2010 bitiyor, geçen zamanla bazı şeylere kuş bakışı bakabiliyorum artık. Ben yeniyılda muhasebe yapan insanlardan değilim, ama 2010 benim için ciddi bir dönüm noktası sayılacak yıllardan oldu, şimdiye kadarkiler içinde tabi. Düşününce; zamanında ne doğru bir şey yaptığıma emin oluyorum. Yaklaşık 4 yıl önceydi mesela. Ben hayatımda ilk defa sadece kendim için bir şey yapmıştım. Ve şimdi o şey hayatıımın en büyük "iyi ki"lerinden biri oldu. O zaman vazgeçtim zannettiğim şeyler, meğer tamamen kurtulduğum hastalıklarmış.

2011'den dileğim; oğluma bolca sağlık ve mutluluk getirmesi.

40

40 oldu.
Benim anneliğimin 40. günü, minik adamımın dünyadaki 40. günü.

Bir çok şey değil de, bu basamak benim için önemliydi. Ben inanıyorum 40 rakamına, 40 çıkarmaya, bir şeyi 40 kere söyleyince olmasına, 40 yaşın kemalat yaşı olduğuna, gebeliğin 40 hafta oluşunua, 40 yıllık hatırlara, ölen birinin 40. gün toprağa karışmaya başlamasına, günlük namazın 40 rekat olmasına, 40'ta bir'lik zekata, ve hatta 40 haramilere bile...

Var bence 40 çıkarmak diye bir şey. Sahiden bir bebeğin dünyaya alışma, bir kadının anneliğe alışma, doğum meselesini üzerinden atma ve dahası lohusalık hallerinden kurtulma süreci... Kolay şeyler değil. Doğumun devamı gibi sanki.

Gerçekten şimdi; gözleri adam adam bakıyor, ayakları minik pamuk helva gibi, yanakları pofuduk, kokusu değişik ama tanıdık bir yerlerden, elleri aynı benimkiler, uykusu ve yüzü tıpkı babası, burnu minik bir düğme.

Geçenlerde biri "ne olmasını isterseniz öyle sevin" dedi, sevdiceğim; "astronot oğlum" dedi önce şaka yollu, sonra "mutlu oğlum" dedik. Mutlu oğlum.

Sevgili hayatımda gördüğüm en güzel şey;

Dilerim, hayatındaki her süreci böyle güzellikle tamamlar, her basamaktan böyle kolaylıkla çıkarsın. Yaprakları bulutlara eren ulu bir Çınar olursun, dimdik ve upuzun, dallarında kuşların cıvıldadığı, gölgesinde yolcuların dinlendiği, kökleri güçlü, varlığı güven veren, güneşle, suyla, gökyüzüyle, toprakla dost...
Dilerim hep mutlu olursun.

İyi ki annen ve baban bizler olduk. İyi ki bizim oğlumuz oldun.

Seni çok seviyorum,

Annen.

mükemmel anneler

Bazı blog tutan annelere hastayım. Ne şiirsel ne lirik bir hayatları var. Hayatları hep Amerikan filmlerindeki Pazar sabahları gibi.
“Az önce uyudu kuzucuğum, ben de pencereden karı izliyorum”…
Demek ki evde birkaç “Sebastian” var. Annesi, “kayınvalide”si, bilmem nesi. Hadi itiraf et. Satenlere sarınıp yaattığın yerden blog yazıyorsun kesin.Emzirmek dışında yaptığın bir şey yok. Komut girmek en kolay unutma; "tez bu veledin altı değiştirile, akşama da fasulye pişe!"
Çünkü ben mesela, oğlan uyurken, ya çeviri yapıyorum, ya temel ihtiyaçlarımı gideriyorum, ya bulaşık-çamaşır çalıştırıyorum, ya yemek yapıyorum, ya bir şey, ya bir şey… Sonsuz bir telaş. Hem bizim burada kar bile yağmadı. Eğer dışarı çıktığım bir gün değilse, havanın farkında bile değilim, nerede oturup iklime methiyeler düzmek.
Aynı tiplerin kedileri olsa eminim aralıksız; “battaniye altında film izledik” yazar durur. Çünkü o bir miskin. Oysa kedi bakmanın; o şirin hayvanın hiç de şirin olmayan tuvaletini temizleme, tüylerini bütün evden toplama, kızgınlık döneminde kafayı yeme gibi bir çok başka yönü var.

“Ah geceler uykusuz ama bir gülüşü her şeye değiyor.”
Herhangi birini bir duruma “rağmen” seviyorsanız, durum sakattır. “Falan kısmı çok zor ama çok güzel”, “zorluklarına rağmen eşsiz bir duygu” gibi cümleler hep bu sağlıksız sevginin alametleridir dikkat. Olduğu gibi, öylece seviyorsanız, tamam. Ama bu çilekeş ve fedakar, sözde halinden memnun anne rolü olmuyor.

Sonra işte sağlıklı beslendiklerine ve kilo kaybettiklerine dair anekdotlar. Bir kere sağlıklı beslenebiliyorsan, gene bir “sebastian” faktörü var, kabul edelim. O da ayrı bir mesai çünkü. Ayrıca mesela ben şu anda –önceki minyon tipime kıyasla- iriyim. Ve daha tehlikelisi bundan feci mesudum. Emzirmek çok mucizevî bir durum ve ben şu an bu iri halimle kendimi kraliçelerden harika hissediyorum. Acayip yiyorum ve dünya umurumda değil. Evet biberon dışarı çıkmak ve uyuyabilmek için hayat kurtarıcı gerçekten ama ben emzirme işini çok sevdim. Böyle dışarda mevsimler değişsin, birşeyler olsun, ben aynı koltukta oturayım mıkmık emzireyim falan. Bu ikimize özel bir durum. Değişik bir duygu. Bak bu kısmı biraz şiirsel olabilir.

Ve bir de unutmayalım, o çoğul konuşma durumu. “Biraz gaz sorunumuz var.” Hanginizin? Geçen aşıya gittiğimizde duydum biri anlatıyordu; “doktor bey kakamız…” Kakanız mı? Senin kakandan doktora ne, o sadece çocuk doktoru. Bir de "babamız akşam gelirken bize bilmem ne al" Babamız mı? Nasıl yani?

Annelik bir delilik hali. Sanırım. Daha yeniyim ben de.

Yorucu, neşeli, endişeli… Sürekli bir devinim, devri daim.

meğer

Meğer benim hayatta en çok istediğim şey; şimdi, hayatımın tam da burasında, bu küçük adamın annesi olmakmış.

bebekli hayat

Bebekli hayatın 21. günü. Bu iş hakikaten enteresan.
Bir kere şunu söyleyeyim, biz iki kişilik hayatımızda ne çok şeyi erteleyebilme lüksüne sahipmişiz meğer.
Üçümüz bir arada geçirdiğimiz bu 21 günde, eve bir sürü raf çakıldı, dolaplar yeniden düzenlendi, eşyalar tasnif edildi, eksikler alındı, bir sürü değişiklik yapıldı. Bildiğin yerleşik düzene geçtik. "Amaaan sonra halledilir" denilen her minik iş tek tek yapıldı.
Aynı döngüyü aralıksız bir şekilde yapma hali bebek bakmak. Biberon sterilize et, süt sağ, emzik yıka, emzir, uyut, uyandır, gaz çıkar, çöpleri at, yemek yap, çamaşır yıka, alt değiştir, çamaşır as, banyo yaptır, ütü yap, uyut, uyandır, doyur, kaldır, hoplat ve tekrar başa dön. Sonsuza kadar. Aradaki maddelerden hiç biri ertelenemiyor.
"Makineyi çalıştırdın mı hayatım?" "Üşeniyorum, sabah yıkasak olmaz mı?" "Olur"
Olur-du. Şimdi hep bir yetişme hali. Bir tanesi bile atlanamayan işler silsilesi.

Aslında yorucu bir yönü yok, yorucu olan kısım dünyevi işler. Bebekle ilgili işler sınırlı. Ama bizim bebekten ötürü geçtiğimiz bu yerleşik düzen ciddi emek istiyor. "Akşama pizza söyleriz" sistemi sona ermiş durumda. Besleyici şeyler yemek lazım, o besleyici gıdaları satın almak, pişirmek, pişirdiğin kapları yıkamak, oturup güzelce yemek falan lazım. Uzun işler. O yüzden genelde insanlar bu işleri delege ediyor yanlarında kalanlara. Bu geçiş süreci biraz zorlayıcı olabiliyor.

Sonrası pek güzel.
Minik bir adam var evde. Gülüyor, mimikler yapıyor, günden güne gerçekten büyüyor. Ancak fotoğraflardan takip edebiliyorsun. Daha önce gerçekten tatmadığın türden bir sevgiyi tadıyorsun, ortak. Aşık olduğun adamla bir de yol arkadaşı oluyorsun, aynı dilden bir sevgiyi hissediyorsun. Aşkı perçinliyor bu, katmerliyor. Kalbin giderek büyüyor, elinle dokunsan hissedebilirsin. Duyduğun aşk kocaman oluyor. Ve bir de bu küçük adamı deliler gibi seviyorsun-uz. Kafayı yiyebilirsin gerçekten.

İçimde kıpırdayan, hıçkıran kurbağa lavrasına benzeyen bir şeyden büyüyen minik bir can vardı ve şimdi o burada. Anne aslan gibi hissediyorum kendimi, "bunu ben içimden çıkardım". Fantastik bir durum. Gerçekten hayatta yenilmez olduğumu, dağları devirebileceğimi falan yoğun olarak hissediyorum. Ve bu kesinlikle bağımlılık yapacak bir duygu, devamı gelecek eminim.

Bir yandan biz ilk acemilikleri atlatıyoruz. İlk banyoyu izledim geçen akşam, ben resmen deprem bekleyen tokyolu gibi gözlerim açık, ellerim kaskatı "boğulur mu, boğulur mu" diye sorup duruyorum. Şimdi pek kolay geliyor yıkamak.

Hamilelikteki duygusallık, aşerme, nazlanma gibi kadın icadı hallerin olmadığına bahse girerim. Ama lohusalık denen mevzu mevcut. Tabi kontrol edilebilir bşy. Şöyle ki; bebeğin uyuduğu ve -nazar değmesin- kesintisiz bir kaç saat uyuyacağı o vakitlerden birinde duşa giriyorsunuz. Aklınıza gelmeye başlıyor düşünceler, "ağlar mı, uyandı mı, sesi çıksa duyar mıyım, dur şu suyu kapasam mı..." Buraya kadar normal değil mi? Ama devamı gelebiliyor; "şimdi eve birileri girse, onu alıp götürse ruhum duymaz, of keşke girmeseydim, ne var ki insan yıkanmadan da yaşayabilir, evet kesin giriyorlar şu an eve, of duyamam ben, ne yapsam..." Bu böyle devam edebiliyor. Kontrol etmek lazım. O anda şarkı söylemek, güzel şeyler düşünmek lazım. Kendini bu delilik haline kaptıran yeni anneleri kınamamak lazım. Üstüne giydiğin şey kusmuklanınca "ay ne şirin" diye annelik tribine kapılmadan değiştirmek, sık sık tazelenmek, makyajlar yapmak, kiloyu kontrol etmek lazım, yoksa göz açıp kapayıncaya kadar saçları kafasına yapışık kusmuk kokulu kabus bir kadına dönüşmek ihtimal dahilinde.

İşte böyle.

tık tık

Tık tık. Tık tık.

Topuklu pabuçların sesi. İnce ve sivri. Parfümün az önce sıkılmış gibi. Ferahsın. Yanında sevdiğin adam. Sonsuz güveniyorsun kendine. Kah elini tutuyorsun, kah öpüveriyorsun. Kaygısız sohbetler. İncecik bileklerindeki saate bile bakmıyorsun. Gülüp duruyosunuz bir şeyler anlatarak. Üzerinde uçuş uçuş bir elbise, bir trençkot belki. Elinde hafif bir alışveriş torbası, bir yerde unutsan bile umurunda değil.

Kahve içmeye bir kafeye girersiniz, birden bir aileye gözün takılır. "Çift" değildir onlar artık dikkat; "aile".

Kadın hafif toparlak, ayağında converse belki, kargo pantolon giymiş ya da kot. En kolayı o. Adam ona hala nedense dünyanın en güzel, en kırılgan şeyine bakar gibi bakıyor. Yanında bir anakucağı. Dikkatinin çoğu onda. En masum, en asitsiz içeceği içiyor kadın. Adamda bir kaç beyaz tel, kadının gözlerinin altında belli belirsiz mor halkalar ama mütebessim. Gülüyor evet, belli ki mutlu ama dağınık. Bir sürü torbalar var koltukta. Evet onu anlatacak kelime bu olabilir. Dağınık. Masada telefon, fotoğraf makinesi, biberon. Sırt çantası var adamda. Tam adamı öpüverecekken, bir mıkırdanma, ikisi de gülüşerek bebeğe bakıyorlar. Bir telaş, bir şenlik hali.

Gözün takılıyor işte, hafif burun kıvırıyorsun ve "ben asla böyle olmayacağım" düşüncesiyle bakıyorsun.

İşte ben dün, o "hiç böyle olmam ben" dediğim kadındım. Ve aklımı kaybedecek kadar mutlu. Bir sürü alışveriş yaptık, sonra oturduk bir yerde. Donutlar, içecekler. İmkansız bir şey topuklu giymem şu an, şişlerim yok olmadı daha. Sonra, o orta yerde, herkesin gözünün önünde oğlanı da doyurduk. Çocuklu insanlara neden bakar diğerleri? Mortingen'in dövmesinin göründüğü karizmatik tişörtünün üzerinde kusmuk lekesi. Bir an durduk böyle, "biz evli barklı ve hatta çocuklu olduk yahu" dedik. Herşey öyle kendi doğallığı içinde gelişti ki, çok garip geldi cümle kurunca. Onun uykuya geçişiyle kalktık. Ben bir kaç mağazaya daha baktım, babayla onlar kapıda bekledi. Kendime göz ucuyla baktım şeyler, "yok daha kilo vericem, hiç almiyim" ve hoooop bebek reyonları, koşarak yanlarına dönüş; "bak oğlana ne bulduuum" diye bir heyecan. İkimizde de bir sevinme hali. Ve çok acayip, "ben bu ekiple, hatta yanımıza bir kaçını daha katarak, dünyayı dolaşırım yahu" duygusu.

Sahi anne baba olduk biz.

taze anne'den

Eğlenceli günler.
20 saatlik uzun bir yolculuğun ardından geldi Pıtıpıtı. Bugün dünyada 8. günü. Doğum hikayemi yazmak gelmiyor içimden, çok özel olduğundan ve abartıyormuşum gibi duracağından korktuğumdan. Sadece zordu. Ve bir arkadaşım "sen hep zoru seversin zaten" dedi. Belki de hata bu, bunu düşünerek bunu çağırıyorum hayatta, üzerine düşünmeliyim bu konunun.

İlk dinlediği şarkı; Imagine oldu. Ama Derya'nın söylediğine göre; Mortingen ona Hey Jude'u söylemiş daha önce.

Bir haftanın sonunda bir takım tespitlerim var tabi:)

Öncelikle Şu Moby Wrap denen şey muhteşem bir icat. En taze deneyimim olduğu için ondan başlıyorum. Uzaktan bakıldığında kefen bezinden hallice görünen bu zamazingo sayesinde biz bugün dışarı çıktık ve uzun süre dışarda kaldık. Eller serbest kalıyor, evde de kullanılabilir, ufak tefek işler halledilebilir. Koy bunun içine adamı, ısıt mamayı vs. Dışarı çıkmak içinse, hakikaten ideal. Tamam ana kucağı da harika bşy ama yok ben onu hayatta taşıyamam. Çok ağır bir şey, bu durumda da bağımlı olurum ve tek başıma dışarı çıkamam. Oysa bununla, sarın sarmalan in markete, çık yürüyüşe, vesaire. Evden uzakta bir Avm'de alışveriş yaptık. Eksikler vardı, varmış daha doğrusu. Bebek olayına girmeden önce, hangi tulum daha fonksiyonel, hangi ıslak mendil paketi daha ekonomik falan bilmek imkansız oluyor. Bunlar kitaplarda yazmıyor:)

Bir müthiş icat daha; Itzbeen Alarm. Bu şu işe yarıyor; yaptığınız aktivite tamamlandığında, pıt basıyorsunuz düğmeye, kendisine ait kronometre başlıyor çalışmaya. Uyudu mu, mama mı yedi, altı mı değişti, ilaç saati mi... Hop basın. Ben bu iş için excelde tablo tutmak, kağıda yazmak, günlük yapmak falan gibi şeyler yapanları duydum. Onlar da mantıklı ama bu acaip pratik. Duyduğum kadarıyla Iphone'lar için benzer işlere yarayan yazılımlar varmış, onları da araştırabilirsiniz. Şu yeni anne babalık döneminde, kafamız bir dünyayken, bazen birimiz mola vermişken; "ne zaman uyudu" sorusuna net bir şekilde; "2 saat 14 dakika" diyebilmek büyük nimet oluyor inanın. Rutin oluşturmakta da işe yarıyor tabi. Hastaneye bile götürdük ve doğduğu andan itibaren kullandık öyle söyleyeyim.

Biz iki kişiyiz. İlk günden beri evde üçüncü bir kişi; bakıcı, yardımcı, anne, anane, büyük teyze falan olmadı. -Haftanın bir günü gelen yardımcı ablamız hariç- Bu bizim seçimimiz. Şimdilik iyi gidiyoruz. Evet yorgunuz. Benim mecburi sezeryanın getirdiği bir takım sıkıntılarım da mevcut olmasa, daha iyi kotaracağım. Ve doğum-sancılar vb derken, savaştan çıkmış gibi oluyor insan. Ama iyiyiz. Hiç bir şeyden de geri kalmadık. Mortingen lohusa şerbeti bile yaptı bana. Kendi bebek süslerimizi yaptık. Heves ettiğim herşey, gönlümce oldu. Gücümüz yetti. Dostlarımız, ailemiz gelip gitti, misafir oldu, Pıtıpıtıyla oynadı. Bir de karşı kapıdaki melek komşumuz, yemekler, kremler taşıdı. O evden bu eve tencereler geldi, sevgi, muhabbet geldi. Bu bir istisna ve ayrı bir yazının konusu. Hepsi bu. Ayrıca başkalarının düşüncelerini dinlemek ve kendi kararlarımızı açıklamak durumunda kalmadık. İnsanlar ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, bu dönemde yorucu oluyorlar. "Emdi mi, üşütmesin, aman dışarı çıkmayın, olmaz öyle, vb." Kendi minik evrenimizde sakin sakin gidiyoruz.

Lohusa depresyonu denen şey; 40 gün evde çıkmamaktan kaynaklanıyor, buna eminim. Hayır bu bir "bebeklendik ama hayatımız hiç değişmedi" yazısı değil. Elbette tepetaklak oldu, tümden ve kökten değişti. Ama dışarı çıkabiliyoruz. Ve bu bana iyi geliyor. Kesinlikle iyi geliyor. Havası değişiyor insanın bir kere. Kendine cesareti geliyor. Pazartesi sabah Mortingen işe başladığında, ben normal döngüyü sürdürebileceğim, inşallah.

Kendimi çok iri hissediyorum. Değilim elbette ama sanırım doğurur doğurmaz eski halime döneceğimi umuyordum. Not so fast! Yavaş yavaş yoluna girecek herşey.

Bu doğumla gelen şenlik hali çok güzel. Gelenler, gidenler, çiçekler, kutlamalar. Kırk gün, kırk gece neşe. Bu kendimi kraliçeler gibi hissetmeme neden oluyor. Ne çok sevenimiz varmış meğer.

Çeviri yapmaya üçüncü gün başladım, çok süper oldu. Süpermanliğe soyunma isteği değil bu, sadece zaman içinde yapmaya başlayacağım şeyleri zaten hiç bırakmamak, belki biraz azaltmak daha doğru geliyor.

Bu yıl kurban bayramanın yegane kıyağı, Mortingen'in öncesinde de kullandığı yıllık izniyle birlikte 20 gün kadar evde olması oldu. Bu harika bir durum, mümkün olsa herkes yapsın. "Yanında kim kalıyor" sorusuna, "sadece ikimiz varız" diye yanıt vermek çok gurur verici. Ayrıca bebeğin ilk günleri benim için olduğu kadar, onun için de kıymetli.

Ve biz harika bir takım olduk. Bunun için minnettarım.

Şimdi bardaktaki kırmızı ve pek afilli lohusa şerbetlerimiz ve hafiiif tatlılarımızla, kendimizce bir kutlama yapıyoruz.

Bu kadar, şimdilik.

teşekkür


Cebimde bir sürü teşekkür var benim.

En büyüğü ve en sahicisi elbette Yaratıcı'ya. Beni bu mucizeyle taçlandırdığı için, hep duyduğu ve ne istesem oldurduğu için. Şimdiye dek bir kere bile, en şımarık isteklerim dahil olmak üzere, reddetmediği için.

Ve tabi; sevdiğim adama...

Elimden tutup, hiç bırakmadığı için. Benim gibi bir kızdan, "anne" yaratmaya kalktığı için. Bazen "sen her halinle güzelsin" diye moralimi düzelttiği, bazen de net bir şekilde "o ayakların hemen küçüleceğini sanmıyorum" diye gerçekleri söylediği için. Tatlı tüketimini abartmamam için evdeki pişmaniyeyi en ulaşmayacağım yere koyduğu için ve tuz atmaya kalktığımda ters ters baktığı için. Tabi bunda elimi karnıma koyup hülyalı bir şekilde bakarak "ah babası bebeğimiz istiyor ama" diyen kadınlardan olmayışımın da etkisi var:) Kabus görmeyeyim diye uykularımı kolladığı için. Kocaman karnıma rağmen, sımsıkı sarılıp kalbine soktuğu için. Binlerce çok büyük, çok anlamlı şey için. Biz bu 9 ay, çok zor dönemler de geçirdik, büyük dersler verdik, ama hepsinden geçtik. Bir adama aşık olmanın, onunla sevgili olmanın o kişinin "baba" olmasına yetmediğine inanırım ben. Ama ben şanslıydım; o sevdiğim adamın içinden, dünyanın en şefkatli baba adayı doğdu, daha ilk günden. Kendine en şahanesinden baba olma tişörtü bastırdı. Ve ona pek yakıştı. Doktorla konuşurken gözleri dolan, bebeğin doğduğu an için kimsenin aklına gelmeyecek hayalleri olan, elinde olsa bir 9 ay da kendisi taşıyacak olan, yaşananları kime anlatsam "çok içli bir adamı seviyorsun sen..." dedikleri için teşekkür ederim. Seni dünyadaki herkesten ve herşeyden daha çok seviyorum.

Sonra anane, babane ve dedeler. Babaneye heyecanı, telaşı ve kilometrelerce öteden taşıdığı "organik" gıdalar için. İlk torunu olmamasına rağmen, ilkmişçesine yaşadığı için. Ve ananeye de; benim hayatım boyunca onunla kuramadığım ilişkiyi bu dönemde kurabildiğim için en çok. En güzel hediyelerden biriydi. Ailenin diğer üyelerine her an tetikte doğum haberi bekledikleri için.

Bütün arkadaşlarıma... Heyecanımı paylaşan, beni dinleyen. E takdir edersiniz, benim pek evli çocuklu bir arkadaş grubum yok, doğrusu ben olsam onlar kadar dinler miydim bu yeni gündemimi bilemiyorum. Bana pek sabırlı davrandılar, pek ilgili. Biricik Deryik'ciğime mesela... "Hamileyim" dediğimde, sahiden kalbinin hızlandığını hissettiğim için. Dünyanın en orjinal bebek süslerini birlikte yaptık biz. Ve sır olarak sakladık:) Emrimizde bir ekip çalışsa daha neler neler yaparız hem. Hamile olduğumu hatırlattı bana, en çok da kendimden yakındığımda. "Hamilesin unutma." dedi kaç kez. Bana güç verdi. Ve elinde bir "ilk kitapla" çıkageldi. Çantasından lavantalar çıktı. Telefonu bir kerede açmazsam, hemen ikinci defa aradı :) Ne yazsam az. "Ay teyzoşuuu yesin onuuu" gibi vıcık vıcık sahte sevgiler yerine, satır arası mesajlarıyla göz kırpmak ve içtenlikti ona hep yakışan.

Taa Amsterdam'lardan duygu dolu kart atan, biz evlenirken başka bir şehirden uçup gelen ve şahit olan dostumuza. Sevdiceğimin arkadaşları içinde en sevdiğim kişi olduğunu söylemeliyim. İlk enstürmanını o aldı minik adamın. "Bana bak çok heyecanlıyım, mutlaka haber vereceksiniz" dediği için. Böyle bir amcası olacağı için çok şanslı minik adamım.

Karşı kapıda, evinde ne pişse "canın çekmiştir" diyerek gönderen, süpersonik bir çöp kovası armağan eden biri yaşadığı için müteşekkirim sonra. Canım tiyatro perime ne kadar teşekkür etsem az, her geldiğinde elinde minik adama bir şey, bir süpriz, bir plan, bir düşünce... İsmi en çok beğenen ve ilk paylaştığımız insan oldu. Sevgili okul arkadaşlarıma. Benden önce doğuranlara, deneyimlerini anlatanlara ve heyecanıma ortak olan diğerlerine. İngiltere'den tek tek ne istesem buraya taşıyan dostuma. Çörek otlarına tılsımlar yerleştiren arkadaşıma. Doğum esnasında ihtiyacım olduğuna inandığım ot kök ve suyu ülkeler arası taşıyan bir deli kıza. "Sen hiç kendini yorma, bir çay koy yeter" diyerek gelen kuzenlerime. Kendi acısına ben ortak etmeyen bir başkasına, Mortingen'in ne zaman ihtiyaç duysam, eve-doktora gelebildiği çalışma sistemine. Sonra taa Alaska'lardan komik pijamalar taşıyan arkadaşıma, telefonda "daha doğurmadın dimi?" diyenlere. Birlikte çalıştığımız insanlara da çok teşekkürüm var. Hepsi pek anlayışlıydı, çeviriler için konuşurken, ben özel bir muamele istemediğimden; çekinerek "daha doğurmadın değil mi, sen söylemezsin de..." diyerek beni güldürdükleri için. Ve patronuma, en çok da hiç patrona benzemediği ve sıcacık sesiyle, yaşam enerjisiyle hayatımda olduğu için. Ve tabi bu dönemde hayatımdan kendiliğinden kopup giden, omuzumda yük insanlara da içten bir teşekkür. En doğru zamanı seçtikleri için.

Bakkal amca'ya bile teşekkür edesim geliyor. "Taşıyamayacaksan göndeririz" inceliği için. Ani fren yapmayan taksicilere, yolda görüp dualar eden teyzelere, gülümseyerek bakan yabancılara, her şeyi ayağıma getiren nazik kargo görevlilerine, internet alışverişi denen mucizeye, İpek hanım'ın çiftliğine, evden çalışabilmemi sağlayan tatlı netbook'uma, -bu evden çalışma konusu için de bir post yazasım var; mesai ve deadline'ı kendin belirliyorsan, yaptığın şey çalışmak değil, kariyerkadıncılığı oynamak oluyor diye omzundan sarsmak istediğim müdürkarısı kıvamında ablalar var- aldıklarıma "bu da bizden" diye minik bir çorap hediye eden satıcıya, bazen kendimi kraliçelerden güzel hissettiren, bazen "çok iriyim galiba" dedirten aynaya, yaz günlerini serinleten pırpıra, çilekli dondurmaya, çatlak patlak kremlerine, yeşil eriklere, fındık ezmesine, kısacık öğle uykularına teşekkür ederim. Dinlediğim şarkılara, okuduğum kitaplara, güneşli günlere, güzel yağmurlara, canım Eylül'e ve tabi Kasım'a, minik bebek çoraplarına, sevgilimin rusya'lardan getirttiği matruşka bebeklere -daha anlamlı bir armağan olabilir miydi-. İçimize en sinen ismi bulduran ilham perilerine. Robotlu uyku tulumlarına... Hepsine teşekkürüm sonsuz.

Twitter'dan hatır soran, iyi dileklerde bulunan herkese teşekkür ederim. Çoğu zaman içimi döktüğüm, heyecanla cıvıldadığım bir mecra oldu bu bekleme halinde. Keçelerden harfler, oda süsleri ve tabi en değişik lohusa tacını yapıveren Nazo'ya, birlikte gün saydığımız İnci'ye, ki bu hamilelikte kurulan dostluklar biraz da askerliktekine benziyor sanki. Garip bir şey, ortak endişeler, benzer düşünceler, tecrübe aktarımları, birlikte yapılan alışverişler. Ben çok memnumun onu tanıdığıma. Telaşları, seyahatleri içinde vakit bulup, hal hatır istek soran, cesaret veren Tanya'ya. İlk dinleyeceği müziği soran Elif'e. Söylemiş miydim, biz bu minik adama şahane bir koleksiyon hazırlıyoruz. İşte bu sandığa; 70'li yıllarda basılmış velet kitapları gönderen, bana da kırmızı kurdeleli bir taç ekleyen PrimaRima'ya, hamile bandı zerafeti için Laçin'e, kitaplarıyla ve mailleriyle ablalık eden Ece Arar'a, hastane konusunda içimi rahatlatan Perizad hanımefendi'ye, bir konseri eşsiz bir anıya çeviren Biricik hanım'a, bu hamile zihnimle tek tek hatırlayamamış olabileceğim bütün güzel kalpli insanlara. Hala bu blogun akibeti hakkında mail atan herkese. Ben gerçekten birilerinin okuduğunun farkında değildim.

Biz üç kalbiz bir süredir. İkimiz elele yeni bir dünya yapıyoruz. Tek tek her adım için emek vererek.

Bu süre içinde, bizi sevgisiyle sarıp sarmalayan herkese çok teşekkür ediyoruz. -ben ve Mortingen tabi, bebeğinin ağzından konuşan, "babamız bunu aldı, sizi öpüyoruz teyzeleri" diyen bir tip olmayacağım hiç bir zaman ben, tahmin ettiğiniz bunu, değil mi? :) -

Sağda sersem bir sayaç yok, zamanı parmaklarımızla saydık biz. Biraz daha sonra, 6 el ve 6 ayak yaşayamaya başlayacağız çatımızın altında. Heyecanlıyız, mutluyuz ve çok merak ediyoruz. Hayatımızın en güzel macerasına hazırız.

Dualarınızı, iyi dileklerinizi bekliyoruz.

kasım 1

Hayat güzel.

Kocaman karnımın üzerinden, 4 yıl önce bugünlerde aşık olduğum adama bakıyorum şu an. İçime akan bir sıcaklıkla. Gözlerim doluyor. "Otostopçu'nun Galaksi Rehberi"ni izlerken uyuyakalan bir adam ne rüyalar görür acaba? Kendi doğduğu ayda, baba olacak bir adamın kalbi nasıl çarpar?

4 yıl. Sonsuz mutlu olduk, sonsuz aşık, ve tabi yokuşlar çıktık, tümsekler atlattık. Şu anda tam olmak istediğim yerdeyim ben, tam olmak istediğim gibiyim. Ben bir sürü hayal kurmuşum meğer bilmeden, fark etmeden oluvermişler.

Şimdiden iyi ki doğdun, iyi ki yeniden doğdum seninle ve iyi ki bir minik adam doğuruyoruz bu aşktan, birlikte.


Yaşlanıp öyle kolkola yürüyelim mi? Ne güzel yaşlanırsın sen.
c.süreya

171010

İnsan ister istemez hayal kuruyor. Şimdi ben, yine bu Pazar sabahında olduğu gibi erkenden kalkayım. Hop bir börek atayım fırına, akşamdan kalma dağınıkları toplayayım. Tam da çevirimin başına geçeyim ki; komik adamlarım uyansın. Bakkala gitsinler bir gürültüyle, bir sürü bir şeyler alsınlar, kahvaltıyı hazırlasınlar. Oturalım, güle oynaya yiyelim, döke saça. Sonra sokaklara dökülelim falan. Haftasonu "ödevini bitirdin mi?" vakti olmasın bizde.

Yaşasın güneşli Pazar günleri!