl kadar sonra ilk kez, fotoğraf makinemin tozunu attırdım. Bir şey olmuştu, küsmüştüm. Şimdi, yeniden. Adım adım sokaklar, fotoğraflar, ışıklar... Film almak, film takmak, poz saymak, o özlediğim ses, enstantaneler, diyaframlar, denemeler, yanılmalar, sırt çantası, limonata, acıkmış ayaklar, yorulan ayaklar, istanbul'un damarlarında gezinmek, istanbul'un bizim damarlarımızda gezinmesi, nasıl bir zehirse bu, panzehiri kendinde, sokaklar, çocuklar, balat, iki apartman arası iplere gerili çamaşırlar, zaman zaman sosyopatgençlerfotoğrafgrubu gibi ikili üçlü gruplara rastlamak, yürüdüğümüz her yerde turist zannedilmek, ve hiç de bozuntuya vermemek, binbir renk, binbir ışık, avucumda bir kristal sanki çevirdikçe kırılıveriyor renkler elimde...

Sonra haftanın ilk günü, sabahtan dünyevi işler, sonra hop beyoğlu, kitaplar, kitaplar, kitaplar... Hop mis gibi sabunlar... Akşam eve sabun kokusu bulaşmış kitaplarla gelmek.

eve dönüş

Bir ayın sonunda, kendi ruhumda yaptığım durum değerlendirmesi sonucunda,
yeniden evdeofis'e geçtim.

Bu daha bir "upgraded" oldu, işler gelişti, bazı şeyler yön değiştirdi.
Sanki seyahate çıkmış da dönmüş gibiyim, eski bir dostumu ihmal etmişim hissi, insan alışkanlıklarını aslında ne kadar hızla değiştiriyor, ev yabancı geldi, ev ritmi bile değişik geldi şimdi bugün.

Merhaba yeniden;
ahtapotum, karavanım, özgürlüğüm, bitki çaylarım, mumlarım, müziklerim, kelimelerim...

uykuuuu

Ya herkes mi öyle bir tek bende olan bir şey mi, eve gelene dek yoyo gibiyim, ama kapıdan girdiğim an sanki yığılacağım, yemeği ancak yiyebiliyorum ve eğer eve iş getirmişsem onları yapabiliyorum bir ihtimal ve sonra sabah açıyorum gözlerimi. Tabi bu her zaman böyle değil, ama mesela dün ve bugün böyleydi.

Bu rutine uzun zamandır alışık olanlardan öneri ve tavsiye istiyorum. Vitamin mi almalıyım ne yapmalıyım? Duracell tavşanının yanında pili biten bir kaplumbağayım. Yoksa sadece alışma dönemi mi bu nedir? Uyku değil sorun başka bir şey, bir anda aşırı bir pil bitmesi hali. Uyku ihtiyacı da değil. Çözümü nedir, döngü dışına çıkmak mı? Kendime vakit ayıramama halleri değil bu, öyle bir sorunum yok. Tek isteğim biraz daha enerji. Nasıl yapmalı?

büyük buluşma

Ve ben;
doğumgünü kızıyla buluştum!

Takip edilen ilk –türkçe- blog, en bi’ sevilen, en bi’ şey, en en en, daha ilk cümlelerinden itibaren, nihayet büyük buluşma, benim için büyük, hem ilk defa, hem daha önemlisi onunla, ne giysem, ne yapsam, ay hem de doğum günü ne alsam, bir paket yapmalı ve içine “seni tanıyorum ve seviyorum” diyen şeyler koymalı, içimde kelebekler pırpır, evet tünel, neden?, sanırım iki İstanbulseverin ilk randevusu için en uygun kare, gazetelerin yanına park ettim bekliyorum, aa tramvay, aa geliyor, yihhuyt, ne yapsak nerde otursak, aç mıyım ben, kelimeler kelimeler, dedikodular, aa öyle mi, pembe sigara, gözleri ne güzel, saç rengi eşsiz, çıtı pıtı bir kuş, dünyanın en akıcı gevezesi, hani “ya çok seversiniz ya nefret edersiniz” insanlar vardır ya, onlardan, bir kitap olsa sürükleyici ve derin, iyi tanıdım, vırvırvır, çenem ağrıyana dek gülmek, yürümek yürümek, ayrılırken bile konuşmak ve "bir daha ne zaman görüşsek" planları yapmak, fotoğraf çekmeyi unutmak ve cebimde armağanlar eve gelmek.

İyi ki doğdun!

tek taş mevzuu

Geçtiğimiz günlerden birinde metroda bir kızın sevgilisine (!) alması gereken tektaşın boyutları, şekli ve pahası hakkında verdiği direktiflere kulak misafiri oldum istemeden. Daha doğrusu, bütün vagona naklen yayın yaptılar. Zavallı çocuk talimatları bütün gücüyle zihnine kaydetmeye gayret ederken, aynı anda biricik sevdiğinin gözlerindeki hırsı anlamaya çalışıyordu.

“Aralarındaki ilişki hangi noktada bu zavallı hale dönüştü, hep mi böyleydi”, “bu kızın hayatındaki adama aldıracağı “yüzüğü” bu kadar detaylı tarif etmesine sebep olan annesinden öğrendikleri mi”, “kendisinde bu kadar paha biçilmez olarak gördüğü ne”, “kadın erkek eşitliği ifadesinden ne anlıyor”, “kendine bir köle alsa daha mı iyiydi” gibi sorular kafamda uçuştu. Hani bu tip birine “başlık parası” desen “böğk ne banel çağdışı” falan der, ama kendisi her konuda pazarlık yapar evleneceği insanla. Salondaki eşyalardan, takılacak yüzüğe, balayında kalınacak otelin yıldız sayısına kadar. Üstelik metroda, birçok insanın dinleyebileceği şekilde. Çünkü zaten olayın asıl amacı da bu şovdur! Ve işte yine bu insanlardır ki, evlilik hazırlıkları esnasında gerilen, “birbirimizi tanıyamaz hale geldik” diyen, ve benzerleri de bu gibileri sakinleştirir; “çok normal tatlım, biz de öyle olmuştuk.” Sebep? Evlilik denen, aynı çatı altında yaşamaya dair kutsal sözün sembolik bir imzası değil mi? Neyi paylaşamıyorsunuz? Bu kadar büyütülen ne?


Bu kızın bir blogu varsa, muhtemelen birkaç gün sonra “sevgilim bana tektaş aldı, tanrım hiç beklemiyordum düşünceli aşkım benim” diye bir yazı yazacak.
Oysa ben, her kadın erkek ilişkisinde “sevgili” kelimesinin kullanılmasına karşıyım.

Ne bileyim mesela, kadın belki de hayatında o kelimeyi hiç kullanmamış ama sadece okuyan/dinleyen diğer kadınlar için “sevgili” diye bahsediyor adamdan, oysa adam bildiğiniz “Hulusi”. Göbekli, tv kumandası elinde bir adam.
Dolayısıyla “sevgilimle alışverişe gittik” cümlesinin alt metninde şu var; adam kapıdan giriyor “ne yemek var hanım” diye haykırıyor, kadın; “sabah para bıraktın mı ki yemek olsun” gibi bir yanıt veriyor ve alışverişe çıkıyorlar. Sonuçta kadın bunu cümleye dökerken “sevgilimle alışverişe çıktık” diyor, böylece en sevdiği pembe dizideki hayale bir adım daha yaklaşabiliyor ve kadın arkadaşlarına çizdiği tabloyu bu sözcükle tamamlıyor. O göbekli Hulusi, kitap okumayan, sanat zevki olmayan, dünyaya bin yıldır aynı dar pencereden bakan, maç izlerken iki bira çakan recep ivedik, birden “sevgili” oluveriyor. Bu bağlamda kadın da bir basamak atlıyor. Birden hop; sex and the city hatunu; “ah çok çılgınım evliyiz hala sevgili diyebiliyorum” oluveriyor.

Aşk kelimesi ne kadar eşsizse, sevgili sözcüğü de bir o kadar özel. Söz konusu ilişkide nişan bohçası, bilezik ve benzeri bilumum mücevherat, sizin taraf şunu yaptı bizimki şunu falan gibi çıkar ilişkilerinin geleneksel halleri varsa, o insana sevgili demek, cosmopolitan gibi dergilerdeki yaşamları taklit etmektir sadece.

Ben mi anlayamıyorum? Bu kadar hesabın döndüğü ilişkide bireyler birbirinden nasıl sevgili diye bahsedebiliyor? Ne zamandır çiçek alıp almadığını muhasebe defterine kaydediyorsan o ilişki bir sevgililik hali değil, olsa olsa bir ortaklıktır, dostlar alışverişte görsündür. Ne bileyim ben çiçeklerin koparılmasına üzülürüm mesela, ipler dolanınca sanki boğazları sıkılıyormuş gibi gelir. Gül hiç sevmem, bence ucuz romantikliktir. Elbette ki sevgilimin bana çiçek alması –kır çiçekleri- hoşuma gider ama “evlenme teklifi edeceği akşam bagajdan 333 tane gül çıktı” falan gibi sürprizlerin aşırı sığ olduğunu düşünürüm. Ne yani bütün düşünebildiği bu mu? Tanrım vay canına! Yaratıcılıktan uzak, taklit bir şey. Sonra işte kim kimi kaç kere aradı. Ona göre adım atmak, stratejiler… Daha geçenlerde, evli birinin, bir bekâra, adamı nasıl nikâh masasına oturtacağıyla ilgili stratejileri anlattığını duydum. Bu aşağılık ve hesapçı bir tavır değil de nedir? Nedir siz bir kabile falansınız da, nikah masasına oturtulması başarılan her adam için bir madalya takıyorsunuz gibi bir anlaşmanız mı var?

Veya “koca” kişisini tamamen “sponsor” olarak görmek… “Aşkım bana fransa’dan parfüm getirmiş, sakın eli boş dönme demiştim zaten” falan şeklinde cümleler…

Ne aşkı ya, hangi aşktan bahsediyorsun? Ortak yaşamınıza sen ne kattın ki? Dahası senin varlığın onun dünyasına ne kattı? Hiç değilse, sponsorun olduğu için duyduğun saygıdan ötürü bu kadar küçülmemelisin... Ne bileyim, uçakta ikram edilen iki çikolatanın birini sensiz boğazından geçmediği için cebinde saklaması daha değerli değil mi? Sevgiyle ve neşeyle sürprizler yapmak, hediyeler almak başka bir şey, bu “aldım verdim ben seni yendim” başka bir şey. Ne bileyim, sevdiği erkek için yapılacak fedakârlıkların en büyüğünü, dolabındaki bütün gömleklerin ütülü olması, akşama sevdiği yemeklerin pişmesi olarak gören kadın âşık mıdır sahiden? Aynı kadının romantizmden anladığı da, en fazla mum ışığı ve şaraptır zaten. “Ah yıldönümümüzde sofrayı en sevdiği yemeklerle donattım, iki de mum yaktım” durumu. Yine aynı kadındır ki, çocuk sahibi olunca, “nihayet mükemmel erkeği yarattım; işte oğlum” şeklinde bu gömlek ütüleme, doyurma falan tarzındaki sevgiyi oğullarına akıtır ve kocalarının pabucunu dama atarak buğulu gözlerle; “hiçbir şeye benzemiyor bu sevgi biliyor musun?” derler. İyi de, sen hiç âşık olmamıştın ki zaten.

Ya da örneğin, “benimki çocuk istiyor artık” diye bahsettiğin adama “aşkım” diyemezsin. “Kocitom”, “aşkitoşum” falan de geç. Eve alınacakların hangisini onun tarafı, hangisini senin tarafın hesapladığın biri senin sevgilin olamaz. Balayı için gideceğin yer konusunda –ki balayı da ayrı bir başlıkta incelenecek bir gariplik- kavga edebildiğin insanı kalpten bir sevgiyle seviyor olamazsın. “Balayında maldivdeydik” cümlesini kurabilmek için kendini yırttığın bir ilişki sana hiçbir şey katmaz. Veya hayatlarındaki erkeğin işi, kariyeri veya ondan ötürü tanıdığı insanlardan övünerek bahseden kadınlar… Hani evlenince başın göğe ermesi durumu ve evlilikten mütevellit saygınlık. “Ah bizimki çok yoğun şekerim, bütün hafta toplantısı vardı hafta sonu da yurtdışına çıkıyor, biz de yılbaşına bilmem nerde girerek telafi edeceğiz.” Müdür karısı sendromu. Bütün olayı bir adamın bir şeyi olmak olan insan. Aktiviteden aktiviteye koşan çift. Bu acınası gelmiyor mu size de?

Özel günlerde kimin annesinin önce aranacağı sohbetini yapabildiğin bir insan sevgilin olamaz. Tamam kocan olur, hayatındaki erkek olur, başka bir şeyin olur ama sevdiğin olamaz. Çünkü aşk bu değil. Bunun adı başka bir şey, belki evlilik, belki moda deyimle “seviyeli bir ilişki”, belki başka bir şey. Ama aşk değil!

İşte bu yüzden, bunların dışında bir aşkla sevdiğim, bu dengelerin üstünde bir tutkuyla bağlandığım için, benim sözlüğüm en güzeli. Bu yüzden “en ilkel haliyle”;

O benim sevgilim!

Kesinlikle!