Apımbaaah!

Yeni kelimesi bu bebeğimin:)  Evde kendinden küçük bir kardeş var, konuşma konusunda acele etmiyor, hem zaten enerjisinin büyük bir kısmı tırmanmak, zıplamak ve kudurukluk yaratmakla geçiyor.
Bayılıyorum bu kelimeye ve neşeyle söylemesine. “Anneeeaaaa” diye bağırmasına ayrı bayılıyorum, kardeşinin adını söylemeye çalışıyor mesela, âşık oluyorum her ikisine yeniden.
Oyunlar oynuyorlar, birbirleriyle vakit geçiriyorlar, ben ikisiyle de ayrı ayrı zaman geçirmeye özen gösteriyorum. “Seni seviyorum, seni seviyorum” en çok kullandığımız cümlecikler.
Zıpzıp halde Pompik1, tırmanıyor, atlıyor, eşyaları bir yere taşıyıp oradan oraya atlıyor. Müdahale etmiyoruz. Biz ayakkabılarını dolaptan çıkarana kadar, merdivenlerden ikinci kata kadar çıkabiliyor. Korku diye bir şey bilmiyor, ama her nasılsa güvenlikli bir şekilde yere inmeyi başarıyor.
Kardeş çok değişik. Mesela sürekli emmek isteme hali var, yapışmak istiyor, dokunulmak onu sakinleştiriyor hemen. Müzikle uyumak yerine, birkaç kere öpmek uyumasını kolaylaştırmada daha başarılı. Minik gözlerini kırpıştırıyor ve gülümseyerek rüyaya geçiyor. Diş sıkıntısı hala bitmedi, bebeklerin ağrı eşiği bu denli yüksekken diş çıkarmak onları bu kadar yoruyorsa, ne büyük bir acı olduğunu düşünemiyorum bile.
Anlamını bilmiyorum, ne anlamda söylüyor bilmiyorum ama büyük bir neşeyle defalarca söyleyebiliyor:
Apımbaaaa!

gece

Geçen akşam ben uzun zamandır ilk kez çocuksuz halde gece dışarı çıktım. Markete değil, alışverişe ya da çocuklarla ilgili bir şey için değil; konsere gittim. Mfö hem de.
Bu benim için büyük bir şey, çünkü ben bebeklerimin ikisi birden bırakıp bir yere hiç gitmedim. Uyuduklarında iskeleye kadar indim, alışverişe gittim ama hepsi birkaç saatlik şeylerdi ve birinden biri uyur durumdaydı. Çocuklara yine babaları baktı elbette, iskeleden deniz taksiyle uzaklaşırken üçüne bakmak çok şirindi. Uyuyacaklar mı, ne yapacaklar hiç endişe etmedim.
Konser Mfö’ydü işte. Hiç yaşlanmayan, sadece yaş alan adamların şarkıları… Ezbere bildik. En yakın arkadaşlarımdan biriyle buluştuk, çocuklardan konuşmadık hiç, planlarımızdan hayallerimizden bahsettik. Şarkılara bağır çağır eşlik ederken, sanki temize çektim bir şeyleri. Ben o şarkılardan buldum yolumu çoğu zaman, o gece daha da farklıydı. Bu benim her şeye fazlaca anlam yüklememin dışında bir şey… Geçen yaz, yeni evi, yeni işler, ikinci bebek, başka telaşlar, yeni kararlar. Hepsi karar buldu, tamam oldu sanki o gece.
E tabi garipti de, yalnız olmak. Elimi kolumu koyacak yer bulamadım, gökyüzüne, insanlara iki kere baktım, hayata baktım. Gençlere…  Sahiden çok garip çocuklu hayat, yıllardır söylediğim “kovuğunda yaşayan deli” deyimini tam olarak kullanabilirim.
Ve bin yıllık şarkılar, eskimemiş. Sonra kulis, sandıkta biriktirilecek anılar, çocukların adına imzalattığım bir albüm, sımsıkı bir sarılma ve bulut bulut gözlerim…
Ne diyordu şarkı, işte öyle;
“…saçımızdaki beyazlarla daha da güzeliz şimdi.”

yaz vesaire

Blog yazmaktan uzaklaşınca tam uzaklaşıyorsun, garip bir şey.
Çok güzel geldi yaz. Günlük rutinimiz biraz değişti. Babayla beraber çıkıyoruz, kahvaltı, park, yürüyüş… Öğlen güneşi bastırmadan evdeyiz ve o deli sıcaklarda ikisi de uyuyor.
Burası bize çok iyi geldi. Tatil kasabası gibi her yer. Ilık bir rüzgâr var, insanlarda küçük yerlerde yaşayanlara özgü o telaşsızlık, sakinlik… Tek eksiğimiz deniz, Pompik1 küvette oynamayı çok seviyor, şişme havuzla neşesini katmerleyeceğim. Sonra deniz planları yaparız.
Giderek büyüyorlar. İkisi birlikte oyun oynamaya başladılar. Oyun derken, yatıp yuvarlanmak, oyuncakları değiş tokuş etmek ve bolca kikirdemek.  Bazı akşamlar delice yorgun oluyorum, bazen daha sakin geçen günlerde daha az yorgunum. İkisinin de karakterleri birbirine benzemiyor, çok eşsiz ve biricikler.
Ve hep o soru;  “ikisine birden nasıl yetişiyorsun?” Yetişiyorum, elbette bazen zorlandığım oluyor. Ama sorun bebekler ve onlarla ilgilenmek değil. Hala mantıklı bulmadığım ev işleri, evin de yaşayan bir organizma gibi bakım istemesi falan. Buna bebeklerim yokken de yetişmeye bayılmıyordum ve aksıyordu, ya çalışıyordum ya başka meşguliyetler… Beslenmeleri biraz kafayı taktığım bir konu, doğru gıdalar, paketsiz olmalılar, süt şu olmalı vesaire… Gün içinde zamanı iyi planlamamız gerekiyor, boş anlarda hep yapılması gereken bir şeyler var. Baba eve erken geliyorsa şahane mesela. Her şey bir şekilde ilerliyor ama ev normalden dağınık, ütü gibi işler aksak.
Onun dışında, bu en güzel zamanlarında (her zamanları öyle ya) çocuklarımla vakit geçirmek, onlara bakmak, büyütmek… Bunların zor gelen bir yanı sahiden yok. Bir güne ne çok şey sığdırabiliyoruz inanamıyorum bazen. Tahmin ettiğimden daha çok sevdim anneliği ben. Bebeklerimin de zor olmamasını, bir arada oluşumuza, doyasıya vakit geçirebilmemize bağlıyorum.
Son iki yazı hamile olarak geçirmiş biri için, bu yaz ayrıca güzel.  Hava epey sıcak ve ben sıcak sevmem ama yine de şikâyetim yok. Sadece kendi bedenimin ağırlığını taşıyorum, ki bu zamanla azalacak ve sağlığım yerinde.
Üstelik hafifim ben, uzun yıllardır olmadığım kadar hafif.


kedi

BüyükPompik öğle uykusunda. KüçükPompik ayağımın dibinde bir kedi gibi oyun oynuyor. Oyun halısında cıvıl cıvıl. Çok sakin anlar. Öğlen güneşi evin içine dolmuş halde.

Sakin ve güzel anlar, öyle ki insan ne yapacağını şaşırıyor. Bütün sabah oyuncakları ayıkladım, pilleri değiştirdim, düzenledim, kırılanları ayırdım. Mutfağın yarısı buraya taşınıyor. Geçen gün yemek yaparken süzgeci mutfak dolabında değil, oyuncak dolabında aramam bunu en iyi şekilde anlatır sanırım:)

Bu hafta, BüyükPompik'in komik ve punk kahkülüne veda ettik. Artık gözüne giriyordu.

Sonra yepyeni oyuncaklar aldık. Kıyafete evet fazla para vermek doğru gelmiyor ama oyuncaklar, kitaplar en iyi yatırım bence:)

Bu yaz'dan çok ümitliyim ben. Geçen yaz yine hamileydim, çok hamileydim, sıcaktı, sıkıntlıydı. Yine de BüyükPompik için fena geçmedi, pek hissetmedi ama biz epey zorlandık. Bu yıl iki komik adam, bu ev, bahçe, adada bebekleri yüzdürmek, saksılara çiçek ekmek...

Bir sürü planım var.

İlkel

İlkel bir insanım ben. Evlilik kararını da böyle verdim; "seviyoruz, birlikte yaşamak istiyoruz, evet evlenelim". Bunun üzerinden düşündüğümde; çok kolay olmuştu. Karmaşa boğulmadan, sadece bir karar. Ve bunun getirdiği doğallık.

Annelikte de, herhangi bir karar vermem gerektiğinde, yine bu ilkellikle düşünüyorum. Çalışma meselesi en kafa karıştıran meselelerden biri bir çok anne için. Benim için öyle olmadı pek. "Çalışan anne çocuğu özgüvenli, çalışan anne çocuğu bir yumurtayı beşle çarpar, zekidir, çalışkandır..." diye giden cümleler sadece bir teselli benim gözümde. Elbette ki, annenin çalışması bir sorun değil ya da anneliğini azaltan bir durum değil. Bu yazı bu sonsuz tartışmayı başlatan ya da çalışana anneleri hedef alan bir yazı değil. Ve zaten aslında mevzu bu kadar da karışık değil.

Dedim ya, ben kolay karar verdim; "Benim bebeğim, onun annesi benim, ona kimse benden daha iyi bakamaz." Bu bencilce ya da "en iyisini ben bilirim"ci bir yaklaşım değil. Daha ziyade "ben bakmayacaksam neden doğurdum ki"ye yakın. Anne ve bebek arasındaki ilişki çok özel. Siz istediğiniz beslenme listesini hazırlayın ve saatler belirleyin, bebek acıktığında annenin göğüslerinin sızlamasının yerini tutacak bir düzenleme yaratamazsınız. Bunun üzerinden düşündüğümde, evde çalışarak bizim için doğru karara vardığıma eminim. Ben yapamazdım. Yapamam. Akşam kısıtlı zamanlarda kaliteli vakit geçirdiğimle teselli olamam, "ama okula başladığında kalakalırım" diyerek işe koşarak gidemem. Herşeyin en doğalını seçmek modayken, bu tür bir kararda doğaldan en uzağı seçmek garip geliyor.

Yine bu düşünce üzerinden yardım almıyorum. Babayla birlikte bakıyoruz bebeklere. O 9-6 çalışıyor, ben serbest zamanlarda. Gelecek ne gösterir, çalışma düzenlerimiz değişir mi, bilmiyorum. O da esnek saatlerde çalışsa, zamanın birinde kendi işimizin sahibi olsak şahane olur mesela.

Ve tabi, onun verdiği emek "yardım" değil elbette, çünkü onların ebeveynleriyiz. Bebeğin altını sadece anne, baba değiştirmeli bence. O bir insan ve mahremiyeti var. Hayatımıza bir kaç aylığına giren birine bunu emanet edemem mesela. Böyle yazınca radikal duruyor ama değil, psikanalistlerin çoğu bu görüşü doğrular açıklamalar yapıyor. Bir tek anane-babane faktörüne sempatik bakıyorum. Eğer şimdiki nesille çatışmadan ortak bir yolla çocuk büyütebiliyorsa, evet onlarla beraber büyütmek en iyi ikinci seçenek olabilir. Bizim durumumuzda, bu da doğru gelmedi.

Evet tabi, babayla bakma süreci rayına girerken bazı aksilikler yaşadık. Bizde; ben daha titizim ve Baba daha rahat. Bu başta olumsuz gelen bir durumdu, şimdi nihayet faydalı buluyorum. İlk zamanlar benim onaylamadığım gıdalar yedikleri, basit kazalar yaşadıkları oldu, ama zamanla ebeveyn olmayı da içselleştirmekle düzeni bulduk.

Aynı yıl içinde doğmuş iki bebek, hayatımızda yardımcı yok, anne bütün bu telaşta çalışacak vakit de yaratıyor, kendine de zaman ayırıyor. Bu tabloda insanlar muhakkak eksik şeyi bulmaya çalışıyor. Bahaneler yaratıyorlar. Ama anne mutsuzdur ya da hiç değilse bakımsızdır, ama bebeklerin ikisiyle yeterince ilgilenemiyor, aktiviteden aktiviteye koşamıyordur, evlilikleri bitmiştir, yemek yoktur, ev pistir... Bu liste uzayıp gidiyor. Hayır üzgünüm, itiraf etmeliyim aradıklarınızdan hiç biri yok. Ev dağınık tabi, evet :) Ya da evet mesela, doğumdan beri hiç sinemaya gitmedik galiba. Ama bahçemiz var, bebekler uyuyunca orada başbaşa yemek yiyoruz, bu yeterince büyük bir mutluluk oluyor bizim için. Olabildiği kadar işte. Anne her dakika kuaföre gitmek zorunda değil, baba arkadaşlarıyla buluşabilmek zorunda değil, sofrada peçete olmak zorunda değil. Biz bunları bir fedakarlık olarak görmüyoruz.

Verdiğimiz bu emeğin, ailemize katacaklarının harikulade olacağına inancımız tam.

Yılın Beceriklisi


Bana hediye edilen bu Oscar’ı gururla rafa koymakta ve her gün bakıp keyiflenmekte bir sakınca görmüyorum. Evet iki bebekli hayat beceriklilik istiyor, dikkat: iki çocuklu değil; iki bebekli. Araları on ay, biri emiyor, diğeri hala tam olarak konuşamıyor.

Düşünüyorum da; hayat ancak şimdi, yaklaşık son bir aydır düzene girdi. Elbette bir düzensizlik içinde yaşıyor değildik ama çok büyük bir değişim ve ardından gelen adaptasyon süreci nihayet tamamlandı.

Nihayet artık günlük rutinimiz iki bebeğe de uygun bir şekilde oturdu. Yemek, çamaşır, insanı içine çeken ev kuyusu işleri, iş bölümü organize oldu. Zaman aldı tabi, bir süre survivor gibi yaşadık. Bebeğin kırkının çıkması kadar annenin de çıkması gerekiyor, o sezeryan ağrıları, “hamile mode off”a geçiş ancak zamanla mümkün oluyor. Ve erken doğan bebek, ilk üç ay sahi survivor, kilo aldı mı, emdi mi, mutlu derken bence en şahane eşik 6. aya yaklaştığımız şu günler. Evet dünyaya alıştı, evet toparladı, rutin aşılar tamam (kedi gibi oldu ama olsun),  anne kiloların bir kısmını verdi, bünyesi nispeten güçlü, heyheyleri neredeyse gitmek üzere. Budur. Bundan sonrası bence hep daha kolay olacak.

Sabah bir neşeyle başlıyoruz güne, tabi büyük oğlum ters kalkmamışsa. Bazı sabahlar günaydına bile kafasını hayır anlamında sallayıp nida atacak durumda oluyor. Onun dışındakiler şarkı, eğlence. Diş fırçalıyor, yüzünü yıkıyor babayla. Bu esnada diğer Pompik genelde üzerimde kahvaltısını etmekte oluyor. Sonra artık o günkü piyango neyse, omlettir, kreptir, hangi kalorili kahvaltıysa onu ediyoruz. Sabahları seviyorum. Enerji dolular. Bu enerji akşama dek sürüyor ve bir de daha bir şarj olmaları için öğle uykusu, pekmez falan alıyorlar:) Ben ancak türlü vitamin destekleriyle yakın bir güç elde edebiliyor, hiç değilse gün içinde neşemi kaybetmiyorum. Hava müsaitse; ki biz aslında hep uygun kıyafetlerle çıkarız, parka gidiyoruz. Fakat önce uzuuun kar yağışı engel oldu buna. Tek olsa tamam ama iki bebekle, biri arabada, diğeri slingle bana yapışıkken çıkmayı göze alamazdım. Arada bahçeye indik o kadar. Sonra hastalık atlattık ve yine bir müddet çıkamadık. Evdeysek eğlencenin dibine vuruyoruz. Oyunlar, şarkılar, vesaireler. Arada anne yemek yapıyor, yemek yeniyor, süt içiliyor falan. Kısa cümle ama uzun iş, yemek yaparken yalnız değilim, yanımda en az ihtimalle şunlar da var: bacağa yapışan bir bebek, mutfaktaki erzak dolabını salona taşıyan bir kaşif, kucağa alınmak için bağıran bir asi ruh...

Akşama doğru pil bitmeye yakın, tuhaf sesler çıkaran walkmanlere dönüşüyorlar biraz, itiraf etmeli. Anlamsız istekler, akla gelmez oyunlar, itirazlar, arızalar derken... Ve uyku.

İşte bebekli bir annenin en verimli ve aynı zamanda en kararsız saatleri. Uyusa mı, sakince yemek mi yese, acaba yürüyüşe mi çıksa, ay yoksa bir kitap mı okusa, en iyisi ılık bir banyo yapmalı, yok öylece durup boşluğa bakmalı... Ve gün böyle kendi telaşı, gürültüsü, deli doluluğuyla bitiyor.


vakit

Kendime vakit ayırabilmek için gösterdiğim gayret inanılmaz. Aslında bu iyi bir şey, çünkü bunu yapmayınca bir noktadan sonra işler kontroldn çıkıyor ve çok sinirli bir insana dönüşüyorum. Çocuklar küvette oynarken maske, peeling falan yapıyorum mesela. Emzirirken telefondan kitap okuyorum. Ve yeni bir şey; sadece kendi sevdiğim yemekleri yapmazdım eskiden, artık yapıyorum. Somonlu makarna mesela. Benim yerimde olmadıkça bilemezsiniz, o bir tabak makarnayı sakince oturup yiyebilmenin anlamını.

Sürekli kaydetmeye çalışıyorum, çocukların yaptıklarını. Kaydedilmeyen her an, her kelime, her anı üzüyor beni. Sanki uçup gidecekmiş gibi. Onların bu hallerini şimdiden özlüyorum.

öhö öhö

Eve geldik şimdi. BüyükPompik boğaz enfeksiyonu geçiriyor. KüçükPompik mütemadiyen mızmız. Doktordan dönüyoruz, çantamızda ilaçlar, ot kök. Birini ana kucağına, diğerini yatağına koyuyorum. BüyükPompik'in elinde bir limon. Onu inceliyor heyecanla. Mızıldamaları devam ederken ıhlamur yapmaya başlıyorum, evet zencefil de buradaymış. Birden ses kesiliyor. Bir bakıyorum uykuya dalmış, her ikisi de.


Öylece zamanın durduğu anlardan biri. Evin dağınıklığı, pişecek yemekler, bugünün aktiviteleri, saçımın karışıklığı önemini kaybediyor. En sevdiğim ışıkta uyuyakalan iki bebek. Benim bebeklerim. Derin nefes alıyorum, yorgunluklarımı unutuveriyorum.

oyun toplaşması

Öyle hoş geçiyor ki günler, evde çok sıkıldığımız anlar olsa da, ben bu yılı hep cam kenarında çocuklarla karı izleme halimizle hatırlayacağım. Geçen öğleden sonra başlayan karda, evin ışıklarını kapadık, perdeleri açtık ve sokak lambasında kar seyrettik, mandalina kemirdik. Sonraki güneşli hafta sayesinde, büyüyüp mükemmel bir genç hanım olmuş kuzenimle kahvaltıya gittik çoluk çocuk.

Yine de evdeyiz tabi, sürekli bir şeyler geçiyor zihnimden, herhalde vakit olmayacağıı için. Yapmak istediğim ne çok şey var ve onları yapmak için ne kadar az vakit:) Fena halde bir kitap çevirisine gömülmek istiyorum mesela, kanaviçe yapmak istiyorum çocukların odalarına, girişimci ruhum zıpzıp zıplıyor bir yandan ve tabi bütün bunlarla birlikte günlük telaşlar. Evet bazen yetişemiyorum ama aslında iyi idare ediyorum, sadece hep daha fazlasını istiyorum.

Neyse ki, onlarla bir yere gitmek sıkıntı verici değil, yemeğimi yiyebiliyorum, sohbet edebiliyorum. Havalar biraz sakinleşsin çok eğleneceğiz. Ama böyle kendi cinsinden küçük insanlarla nasıl olacağını merak ediyordum, ki bu hafta oldu ve iyi oldu.

Dün internet anneleri mail grubunda kendiliğinden oluşan oyun grubuna katıldık Pompik1'le. Ev sahipleri inanılmaz sakin. Onları tanımlayacak tek bi kelime seçmem gerekse bu olurdu evet; sakin. Aliş çok tatlı bir insan olmuş, saçları çok güzel, minik minik konuşuyor. Annesi fotoğraflarda göründüğünden çok daha zayıf.

Çok garip bu blog olayı, okuyorsun, konuşuyorsun, paylaşımların var ve bazen sadece o kadarla kalıyor, bazen bir kaç adım ileriye taşınıyor. Ben genelde -blogüstü bir arkadaşım hariç- çekimser kaldım, çünkü hayatıma yeni birilerini dahil etme konusunda hızlı davranamam. Belki de bu daha güzel, zamanla demlenen arkadaşlıklar daha güzel. Ve böylesi de çocuklar için bir oyun grubundan daha samimi. Aynı frekansta olduğun annelerle bir araya gelince, bebekler de anlaşabiliyor.

Kapıdan giriyorsun mesela, ilk kez görüşüyor olmalısın ama pek tanıdık, sıcacık, tereddütsüz oğlanı kucağına verip ayakkabıları çıkarıyorsun ve sarılıveriyorsun. Sonra anne kız içeri giriyorlar, sen onların evlilik hazırlıklarını bile okumuştun, öyle tanıdık. Güzel şeyler.

Oğlum pek eğlendi, hiç arıza çıkarmadı, ortalıkta dolaştı, Aliş'in tamir kutusunu binlerce kez doldurdu, boşalttı, ev sahibi küçük adam çok güzel mızıka çalıyor ve oğluma da teklif etti ama o henüz beceremedi. Sonra Nil Hanım'a marakasını verdi ve onun kitabını kurcaladı. Sanırım onunla epey anlaştı. Oyun şarkısını dinledi. Ablaları inceledi. Bir tanesinden kedili bir kitap aldı ve hala kitapla birlikte miyavlayarak geziyor. Arada yorulup kucağıma geldi. 

Tanıştığıma sahiden memnun olduğum annelere ve oyun grubununu cici bebeklerine çok teşekkür ederim. E hadi bir daha ne zaman:)?

iyi ki'ler

Yeni yıl sahiden mis geldi. Bir sakinlik, bir güzellik. Akord tam da olmuş gibi.

Ama hani olur ya, insan bütün gün koşturur ve oturunca anlar nasıl yorulduğunu. O an belinin ağrıdığını fark eder örneğin. İşte onun gibi. Pek de oturduğum yok aslında, kastettiğim farklı bir şey. Herşeyi günlük telaşıyla ilerlerken bütün bu huzurun içinde durup hatırladığım kısacık anlar, kırgınlıklarım, endişelerim. Öylece gülerken, yemek yerken, o kısacık anlarda fotoğraf gibi geliyor gözümün önüne. Pıt çıt seslerle. Hafif buğulanıyor camlar ve geçiyor hemen. "İyi ki"ler hep çok fazla. Yoluna unutmadan devam etmek de öyle güzel ki.

Bu arada komik bir sabah yine, büyük kardeş kitapta kedileri gösterip sesini incelterek miyavlıyor, küçük kardeş bizim müzikle dansetmemize bakıp kikirdiyor. O kadar haylaz ki Pompik1, odalarına aldığımız raflara tırmanıyor, duvarın öbür tarafına geçmeye çalışıyor. Pompik2 kendisiyle konuşulduğu müddetçe pek mutlu, evin kendi telaşı onun için yeterli bir eğlence oluyor. Abisinin ısırmak, çekelemek gibi sevgi gösterilerine de alıştı artık, ağlamıyor. Hava kapalı bugün park yok. Öğleden sonra için bir eğlence bulmalıyım. Ben bu iki minik adamın annesi olmayı çok seviyorum, onlara şarkı söylemeyi, oyun oynamayı, popolarını temizlemeyi, hepsini.

Şimdi ikisinin de uyuduğu kısa anlardan, ben biraz kelimeleri kovalayayım.