İlkel

İlkel bir insanım ben. Evlilik kararını da böyle verdim; "seviyoruz, birlikte yaşamak istiyoruz, evet evlenelim". Bunun üzerinden düşündüğümde; çok kolay olmuştu. Karmaşa boğulmadan, sadece bir karar. Ve bunun getirdiği doğallık.

Annelikte de, herhangi bir karar vermem gerektiğinde, yine bu ilkellikle düşünüyorum. Çalışma meselesi en kafa karıştıran meselelerden biri bir çok anne için. Benim için öyle olmadı pek. "Çalışan anne çocuğu özgüvenli, çalışan anne çocuğu bir yumurtayı beşle çarpar, zekidir, çalışkandır..." diye giden cümleler sadece bir teselli benim gözümde. Elbette ki, annenin çalışması bir sorun değil ya da anneliğini azaltan bir durum değil. Bu yazı bu sonsuz tartışmayı başlatan ya da çalışana anneleri hedef alan bir yazı değil. Ve zaten aslında mevzu bu kadar da karışık değil.

Dedim ya, ben kolay karar verdim; "Benim bebeğim, onun annesi benim, ona kimse benden daha iyi bakamaz." Bu bencilce ya da "en iyisini ben bilirim"ci bir yaklaşım değil. Daha ziyade "ben bakmayacaksam neden doğurdum ki"ye yakın. Anne ve bebek arasındaki ilişki çok özel. Siz istediğiniz beslenme listesini hazırlayın ve saatler belirleyin, bebek acıktığında annenin göğüslerinin sızlamasının yerini tutacak bir düzenleme yaratamazsınız. Bunun üzerinden düşündüğümde, evde çalışarak bizim için doğru karara vardığıma eminim. Ben yapamazdım. Yapamam. Akşam kısıtlı zamanlarda kaliteli vakit geçirdiğimle teselli olamam, "ama okula başladığında kalakalırım" diyerek işe koşarak gidemem. Herşeyin en doğalını seçmek modayken, bu tür bir kararda doğaldan en uzağı seçmek garip geliyor.

Yine bu düşünce üzerinden yardım almıyorum. Babayla birlikte bakıyoruz bebeklere. O 9-6 çalışıyor, ben serbest zamanlarda. Gelecek ne gösterir, çalışma düzenlerimiz değişir mi, bilmiyorum. O da esnek saatlerde çalışsa, zamanın birinde kendi işimizin sahibi olsak şahane olur mesela.

Ve tabi, onun verdiği emek "yardım" değil elbette, çünkü onların ebeveynleriyiz. Bebeğin altını sadece anne, baba değiştirmeli bence. O bir insan ve mahremiyeti var. Hayatımıza bir kaç aylığına giren birine bunu emanet edemem mesela. Böyle yazınca radikal duruyor ama değil, psikanalistlerin çoğu bu görüşü doğrular açıklamalar yapıyor. Bir tek anane-babane faktörüne sempatik bakıyorum. Eğer şimdiki nesille çatışmadan ortak bir yolla çocuk büyütebiliyorsa, evet onlarla beraber büyütmek en iyi ikinci seçenek olabilir. Bizim durumumuzda, bu da doğru gelmedi.

Evet tabi, babayla bakma süreci rayına girerken bazı aksilikler yaşadık. Bizde; ben daha titizim ve Baba daha rahat. Bu başta olumsuz gelen bir durumdu, şimdi nihayet faydalı buluyorum. İlk zamanlar benim onaylamadığım gıdalar yedikleri, basit kazalar yaşadıkları oldu, ama zamanla ebeveyn olmayı da içselleştirmekle düzeni bulduk.

Aynı yıl içinde doğmuş iki bebek, hayatımızda yardımcı yok, anne bütün bu telaşta çalışacak vakit de yaratıyor, kendine de zaman ayırıyor. Bu tabloda insanlar muhakkak eksik şeyi bulmaya çalışıyor. Bahaneler yaratıyorlar. Ama anne mutsuzdur ya da hiç değilse bakımsızdır, ama bebeklerin ikisiyle yeterince ilgilenemiyor, aktiviteden aktiviteye koşamıyordur, evlilikleri bitmiştir, yemek yoktur, ev pistir... Bu liste uzayıp gidiyor. Hayır üzgünüm, itiraf etmeliyim aradıklarınızdan hiç biri yok. Ev dağınık tabi, evet :) Ya da evet mesela, doğumdan beri hiç sinemaya gitmedik galiba. Ama bahçemiz var, bebekler uyuyunca orada başbaşa yemek yiyoruz, bu yeterince büyük bir mutluluk oluyor bizim için. Olabildiği kadar işte. Anne her dakika kuaföre gitmek zorunda değil, baba arkadaşlarıyla buluşabilmek zorunda değil, sofrada peçete olmak zorunda değil. Biz bunları bir fedakarlık olarak görmüyoruz.

Verdiğimiz bu emeğin, ailemize katacaklarının harikulade olacağına inancımız tam.

Yılın Beceriklisi


Bana hediye edilen bu Oscar’ı gururla rafa koymakta ve her gün bakıp keyiflenmekte bir sakınca görmüyorum. Evet iki bebekli hayat beceriklilik istiyor, dikkat: iki çocuklu değil; iki bebekli. Araları on ay, biri emiyor, diğeri hala tam olarak konuşamıyor.

Düşünüyorum da; hayat ancak şimdi, yaklaşık son bir aydır düzene girdi. Elbette bir düzensizlik içinde yaşıyor değildik ama çok büyük bir değişim ve ardından gelen adaptasyon süreci nihayet tamamlandı.

Nihayet artık günlük rutinimiz iki bebeğe de uygun bir şekilde oturdu. Yemek, çamaşır, insanı içine çeken ev kuyusu işleri, iş bölümü organize oldu. Zaman aldı tabi, bir süre survivor gibi yaşadık. Bebeğin kırkının çıkması kadar annenin de çıkması gerekiyor, o sezeryan ağrıları, “hamile mode off”a geçiş ancak zamanla mümkün oluyor. Ve erken doğan bebek, ilk üç ay sahi survivor, kilo aldı mı, emdi mi, mutlu derken bence en şahane eşik 6. aya yaklaştığımız şu günler. Evet dünyaya alıştı, evet toparladı, rutin aşılar tamam (kedi gibi oldu ama olsun),  anne kiloların bir kısmını verdi, bünyesi nispeten güçlü, heyheyleri neredeyse gitmek üzere. Budur. Bundan sonrası bence hep daha kolay olacak.

Sabah bir neşeyle başlıyoruz güne, tabi büyük oğlum ters kalkmamışsa. Bazı sabahlar günaydına bile kafasını hayır anlamında sallayıp nida atacak durumda oluyor. Onun dışındakiler şarkı, eğlence. Diş fırçalıyor, yüzünü yıkıyor babayla. Bu esnada diğer Pompik genelde üzerimde kahvaltısını etmekte oluyor. Sonra artık o günkü piyango neyse, omlettir, kreptir, hangi kalorili kahvaltıysa onu ediyoruz. Sabahları seviyorum. Enerji dolular. Bu enerji akşama dek sürüyor ve bir de daha bir şarj olmaları için öğle uykusu, pekmez falan alıyorlar:) Ben ancak türlü vitamin destekleriyle yakın bir güç elde edebiliyor, hiç değilse gün içinde neşemi kaybetmiyorum. Hava müsaitse; ki biz aslında hep uygun kıyafetlerle çıkarız, parka gidiyoruz. Fakat önce uzuuun kar yağışı engel oldu buna. Tek olsa tamam ama iki bebekle, biri arabada, diğeri slingle bana yapışıkken çıkmayı göze alamazdım. Arada bahçeye indik o kadar. Sonra hastalık atlattık ve yine bir müddet çıkamadık. Evdeysek eğlencenin dibine vuruyoruz. Oyunlar, şarkılar, vesaireler. Arada anne yemek yapıyor, yemek yeniyor, süt içiliyor falan. Kısa cümle ama uzun iş, yemek yaparken yalnız değilim, yanımda en az ihtimalle şunlar da var: bacağa yapışan bir bebek, mutfaktaki erzak dolabını salona taşıyan bir kaşif, kucağa alınmak için bağıran bir asi ruh...

Akşama doğru pil bitmeye yakın, tuhaf sesler çıkaran walkmanlere dönüşüyorlar biraz, itiraf etmeli. Anlamsız istekler, akla gelmez oyunlar, itirazlar, arızalar derken... Ve uyku.

İşte bebekli bir annenin en verimli ve aynı zamanda en kararsız saatleri. Uyusa mı, sakince yemek mi yese, acaba yürüyüşe mi çıksa, ay yoksa bir kitap mı okusa, en iyisi ılık bir banyo yapmalı, yok öylece durup boşluğa bakmalı... Ve gün böyle kendi telaşı, gürültüsü, deli doluluğuyla bitiyor.


vakit

Kendime vakit ayırabilmek için gösterdiğim gayret inanılmaz. Aslında bu iyi bir şey, çünkü bunu yapmayınca bir noktadan sonra işler kontroldn çıkıyor ve çok sinirli bir insana dönüşüyorum. Çocuklar küvette oynarken maske, peeling falan yapıyorum mesela. Emzirirken telefondan kitap okuyorum. Ve yeni bir şey; sadece kendi sevdiğim yemekleri yapmazdım eskiden, artık yapıyorum. Somonlu makarna mesela. Benim yerimde olmadıkça bilemezsiniz, o bir tabak makarnayı sakince oturup yiyebilmenin anlamını.

Sürekli kaydetmeye çalışıyorum, çocukların yaptıklarını. Kaydedilmeyen her an, her kelime, her anı üzüyor beni. Sanki uçup gidecekmiş gibi. Onların bu hallerini şimdiden özlüyorum.

öhö öhö

Eve geldik şimdi. BüyükPompik boğaz enfeksiyonu geçiriyor. KüçükPompik mütemadiyen mızmız. Doktordan dönüyoruz, çantamızda ilaçlar, ot kök. Birini ana kucağına, diğerini yatağına koyuyorum. BüyükPompik'in elinde bir limon. Onu inceliyor heyecanla. Mızıldamaları devam ederken ıhlamur yapmaya başlıyorum, evet zencefil de buradaymış. Birden ses kesiliyor. Bir bakıyorum uykuya dalmış, her ikisi de.


Öylece zamanın durduğu anlardan biri. Evin dağınıklığı, pişecek yemekler, bugünün aktiviteleri, saçımın karışıklığı önemini kaybediyor. En sevdiğim ışıkta uyuyakalan iki bebek. Benim bebeklerim. Derin nefes alıyorum, yorgunluklarımı unutuveriyorum.

oyun toplaşması

Öyle hoş geçiyor ki günler, evde çok sıkıldığımız anlar olsa da, ben bu yılı hep cam kenarında çocuklarla karı izleme halimizle hatırlayacağım. Geçen öğleden sonra başlayan karda, evin ışıklarını kapadık, perdeleri açtık ve sokak lambasında kar seyrettik, mandalina kemirdik. Sonraki güneşli hafta sayesinde, büyüyüp mükemmel bir genç hanım olmuş kuzenimle kahvaltıya gittik çoluk çocuk.

Yine de evdeyiz tabi, sürekli bir şeyler geçiyor zihnimden, herhalde vakit olmayacağıı için. Yapmak istediğim ne çok şey var ve onları yapmak için ne kadar az vakit:) Fena halde bir kitap çevirisine gömülmek istiyorum mesela, kanaviçe yapmak istiyorum çocukların odalarına, girişimci ruhum zıpzıp zıplıyor bir yandan ve tabi bütün bunlarla birlikte günlük telaşlar. Evet bazen yetişemiyorum ama aslında iyi idare ediyorum, sadece hep daha fazlasını istiyorum.

Neyse ki, onlarla bir yere gitmek sıkıntı verici değil, yemeğimi yiyebiliyorum, sohbet edebiliyorum. Havalar biraz sakinleşsin çok eğleneceğiz. Ama böyle kendi cinsinden küçük insanlarla nasıl olacağını merak ediyordum, ki bu hafta oldu ve iyi oldu.

Dün internet anneleri mail grubunda kendiliğinden oluşan oyun grubuna katıldık Pompik1'le. Ev sahipleri inanılmaz sakin. Onları tanımlayacak tek bi kelime seçmem gerekse bu olurdu evet; sakin. Aliş çok tatlı bir insan olmuş, saçları çok güzel, minik minik konuşuyor. Annesi fotoğraflarda göründüğünden çok daha zayıf.

Çok garip bu blog olayı, okuyorsun, konuşuyorsun, paylaşımların var ve bazen sadece o kadarla kalıyor, bazen bir kaç adım ileriye taşınıyor. Ben genelde -blogüstü bir arkadaşım hariç- çekimser kaldım, çünkü hayatıma yeni birilerini dahil etme konusunda hızlı davranamam. Belki de bu daha güzel, zamanla demlenen arkadaşlıklar daha güzel. Ve böylesi de çocuklar için bir oyun grubundan daha samimi. Aynı frekansta olduğun annelerle bir araya gelince, bebekler de anlaşabiliyor.

Kapıdan giriyorsun mesela, ilk kez görüşüyor olmalısın ama pek tanıdık, sıcacık, tereddütsüz oğlanı kucağına verip ayakkabıları çıkarıyorsun ve sarılıveriyorsun. Sonra anne kız içeri giriyorlar, sen onların evlilik hazırlıklarını bile okumuştun, öyle tanıdık. Güzel şeyler.

Oğlum pek eğlendi, hiç arıza çıkarmadı, ortalıkta dolaştı, Aliş'in tamir kutusunu binlerce kez doldurdu, boşalttı, ev sahibi küçük adam çok güzel mızıka çalıyor ve oğluma da teklif etti ama o henüz beceremedi. Sonra Nil Hanım'a marakasını verdi ve onun kitabını kurcaladı. Sanırım onunla epey anlaştı. Oyun şarkısını dinledi. Ablaları inceledi. Bir tanesinden kedili bir kitap aldı ve hala kitapla birlikte miyavlayarak geziyor. Arada yorulup kucağıma geldi. 

Tanıştığıma sahiden memnun olduğum annelere ve oyun grubununu cici bebeklerine çok teşekkür ederim. E hadi bir daha ne zaman:)?

iyi ki'ler

Yeni yıl sahiden mis geldi. Bir sakinlik, bir güzellik. Akord tam da olmuş gibi.

Ama hani olur ya, insan bütün gün koşturur ve oturunca anlar nasıl yorulduğunu. O an belinin ağrıdığını fark eder örneğin. İşte onun gibi. Pek de oturduğum yok aslında, kastettiğim farklı bir şey. Herşeyi günlük telaşıyla ilerlerken bütün bu huzurun içinde durup hatırladığım kısacık anlar, kırgınlıklarım, endişelerim. Öylece gülerken, yemek yerken, o kısacık anlarda fotoğraf gibi geliyor gözümün önüne. Pıt çıt seslerle. Hafif buğulanıyor camlar ve geçiyor hemen. "İyi ki"ler hep çok fazla. Yoluna unutmadan devam etmek de öyle güzel ki.

Bu arada komik bir sabah yine, büyük kardeş kitapta kedileri gösterip sesini incelterek miyavlıyor, küçük kardeş bizim müzikle dansetmemize bakıp kikirdiyor. O kadar haylaz ki Pompik1, odalarına aldığımız raflara tırmanıyor, duvarın öbür tarafına geçmeye çalışıyor. Pompik2 kendisiyle konuşulduğu müddetçe pek mutlu, evin kendi telaşı onun için yeterli bir eğlence oluyor. Abisinin ısırmak, çekelemek gibi sevgi gösterilerine de alıştı artık, ağlamıyor. Hava kapalı bugün park yok. Öğleden sonra için bir eğlence bulmalıyım. Ben bu iki minik adamın annesi olmayı çok seviyorum, onlara şarkı söylemeyi, oyun oynamayı, popolarını temizlemeyi, hepsini.

Şimdi ikisinin de uyuduğu kısa anlardan, ben biraz kelimeleri kovalayayım.

2012

Dün gece biri sağımda, biri solumda, uykumun arasında sırayla onları yumuştururken, mis kokularını içime çekerken, gelecek yıla nasıl gireceğimizi düşündüm ama hayal bile edemedim. Geçen yıla hastanede girmiştik biz, sahiden oluyor mu nasıl girersen öyle devam eder denen inanç? Çünkü en çok oraya gittik tüm yıl. Neyse unutalım bunları, yeni yıla bir mektup yazdım;

Sevgili 2012;

Kardeşin 2011 zor bir yıldı, ama biz onu hep getirdiği müthiş armağanla hatırlayacağız; Güneş'imiz.

Senden,

Büyük oğluma; daha hızlı adımlar, daha çok neşe, daha çok muzurluk, yeni kelimeler, boya kalemleri, arkadaşlar, şakalar, düşen tırnağın yenisini
Küçük oğluma; büyüme enerjisi, uzun saçlar, pirinç dişler, mutluluk, kemirilecek meyveler, iştah, keyif
Her ikisine de; bol bol oyuncak, hayalgücü, kahkaha, sevgi, şefkat, kardan adam, yaz mevsimi, çiçekler, çakıl taşları, mırnav kediler, uslu köpekler, şarkılar, salatalık, gıdıklanma, çizgi filmler, kartpostallar
Sevgilime; dinçlik, kuvvet, kazanç, severek okuyacağı kitaplar, filmler, yeni kıyafetler
Bana; zaman genişliği, güç, bilgelik, yeni yemek tarifleri, spor yapma isteği, yapmak istediklerim için vakit

Ve hepimize, sağlık, huzur ve aşk getirmeni istiyorum.

Akıllı ve uslu ol, bizi yorma, yıpratma olur mu?

Az Kural, Çok Sevgi

"...Ah sevgili Mürşide Hanım, sevgili babaannem, sizden iki kuşak sonra Türk kadınları arasında mesleklerini, eğitim ve özben-lerini, anne olmaktan daha çok önemseme fırsatı bulan ve bundan utanmayanlar çıktı. Müsterih olun, rahat uyuyun."
Kumral Ada Mavi Tuna/Buket Uzuner

Kedimiz Duman geliyor aklıma sık sık. Doğum yapışı, lohusalık süreci... Evet, bence kediler de lohusa olabiliyor:) Sahiden yorgun ve huysuzdu biraz. Ama onlar etrafta yorum yapan ve anneliğine müdahale eden kimse olmadığı için daha kolay atlatıyor. O ilk halleri hep aklımda; yavrularına sarmaş dolaş oluşu, çok nadir yanımıza gelip biraz dinlenişi, sonra yeniden onlarla kucak kucağa oluşu ve tabi o aslankaplan hali. Yaklaşmamıza izin verişi ama hep gözünün üzerimizde olması. Hiç unutmuyorum bir kere süpürge açtım ve bebekleri korktu diye beni yiyecekti neredeyse.

Kendi anneliğimi onunkine benzetiyorum düşününce. Ve ikinci bebekle katmerlendi, şekillendi iyice. Çok okudum, hala okuyorum, ben kitapların faydasına çok ama çok inanıyorum. Ama beslenme listesi yapmayı bıraktım mesela. Zaman içinde hem kendimin hem bebeklerimin iç güdülerine güvenmeyi öğrendim. İlk bebekte daha gürültülüydü zihnim, şimdi sakinleşti her yer, onları ve kendimi duyabiliyorum. İkisi de yatak ve uyku yerini öğrendiler ama canları istediğinde birlikte uyuyoruz. Hala ağlatarak bir şey öğretmeye inanmıyorum ben. Çaresizlik duygusuyla kendi yatağında uyumayı öğrenmiş bir çocuk durumunu, hangi metod olursa olsun, hiç bir şekilde anlamıyorum. Zorlama hiç bir şeyin insan ruhuna faydalı olduğuna inanmıyorum.

Evet delice bir telaş evde. Bazen zor yetişiyorum, bazen gerçekten bütün kemiklerim ağrıyor. Bazı şeyler aksamıyor mu? Elbette aksıyor. Ama asgari düzeni sağlayabiliyoruz. Onlarla vakit geçirmek ve yemek meselesi öncelikli. Temizlikse; yerden bir şey alıp yutmayacakları ölçüde:)

Ben hala bebeğe anne ve babanın dışında birilerinin bakmasını anlayamıyorum. Tamamen benim düşüncem, benim anneliğim bu tabi. Hayat o kadar kısa ki, bir kaç yıl sonra okul zamanları, arkadaşları derken, bu sarılıp koklaştığımız, uzun uzun uyuduğumuz zamanlar geride kalacak. Belki çok ilkel gelecek ama; "kendim bakmayacaksam niye doğurayım ki?" diye düşünüyorum.

Az kural, çokça sevgi... Aksi şekilde büyütülmüş biri olarak, bunun insanın ruhunda açtığı yaraları görmemem imkansız olurdu. Salon olarak belirlenmiş kısım onlara ait. Karıştıramayacakları hiç bir şey yok. Olumsuzluk eki içeren kelimeler yok. Hayır var sadece, çok net bir hayır, o da prize dokunmak istediğinde, televizyona tırmanmak istediğinde sadece. Ağlatana kadar hayır değil, net bir hayır. Sadece güvenlikleri için kullanılıyor hayır kelimesi. Mesela en sevdiği oyuncaklardan biri; süpürge. "Bununla oynanmaz" demek mantıksız geliyor, çünkü bir nedeni yok. Onun merakı, büyüklerin gereksiz ve sebepsiz kurallarından, evin kirlenmesinden, dağılmasından değerli. Deliler gibi oyun oynuyoruz. Müthiş bir enerji ve keşfetme hali. Ben o "hadi oğlum küpleri dizelim" annesi olamadım, genelde o karar veriyor ve başlıyor, ben katılıyorum. Çocuk dünyası o kadar eşsiz ve sonsuz ki, aslında hiç bir yönlendirmeye ihtiyacı yok bu anlamda. Artık sürekli konuşuyor, konuşuyoruz. Kardeşle birbirlerine bayılıyorlar ve bu beni mutluluktan uçuruyor. Bazen sinirleniyor, ağlıyor, hemen ilgisini dağıtmak doğru gelmiyor, ağlamak istiyorsa ağlıyor, onu anladığımızı hissedince sakinleşiveriyor. Yemek yaparken ayağımın altında geziyor, dolapları boşaltıp dolduruyor, çöpü karıştırmaya kalkamadıkça sorun yok. Blender'ı çalıştırdığımda kikirdiyor mesela, çamaşır makinesine bakakalıyor. Kendi eliyle yiyebildiği her şeyi seviyor. Öğünlerin devamı banyoda son buluyor. Yemeye itiraz ettiğinde üstelemiyorum, bir diğer öğünde telafi ediyor, ya da en geç ertesi gün. Havaya aldırmadan sokağa çıkıyoruz, kestane falan alıyoruz. Sokakta ıvır zıvır yemek ayrı bir eğlence. "Üşümez mi?" diye muhakkak soruluyor, üşümez evet, ya da üşüse dünyanın sonu değil, burnu akar geçer. Açık hava kesinlikle şifalı bir şey. Ben bu üşüme ve aç kalma korkusunu anlamıyorum :) Oyun grubu, oyun ablası çok araştırıp, üzerine düşünüp bir türlü içime sinmeyen bir şey. Parayla sosyalleştirmek tuhaf geliyor. Park var bizim için, yakın arkadaşlarımız var. Onlarla bir araya geliyoruz, birbirlerinin saçını çekmek, oyuncakları değiş tokuş etmek ve kıkırdamak tüm yaptıkları. Sokağa çıktığımızda gördüğümüz insanlarla merhabalaşmaktan ala sosyalleşmek mi olur? Tek tük çeviri bile yapıyorum bazen, mutlu ediyor beni. Slingi hala kullanıyorum, sokakta daima ve bazen de evde sarılıp uyuyoruz. Ben anne olarak gece boyunca onları özlediğime ve sarılmak istediğime göre, onların da buna ihtiyaç duyması bana çok doğal ve normal geliyor. Kocaman yatakta dördümüz uyuyoruz bazı geceler.

İşte böyle.

me and my boyz

Bazı günler yorgunluktan hangi arada uyuyakaldığımı unutuyorum, öylesine bir telaş. Ama çoğu zaman kendi içinde düzenli bir delilik. Zamanı iyi kullanmak diye bir şey olduğuna eminim.

Şu aralar yine o "sanki kasım'a nisan kaçmış" günlerden. Dışarı çıkıyoruz. Kuşlarla simidini paylaşıyor Abi, Kardeş şaşkın şaşkın bakıp bana sokuluyor. Bazen parka gidiyoruz. "Üşümez mi bu?" diyen teyzelere aldırmıyoruz. Kırmızı burun oğluma pek yakışıyor hem. Arkadaşlar ediniyoruz, hatta bu hafta aşıda miniğimle adaş, sadece bir gün büyük ve üst sokakta oturan bir bebekle tanıştık, tam bir süpriz. En sevdiğim arkadaşlarımdan biri yakınıma taşındı, bu en güzel süpriz, benim haşarı oğlum onun prenses kızının saçını falan çekiyor, sonra kucağıma gelip ters takla atmaya çalışırken, küçük hanım kikirdiyor sadece, gülmekten ölüyoruz.

Hala süt sağmanın dünyanın en müthiş icadı olduğuna inanıyorum çünkü mesela bu sayede formül süt kullanmamıza gerek kalmadan dışarı çıkabiliyoruz. Ama bir yandan emzirmek de şahane bir şey. Minik karıncamla birlikte uyuyoruz, çok tatlı bir bebek oldu, o pek minik hallerden gürbüz bir bebek olmaya doğru gidiyor.

Bazı akşamlar çıkıp tek başıma yürüyorum, banka oturup denize bakıyorum, kestane falan yiyorum. Kısa bir süre sadece ben olmak iyi gelir sanıyorum ama uyudukları halde, bir işim olmadığı halde koşarak eve dönüyorum. Bir anda çok özlüyorum evimi, bebeklerimi, sevgilimi.

Öyle güzel geçirdik ki çocuksuz zamanları, şimdi hayatımızın burasında, böyle olmak çok güzel geliyor. Çocukları bırakıp eskisi gibi geç vakitlere dek dışarda olmak, "başbaşa yemek yemek" gibi klişelere hala ve henüz ihtiyaç duymuyoruz. Yapabildiğimiz herşeyi onlarla yapmayı seviyoruz sadece. Bana çocuklu hayatla yaşanan değişim normal ve doğal geliyor. En sevdiğim elbisemdeki kusmuk lekesini seviyorum, yorgunluktan tabanlarımın zonklamasını seviyorum, sevgilimle -evet hala sevgiliyiz- sarılırken koşarak gelen Pompikle üçümüz sarmaş dolaş olmayı seviyorum.

Bu aralar her akşam bir film izliyoruz, tv tamamen çıktı hayatımızdan. İyi de oldu, televizyondaki en bir izlediğim dizi olsa dahi yoruyor, film izlemekse sahiden zihnimi tazeliyor. Parmak uçlarımıza basarak sofra hazırlıyoruz, miniklerin uykuları o saatlerde derinleşiyor, yemek yiyoruz, film izliyoruz bebekler uyuduktan sonra. O film benim için ciddi heyecan, çünkü sevdiceğim seçiyor, getiriyor yüklüyor falan, sanki gerçekten gong sesini bekliyorum öylesine pırpır ediyor içim. Gecede bir kaç film izlediğimiz, pizzaları yuttuğumuz o eski günlerdeki gibi. Film tabi bölünüyor arada bazen, minik mıkırdamalarla.

Film faslı da bitiyor, ben mutfağı ve evi ertesi güne hazırlıyorum, kafamda bir liste sanki tek tek tik atılıyor. Biberonlar yıkanıyor, makinelerden birini çalıştırıyorum, belki ekmek makinesi, belki bulaşık-çamaşır, ertesi gün için birşeyler indiriyorum belki buzluktan ve ardından uyku.

İşte o anlar mükemmel. Yatağa yatıyorum, belki biraz kitap okuyorum, ya da bazen bir kaç dakika öylece durup evi dinliyorum. Ev sessiz, herkes uykuda. Bir günü daha sağlıkla, güzellikle, huzurla bitirmenin sakinliği. Gece kimse yokken denize girmek gibi bir şey. Öyle mutluyum ki o anlar. Dünyanın en mutlu yorgunu. Ve bu duyguyla uyumak ertesi güne tam bir enerjiyle, coşkuyla uyanmama yetiyor.

haberler

Her yere o kadar çok şey yazıyorum ki, yeniden kalemi sever oldum. Kağıtlara, defterlere, çocukların defterlerine... Bloga yazacak bir şey kalmıyor pek.

Çılgınca bir telaş, tempo. Sabahın ilk ışıklarında uyanma ve akşam geç vakte kadar aynı şenlik hali. Oyun, eğlence, küçük kardeşle ilgilenme, süt dengeleri, yemek, içmek, şarkılar... Ev sahibimiz, bebek viyaklaması değil, şarkı sesleri geldiğini söyledi bize, pek sevindik tabi.
Burada, evimize on dakika yürüme mesafesinde bir park var. Kocaman bir park, yürüyüş alanı var, havuzu var, tertemiz bankaları var. Hani filmlerde olur ya, anne kitabını okur, bebek arabada sakince etrafa bakar, ya da çocuklar mutlulukla oynar, anne oturduğu yerden onları izler sakince... Hayat şahanedir. İşte tam da o parklardan. Oraya gidiyoruz sıkça. Salıncağa bayılıyor Abi. Kardeş henüz sadece temiz havanın keyfine varıyor. Parkın yanında bir ilkokul. Birden hayaller kurarken buluyoruz kendimizi, işte çocuklar bu okula gidiyormuş, ilk yıllar sevdiceğim ya da ben götürürüm tabi, sonraki yıllar kendileri yürüyerek gidebilir, okul çıkışı bu parkta takılıyormuşuz biraz, sandviçler getirmişim, onları yiyip oyuna dalıyorlarmış. Sonra hoplaya zıplaya ev. Neden olmasın? Şimdiye hayal ettiklerimiz hep oldu. Çocuklara vermek istediğimiz hayat, burada, böyle bir evde, şehrin bu yakasındaydı. Biz hiç site içi ya da şehre bilmem kaç kilometre, ya da o karman çorman semtlerde yaşamak istemedik. Sokak çocuğu olsunlar, güvenli bir yerde büyüsünler, yan komşunun ağacından erik istesinler, sokaktan kedi getirsinler eve, iskelede balık tutsunlar... Yaşadığımız yerde tüm bunlar mümkün.
Kitaplar okuyorum, her bulduğum aralıkta. Zihnim bu telaşta eskisinden de iyi çalışıyor galiba. Mükemmel kitaplar buldum, içiyorum sanki. Yeni yeni hobiler ediniyorum, küçücük vakitlere sığıyor seviniyorum. Leziz çorbalar yapıyorum, eskiden çorba sevmediğime inanamıyorum. Gördüğüm her sebzeden çorba yapabilecek kıvama geldim, kendime gülüyorum. Hala her detayı doktora danışıyorum, bazı şeyler iki bebekli olmaya rağmen değişmiyor.
Bazen üçümüz çıkıyoruz sokağa, işte o halimiz tam komedi. Burada bizi tanıyorlar artık ama uzaklaşırsak biraz, bir bakan dönüp bir daha bakıyor. Bazen turist zannediyorlar, bazen deli sanırım. Yaşasın baby wearing, küçük kardeş slingle bana yapışık, abi ise arabada. "Orada da mı bebek var?" diye soruyolar, evet orada, cebimde, kapşonumun içinde, her yerde bebek var:)
Büyüyorlar. İlki doğumgünü pastasını kestik bir kaç gün önce. Bebeklikten çocukluğa geçiş ilginç bir süreç. Abi artık parktan dönerken mızıldıyor mesela, ben "hayır" deyince bir şeye, dudak bükebiliyor. O dudak bükmesi içime dökülüyor. Kollarını iki yana kocaman açıyor, onu kucaklamamızı istediğinde. Uyurken kendi kendine gülüyor, sabah uyandığında yatağında o incecik sesiyle şarkı söylüyor. Kardeş o ilk üç ayın klasik sorunlarını yaşamaya başladı. Rezene çayı, çeşitli karışımlar içiyor. Hala kundak seviyor. Ama gözler görülür şekilde büyüyor; aldığımız ilk tulumlar küçülüyor. Ayakları bebek kokuyor. Kafasını çeviriyor, gözleri cin cin bakıyor. Ağlaması bir kaç saniye içinde ciyaklamaya dönüşüyor.

Öyle tatlılar ki, ikisini de alıp sonsuza kadar içimde saklayasım geliyor.