ikibin9




Yeni yıl benim için, fotoğraf dosyalarımda yeni bir klasör, yeni bir moleskine defter demek.

Ayak izlerimin altına yeni bir tarih atmak, böylece daha kolay hatırlamak demek.

Çok güzel bir yıldı bu yıl. Bu son zor haftaya rağmen. Hani bir daha yaşarım kabilinden. Ama geçtiğimiz 793 gün -ben saymadım sayaç var- zaten hep öyleydi. Daha önce de, dediğim gibi, her biri bir diğerine benzemeyen güzellikte inciler gibi. Ama kutularda saklamadan, takıp takıştırıp gezerek incileri, elmasları.

Bütün bahaneleri, kutlama sebeplerini, her günü bir şölene dönüştürmeyi seviyorum. Güzellikleri bile bile abartmayı, kedilerin bile doğum gününü kutlamayı, hiç yoktan keyifler icad etmeyi. Yeni yıla kanmayı. 1 ocak gününün bugünden farklı olacağına inanmayı. Gelecek her günü umutla ve neşeyle karşılamayı.
Yeni yıl için istediklerim aslında 2008dekilerden yine yeniden,
Öpücükler, güzel yemekler, sofralar, mumlar, çiçekler,
Yine cici elbiseler, saç örgüleri,
Kitaplar, filmler, sokaklar,
Sokaklar için pek çok ayakkabılar,
Seyahatler, kısa, uzun, planlı, plansız, her şeklinden,
Havada görülen leylekler,
Çok ve yeni kelimeler,
Zihin açıklığı,
Mor ve kırmızı yünler,
Balonlar,
Çilekli dondurma, her mevsim ama,
2'şerden 4 tekerlek,
Onyüzbinmilyon fotoğraf,
Milka çilekli çikolata
Bir kaç yeni mobilya,
Vapur yolculukları,
Güzel işler,
Rengarenk ojeler,
hihi bunlar sadece şimdilik aklıma gelenler.
fotoğraf: ekimikinbin8






Bugün kar yağsın.

Yollar kapansın.

Bizim kapının önü açılamayacak kadar yükselsin kar.

Biz de evde mahsur kalalım. Evden sadece kar topu oynamak için çıkalım hepsi bu.

Ben bu sabah yürüyüş yaptım, soğuk hava yüzüme değdi, ferahladım, sonra markete uğradım, hem aldıklarım bizi bir müddet idare eder.
Pencerenin kenarındayım şimdi, çiçeklere bakıyorum, bir de güneşe. Hava şu an ışıl ışıl ama buz gibi, çok güzel, kar yağsa kesin tutar.

Kar yağsın. Tatil olsun. Bu zorunlu tatil de, yılbaşına kadar uzasın.
Sonra çıkarız kar topu oynarız ama onun dışında evde kamp yaparız, yeni yılı karşılarız.




hiyu!

Harika bir gün.
Bir haftalık ev kampına bir mola.

Önce kuaför, sonra Beyoğlu, bir süredir görüşülememiş yakın bir arkadaş, tiramisu, kahve, keyif ve gevezelik gevezelik gevezelik.

O an karar veriyorum, haftada bir günü kendime tatil ilan edeceğim.

Sonra kalkıyoruz, keyif bulaşmış üzerimize, gülümseyerek yürüyoruz İstiklal'de.
Mephisto'ya giriyorum ben, en sevdiklerimden, bir diğeri de Robinson Crusoe, 389 numara hani.
Bir süredir yazılarını okuduğum, kitabını deli gibi merak ettiğim ismi söylüyorum raflarda bulamayınca,

Ece Arar'ın son kitabı var mı?
Bakıyor kız bilgisayardan, gülümsüyor sonra "Çocuk sahibi olmak için 40 bahane" mi?
Ah evet o işte.

Yürüyorum, ışık harika, ikindi ışığı mayıs ışığı, bir kaç telefon konuşuyorum, iyi haberler alıyorum, sevgilimin sesini duyuyorum. Eve dönecektim, hop karar değiştiriyorum, sevgilimi göreceğim, iş yerine birden bire.

Karşıya geçmem gerekiyor, yol boyu kitabımı okuyorum, gülüp duruyorum yer yer, bazen gözlerim doluyor, nefret ettiğim trafik hoşuma bile gidiyor.

Bıyık altından gülmeyin lütfen, kitabı bu niyeti körüklesin diye okumadım, "bir kitap okudum hayatım değişti" değil, sadece çok, çok merak etmiştim. Ve sadece anne hallerini, delilikleri anlamak için okunabilir. Hakkaten çocuklu çiftlerin bize bakışlarını, "gerisi boşmuş biliyor musun?" hallerini kitabı okuyunca anladım ve bayıldım. Çocuklu insanların dünyasına bir bakış. Anneler gezegenine bir gezi. Maddelerin her birine, klişelere, gözlemlere, en zor zamanların bile kendi içinde ne kadar eğlenceli ve apayrı bir dünya oluşuna ve yazarın gözlem gücüne bayıldım, döne döne okudum.

Sonra vapur, ton balıklı sandviç, sevgilinin eli, sevgilinin kokusu, gün içinde yaşananları paylaşmak, yürümek, yürümek, vapura binmek, eve gelmek ve iyi ki eve gelmek, her gün giyinip hazırlanıp gitmek zorunda olmadığın bir işin olmayışına şükretmek. İş kostümünde sınırsız özgürlük, sevdiğin elbiseler, rengarenk çoraplar, keyifle ve mutlulukla kendi çatın altındaki iş gününe hazırlanmaklar...

oh be!

2 gündür peşimi kovalayan baş ağrım gitti,
sanki mayıs sabahına uyanmışım gibi,
güne mutlu ve hafif uyandım,
bütün sayfalarımı bir çırpıda çevirebilirim, çıtır çıtır yiyebilirim,
zihnim öyle açık,
öyle, bilgeler kadar huzur dolu ve sakinim
hey ben on kaplan gücündeyim.

Bu arada, evdeki minik ekranım, büyük ekran tv oldu, bir gecede büyüdü, akşama 17 Aralık keyfi var, huzurda olmayı anmak var, özlemek var, kitaplara gömülmek var.

Oh!

keşke her gün tatil olsa

Bana her gün tatil aslında, ya da tatilde bile çalıştım mesela, keyifle.

Ama onun sürekli evde olması, akşam yemeklerini beraber planlamak, çoğu zaman hazırlanmasını ona bırakmak, bir adım ötemde olması, meşgul olduğum şeyden başımı kaldırınca, aşık olduğum gülümsemesini görmek... Hiç dışarı çıkmak istememek. Evin bizim için bütün evren oluvermesi, beraberken. Gece gündüz aldırmadan, hangi günde olduğumuzu farketmeden, sakin sakin. Sıradan şeyler yapmak. Kocaman günü, geceyi ardarda paylaşmak. Uzun kahvaltılardan her sabah edebilmek. Salona hoop koca bir yatak oluşturup maaile, kediler ayak parmaklarımızı ısırırken uyuyabilmek.
Şimdi ekrandan kafamı kaldırınca seni görücem gibi geliyor, yine karşımda, o yüzden hiç kaldırmadan akşama dek çalışsam daha iyi...

Not: Disko Kralı, 90'lar özel programı çoook keyifliydi. İzlerken saate baktım bir an, gece yarısını geçmiş, o saatte uyanık kalıp televizyon seyredebildecek kadar büyümüşüm meğer. O an farkettim, hehe.


Çanta hazırlama, küçük hafif pek az şey, hop yolculuk, zor, bir bindik, iki çocuk ve tıpkı chucky'ye benziyorlar, katil bebek, ses gücüyle insan öldürebilirler, çığlık çığlığa yolculuk boyu, neyse hooop geldik, aa kapının önünde ne var, motorsiklet, binebilir miyiz peki, e siz geleceksiniz diye burada zaten, oh ne ala, o zaman binelim, gezelim, lim, lim, lim, bayram kıyafeti mi, peh, o da ne, hava soğuk ama üşümez misiniz, üşümeyiz, dere tepe düz gezelim, arada durup el öpelim, fotoğraf çekelim, avaz avaz şarkılar, bir de güneş gözlükleri, gülelim, gülelim, hep gülelim, çorapların ne değişik senin, ne rahatsınız, istanbul nasıl, burda hep aynı, kurban eti şifası, hiç değilse bir lokma, ne güzel, aaa kırmızı biber, ama ne çok severim ben, aaa bahçede ateş, aaa tulumba, bununla su mu çekiyorsunuz, aaa yumurtalar bu tavukların mı, şaşırma halleri, keyif, keyif, sımsıkı sarılırım sana, dur bakalım kendi fotoğrafımızı çekebilir miyim, aa çektim, pek güzeliz ya, sevgilim peki ya ben kullanabilir miyim, öğretirim sana ben bebeğim, ciddi misin ama arabalar gelirse korkarım, tamam sakin bir yerde gösteririm, aa bu hareket edio, aaaa gidiyoruuuzz, dur kornaya basıcam göster bana, görsünler, bakın biniyorum, hey ben kullanıyorum, ayyyyy, harikasın sennn, evet hayatım hareket ediyor, çok güzel ya, çok güzel ya, heyt geçirdiğim en güzel bayram bu desem abartmış olur muyum, bilmem, iyi ki geldik, yaşasın yaşasın, yeni moda tabirle organik gıdaları yüklenelim, evimize dönelim, evim evim güzel evim...

maharetabla

Ben o teyzelerden değilim, o ablalardan.

"Bayram temizliği" insanlarından değilim, olamadım, olamayacağım. Bayram geliyor temizliği mantıksız geliyor, bünyeme mantıksız geleni yaptıramıyorum kendime, bahar temizliği bir derece, değişen iklime uygun giysiler çıkacaktır falan. Ama evin zaten temizdir, olmalıdır, misafir gelecek diye bu havalanma nedir? Kendini parçalamak neden? Bi' sakin olun ya.
"Evlenince anlarsın" derlerdi, anlamadım, hala.
Ramazan alışverişini anlamadığım gibi. Seferberlik ilan edilir gibi marketlere koşmayı anlamadığım gibi. Bayram diye kuaföre koşanları anlamadığım gibi. Kredi kartına sayısız taksitle gardrobunu dolduranları anlamadığım gibi. Bunun bayramı yaşamak olduğunu zannetmiyorum. İnanmıyorum. İsrafın, gösterişin, abartının emredilmediğini iyi biliyorum.
"Misafir tabaklarını" "vitrin"de saklayanlardan da olmadım. Vitrin diye bir saçmalığın varlık nedenini anlamam mümkün değil, kuyumcu muyum ben vitrinim olsun? Minibüs şöförü mahalli gibi bir şey bence vitrinlerdeki danteller... Sadelik diye bir şey duydunuz mu?
Sonra o maharet ablalardan da değilim ben, olmayacağım, hani deryik'in de deyimiyle "hobileriyle gerenler"den. Hayatını anlamını boncuklarda arayanlardan. "Su böreğini kimse benim gibi yapamaz"lardan. Kadın günlerinde yemek tarifi yarıştıranlardan.
Kınamıyorum onları, hatta yıldızlı pekiyililer onlar. Hani saçları sımsıkı örülü, tek teli bile dağılmayan, yakaları ütülü çocuklar onlar. Yaramazlık yapmaz onlar, öğretmenin biriciğidirler, hiç bir aşırılıkları yoktur, vasattırlar hep, "hanımkız"dırlar.

Bence yeryüzünün en sıkıcı insanları olmaya adaylar.




Gece, yani sabah 7'de yatarak yapmam gereken kısmı, nihayet bitirebildim. Sayfalar dolusu şeyden sonra hala düzgünce, laboratuar yazamayışımı Yaratıcı'nın bir şakası olarak görüyorum.

Su gibi geçiyor zaman, bu haftayı hiç anlayamadım, günleri unutarak çalıştım.

Ama çok mutluyum. İlmek ilmek kelimelerle örerek bir şeyler yapmak var. Özgür olmak ve çok çalışmak var. Yaptığın şeyden tatmin olmak var. Yaptığın işi, keyifle yaptığın yemekler, ördüğün atkılar gibi boynuna dolamak var.

Dün gece uyumadan önce bunu düşündüm, herkesin kendi bildiğince, secret, karma, çekim yasası falan dediği o şeyi ta içimde hissediyorum ve allah'a şükrediyorum. Hep farklı oldu, şu ana kadar, okulum bile. Hep cesaret isteyenleri seçtim, gözümü karartmam gerekenleri, öyle oturup beklemedim. Ve ardında hep çok güzel bahçeler oldu. Şimdi, herşey yine tastamam hayal ettiğim gibi, hani resmini çizsem bu kadar olmazdı. Çünkü bir de pasta üzerinde çilek kıvamında "bu da bizden" güzellikleri var.

Sürekli aklımda yazmak, kelimeler var her tarafta, üstüme başıma bulaşıyor ama zaman izin vermiyor.

O sırada, açıklanamayan insan halleri 101 isimli dersten bir ünite. Farkettim ki, ben gerçekten kozamda yaşıyorum, istediğim insanlarla, fazlasına değmeden ve zarar görmeden. Bu yüzden o bildik berbat insan hallerini anlayamıyorum, iyi ki. Bu korunaklı dünyayı çok seviyorum.


Sonra bir gece beyoğlu, yürü, keyifli bir yemek, günler sonra gökyüzünü görmek, sonra kelimeler, kelimeler, kelimeler...




Şimdiyse, kısa bir mola, yeni çalışmaya başlamadan hemen önce. Evde bir kaç minik düzenleme, artık oturan yeni düzenim için. Ve bir yolculuk.

Çanta hazırlama keyfi, ki bence dünyanın en eğlenceli şeyi. Onunla sadece yola çıkmak bile başlı başına bir güzellikken. Nereye olduğu önemsizleşiyor yolculuğun, onunlayken.

Bir kaç ütü, Tbox yolculuk yastığım nerde onu bulmalı, ne giysem ne giysem karar vermeli, bir "yolculuk kitabı" seçilmeli, pabuçlar temizlenmeli, olabildiğince hafif bir çanta hazırlanmalı.





iyi ki

iyi ki doğdun,
iyi ki doğdun da benim oldun.
iyi ki
iyi ki
iyi ki.

senin doğum günün yüzünden, kasım ayını seviyorum ben. günlerce kutlamaya bayılıyorum.
iki yıl önce, bir elim kalbimde, diğer elimde süprizlerim, çıkarken merdivenleri hissettiğim heyecan ve mutluluk hep arttı.
nefesim kesilirken, kalbim yerinden çıkacakmış gibiyken, bu kadar coşkuyla bir varlığın doğum gününü ilk kez kutlarken, ben büyü bozulacak mı korkarken, sen kırılacak bir kristale bakar gibi bakarken, aşkı döke saça, saklamadan yaşarken, üstümüze başımıza bulaştırırken, ve gözlerin kocaman açılmışken süprizimle...
ben bir dilek diledim ve o günden beri hep aynı dileği dilerim.

30 yaşın en çok yakıştığı adam,
mor çakmaklı gezginim,
sevgilim,
nice yıllara,
seni çok seviyorum.
Hava leziz. Serin, güneşli.
Ben evdeyim günlerdir, belgesel izleyip anlatan lüzumsuz insanlardan biri olmama ramak kaldı, çevirdiğim metinler suyla çalışan arabayı anlatıyor, rüyamda bile ucuz yollu hidrojeni nerden bulurum die kafa yoruyorum. Sayfalar dolusu. Malumatfuruş insanlar vardır ya etrafımızda, onlar için bunlar sanırım. Birikmiş ütülerim var, kırışıkların üstünden geçerken, yeni kelimeler düşünüyorum kullanabileceğim. Yaptığım hiç bir şeyin kıyısında kalamıyorum ben, her tarafım, her yönüm o iş oluyor, o işten ibaret kalana dek gidiyor bu...

Bu arada ara verdikçe fındık kırıyorum, basbayağı fındık. Sonra onlardan fındız ezmesi yapıyorum, o kadar lezzetli ki, zeka da mı açıyor nedir, bir kaşıkla onu lüp lüp lüpletiyorum.
Benim en can arkadaşım, ameliyat oldu.
İçinden bir parçayı aldılar, annesine verdiler.
Böbreğini...

Hepimize acayip bir deneyim yaşattı, bir ders öğretti. Küçük bir kız o, ama içinde gördüğüm en güçlü kadın saklı. Matruşka bebekler gibi. Ama hani sahiden "gözünü bile kırpmadan"... Sahiden kahraman gibi.
Onunla gurur duyuyorum ben, böyle herkese anlatasım geliyor, "benim arkadaşım var yaaa..." diyerek, cesaretine, fedakarlığına ve bunları doğalca yapışına, o ağır ameliyata ve sonrasındaki ağrılara bir tek defa "uf" bile demeyişine hayran oldum. Bizler ondan daha çok korktuk zaman zaman sanırım.
Odasını balonlarla süsledik, hep güldük, neşeyle, harika bir enerjiyle bu zor deneyimi atlattık.
Anne kız dinleniyorlar şimdi, çok mutlular...
Bebeklerimin yuvadan uçma zamanları geldi. Artık annelerine ihtiyaçları yok.

Sahiplenmek isteyeniniz varsa, benimle irtibata geçebilirsiniz.

Tuvalet eğitimleri ve mama alışkanlıkları kazandırıldı.

mormermaid@gmail.com

arı vız vız vız

Bir haftada ancak sistemimi oturtabildim. Evet çok zevk alıyorum ama çalışmam gerek diye bir ses var içimde, susmuyor. İşin başına oturana kadardır benim sorunum daima, karar verdim mi yapmaya, tamam çorap söküğü gibi olurum, harika verimli gider her şey, ama önce başlamam gerek. Sonra saatler sürer, çok kısa molalarla.

Biriken ütülerim bir yanda, biriken sayfalarım diğer yanda. Hızla karar vermem gerek. Planlı olmam gerek. Ev düzenli olmazsa çalışma da verimli olamıyor. E ben de düzen prensesi sayılmam doğrusu pek. Düzen severim düzenlemeyi sevmem:) Asmalı Konak tekrarları izliyordum, 2-3 ay önce, o zaman bir ara mutfağa girip "kızlar ortalığı toplayın malzemeleri hazırlayın birazdan yemek yapacağım" diyesim geliyordu. Oh birisi arkamı toplasa sürekli dünyanın en çalışkan arısı ben olurum zaten.

Ama güzel yanları daha bir çok. Ev ev ev ev. Güvenli, sakin, sıcacık, benim...
Mumlar, sevdiğin elbiseler, bazen müzikler... Gürültü yok, tahammül etmek zorunda olduğun insanlar yok, stres yok.

Not: 20lik diş nedir, neden ağrır, neden haftasonuna denk gelir, neden saatlerce sürer geçmez, neden neden neden bilen var mı?

karavan





Hayalimdeki işi buldum mu ben sahiden?

Evdeyim, tıkır tıkır zihnim ve klavyem çalışıyor, çalışıyorum, yoruluyorum, dinleniyorum, kelimelerle oynuyorum.

Bir mola verip yemeğime bakıyorum, hop bir de kahve yapıyorum kendime koca fincan, iki satır kitap okuyorum, bir kaç ilmek örüyorum, sonra yeniden çalışmaya dönüyorum. En sevdiğim kazak üzerimde, parmak uçlarım mor, burnumda yeni yıkanmış çamaşırların kokusu...

Akşam sevdiceğim geliyor, yorgun oluyorum ama bitkin değil ve fazlasıyla mutlu, huzurlu.

Evde çalışmanın da zorlukları var tabi, bir disipline sahip olman gerekiyor, arkadaşların "ya akşam yaparsın bir kahve içelim beraber" demelerine karşı koyman, ne olursa olsun erken uyanman, güne güzel ve dinç başlaman, seni bekleyen ev işlerine öncelik tanımaman, düzenli bir çalışma ortamına sahip olman...

Çok gerekmedikçe dışarı çıkmıyorum. Sevdiceğimle yaptığım gezintiler hariç. Diğerlerini istemiyorum şu sıra.

Hem evimi karavan gibi kullanabiliyorum ben, canım nereye isterse oraya çekiyorum...
"sonunu düşünmeden duygular sarınca beni
bulutların üstünden bıraktım ben kendimi"

Sevgilim,
Ne söylesem eksik kalıyor, içimde ne çok şey var anlatacak ama ne kadar az kelime onları anlatmaya yetecek...

İyi ki varsın, iyi ki hayatımdasın, iyi ki benim sevgilimsin.

Sayıyorum, yazıyorum, fotoğraflıyorum, ayak izlerini kaydediyorum, anıları biriktiriyorum ya ben,

Bugün 2 yıl bitti. Yarın seni kendim uyandıracağım ilk sabahın üstünden 2 yıl geçti... Sonraki sabahlar hep beraber uyandık, söz verdiğimiz gibi... Her saniye için, her sabah ve gece için ve ikisinin arasındaki zaman için, nefesin, sesin, kokun için, aşık olduğum adam olduğun için, ve aşkımın karşılık bulduğu adam olduğun için, beraber yüzdüğümüz deniz için, hasta olduğumda baktığın için, şımarıklıklarıma katlandığın için, olgunluğun, serseriliğin ve ikisini dengeleyişin için, "bak seen" deyişin için, her gördüğümde bana yaşam sevinci veren gülümseyişin için, mükemmel doğum günü hediyem için, bembeyaz ev için, kedileri doğurturkenki cesaretin ve beni de yavrulamak konusundaki cesaretlendirişin için, tabağından yememe kızmayışın için, hep rahat koltuğu bana bıraktığın için, gece korkunca sabırla sakinleştirdiğin için, oturup yazmaya kalkınca buralara sığmayacak bir sürü şey için, özetle iki yıldır yaşadığımız mucize için teşekkür ederim.

Nice 2bin, on2bin, 2milyartrilyon yıllara,
daima elele, birlikte,
hep artan bir aşkla,
sonsuzluklara...


-Seniseviyorumseniseviyorumseniseviyorumseniseviyorumseniseviyorum-

wanted

Sex and The City tüm sezon dvdlerini, kısa bir süre için (bir hafta kadar) bana ödünç verebilecek gönüllü aranmaktadır:)

Karşılığında, pati izi, gor gor, kedi tüyü ve fotoğrafı verilecek ve geri alınmayacaktır.

-happy birthday-

İyi ki doğdunuz deli kediler!

Oyuncu bebeklerimiz doğalı, bugün bir ay oldu...

kalpkalpkalpkalp


-tarçın-


-çerez-


-sakız-




"...denizin üstünden giden tekne dediğimiz şeyler..."

Hülya Avşar Türkmax'taki programında bu cümleyi kurdu.

Konuk olarak aldığı "Kürt kızına"...

İşte soruyor tam bir Tayfun Talipoğlu tavrıyla, televizyonda gördüklerine özenmiyor musun, kız açıklıyor "hayır alkol kumar gibi şeyler görüyoruz, onlara da özenmiyorum", hatun üsteliyor bu kez, "ne bileyim hiç yok mu özendiğin şeyler, mesela denizin üstünden giden tekne dediğimiz şeyler..." ah evet denizin üstünden giden şeylere tekne diyoruz değil mi? Aşağıdaki kelimeleri cümle içinde kullanalım lütfen: vapur, gemi, sandal.

Gecenin bir vaktiydi ve uyuyan sevgilimi de uyandırmaya kıyamadım bunu duysun ve gülsün diye.
Daha ilginci az sonra oldu zaten, Hülya Avşar, kızla bildiği "kürtçe" kelimeleri paylaşmaya başladı. Ben de kürdüm aslında falan muhabbeti, "benim de annem namaz kılıyor" hoşgörüsü gibi.

Bir saniye, kaç yıl önceydi hani tabak çanak fırlatıyorduk bu tür durumlarda şaşırdım, Hülya Avşar kızla gayet kürtçe şarkı söyledi, oysa biz değil miydik "yeni albümümde kürtçe şarkı söyleyeceğim" denince birden deliren topluluk? Büyük Türk düşünürü Serdar Ortaç ne derdi acaba, "hayat beni neden yoruyorsun?" falan herhalde... O kakofonik koro, gene memleketim şarkısını söylesin hadi gene.

Kabussunuz.

Bu arada:
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=YazarYazisi&ArticleID=905191&Yazar=ORAL%20ÇALIŞLAR&Date=26.10.2008&CategoryID=97
Aynen devam etmek için:
http://ultrareach.com/

Mucize bir program, yorum yayını, bloggerın tüm özelliklerini eksiksiz kullanabiliyorum, öyle ki bir an kendimi yasaksız, sansürsüz bir ülkede bile zannedebilirim:)

burdayım

Ben çok güzel bir gün geçirdim, onu yazacaktım.

Zannettim ki, internetimde sorun var, başımızdakilerde sorun olduğunu unutmuşum bir an.
Sonra Deryik söyledi de haberim oldu.
Şaka gibi.
Çok kötü bir şaka gibi.

Ben taşımıyorum bir yere kendimi, köşe kapmaca oyununda yokum. Wordpress de kısa bir süre önceye dek sansürlüydü zaten. Hop oraya hop buraya, bu yasağa uyamam, çünkü mantıksız. Okumayan okumayabilir. Sorun değil, burdayım gitmiyorum. Hem "demokrasilerde çareler tükenmez" ya, ktunnel benzeri çözümler var.

Tek güldüğüm şu, sansürler, ölümler ülkede neleeer neler olurken, hiç umrunda olmayan kayıtsız bir kitle var ya, nihayet onları da etkileyecek bir şey oldu, belki farkında varırlar bir şeylerin kim bilir.

Yani hala da idrak edebilmiş değilim sahiden.
Ama neye şaşırıyoruz ki bu kadar, çok uzak değil, sobalarda kitapların yakıldığı, yasakların her türlüsünün yaşandığı dönemler, ortam dijital sadece ama zihniyet aynı.

Söyleyecek çok şey var.

öfkeöfkeöfkeöfkeöfkeöfke

oh

Evde ilk haftam müthiş geçti.

Çekmecelerim düzenli, pencere önü çiçeklerim mutlu, mutfakta hoş kokular...

Vakitsizlikten yapamadığım ne çok şey varmış meğer.

Tamamen dinlenerek geçen bir haftanın sonunda, evde ders verdiğim sakin, hoş, rahat, telaşsız kitleme kavuşuyorum yeniden. Bu en sevdiğim çalışma hali. Mutlu olduğum şeyi yapıyorum ve hatta unutup şaşırıyorum, ödeme yapıldığında.


Öfke biriktirmemeyi öğrendim içimde.

Patron kişisinin, nerde olursa olsun, hangi konum, hangi dünya görüşü, hangi hal üzere olursa olsun, temelde birbirine benzediğini öğrendim. İlk kez olduğu için biraz sarsıcı bir dersti ama olsun.

Emeğinin üzerine bir bardak soğuk su içmeyi bir de...

Ama değdi. Değiyor. Bu huzur hali için kesinlikle değiyor. Gün içinde ne istersen giyme özgürlüğü, stressiz hal. Cildim bile kendine geldi. Ben anladım ki, "çalışan anne" olamam hiç bir zaman, olmayacağım. Otorite bana göre değil bir kez daha anladım. Kendi halime bırakıldığım halim en sevdiğim. Ve en verimli olduğum.

Bu süreçte yanımda olan sevgilime minnettarım. "Ben demiştim" demediği için en çok. Kararım ne olursa olsun desteklediği için. Hak verdiği için, dinlediği ve teselli ettiği için.

Evet O demişti, suistimale ne kadar açık olduğunu ve iyi niyetin sonucunun böyle sonuçlanabileceğini... Ama onun geçtiği sınav, bana kanaat notu olmuyor, yaşayarak görüyorsun.

Sevdiğim bir arkadaşımla, öğle üzeri kahvemizi içtik az önce, hala bebek görmeye gelenler var, bu kez armağan en sevilenden bir paket kuru mama, o gitti şimdi, ben bu satırları yazıyorum ve mutfağa doğru yol alıyorum, keyfimce bir şeyler pişirmek için...

out of work

Bugün öğlen 3 itibariyle, işten ayrıldım.

Benim kısacık ömrüm için uzun bir süre teşkil eden bir yıl süresince, her sabah gittiğim, alıştığım, emek verdiğim yerden ayrıldım.
Çekmecede kalemlerimi, askıda şalımı, dolapta elma çayımı bıraktım.

Elimi kolumu sallayarak çıktım. Çantamı bile almayı unutarak:) Evet oldukça komik aslında ama o an, taksiye atlayıp kuzenimin iş yerine giderken gözlerimden gelen yaşlar neşeden değildi elbette.

Ben ardıma bakmam pek, gitmekten emin olmadan gitmem. Aniden almışım gibi görünen kararlar, içimde ağır ağır demlenir, kimse farketmez. Ben bu kararı uzun zaman önce vermişim meğer, vakti bugüneymiş. Hooooop çıkıverdim bir öğlen.

Yepyeni bir sayfa açılıyor şimdi. Tertemiz ve dingin günler, sakin sabahlar, öğle uykuları, ekmek kokuları, akşam yemeği telaşları, günün her saati istediğini giyme özgürlüğü, kalabalığa çıkmaktan azad olma hali...

Ben acayip hafifledim.
Paris, je T'aime'i izledim geçen akşam Digi'de. (Sevgilime bin teşekkür) Film 18 kısa filmden oluşuyor. Sadece Isabel Coixet için izledim diyebilirim ki, kendisini My Life Without Me isimli filmden hatırlayabiliriz. Harika bir kadın yönetmen. Hiç sevmem, mesleklerin başına ekleniveren, kadın sıfatını, kadın yazar, kadın bilmem ne ama, Isabel hanım'ın yönetmenliğindeki filmler bence kadın eli değmişliğiyle farklılaşıyor. O filmde mesela, hikaye tanıdıktır, kanser olan genç kadın, hayatının sonu, çocukları ne olacak falan ama konuyu öyle naif, öyle göze batmayan, öyle altını çizmeden ele alır ki, hafif hafif. Senaryoyu geçtim, kamera hareketlerine, montaja, müdahale etmez gibi dururken yapılan müdahaleler... Doğal, doğal, doğal. Ama kastettiğim, karanlık iç mekanlar ve el kamerasıyla çekilmiş izlenimi verilen film sahneleri değil. Okulda onu bekleyen kız çocuklarını düşündüğü an, çamaşırhanede uyurken, gece boyu onu izleyen adamın sabit kamera ve yumuşacık geçiş efektleriyle onu bekleyişi, liste alıp da yaptığı an, yazdıklarını ekranda izleyişimiz, hastalığını öğrendiği an duyduğumuz o ses ve filmin sonunda gene o ses, kızları için doldurduğu kasetlerde söyledikleri, gibi gibi bir milyon kadınca detay...

Paris, je T'aime ise, süperello bir film kesinlikle... Benim takipçisi olduğum Coixet'in dışında, Godard, Johnny Depp'ten de filmler var ki şahane. Bir de Gerard Depardieu, Natalie Portman da filmden aklınızda kalacak yüzlerden...

İstanbul için benzer projeler, neler neler yapılabilir hayali bile heyecanlandırıcı. Sokaklarda dolaşarak, mini mini hikayelerle... Ah bir kaldırım yapmaktan başımızı kaldırıp, sanat yapabiliyor olsak...

Üstelik ne de yakışır İstanbul'a, zira "İstanbul'u sevmezse gönül, aşkı ne anlar?"

crazy about Lush

Ya böyle bir şey yok, kokulaaar, kokulaaar, kokulaaar, nasıl de iştah açıyorlar... Ben ki alerjik bünyeyim, ben bile bayıldım.
Bayıldım bayıldım hastasıyım.
Zaten kullandığım kozmetikler, hep doğal ürünlerdir, bu benim için önemli sahiden.

Bayramdan önceki günlerden biriydi, öylesine gezinirken giriverdik Lush'a sevgilimle. Yok internetten almak yetmez, gidip her bir naneye dokunmalı, -gene de temkin iyi olabilir, dokunulan her şeyi gaza gelip alma olasılığı çok yüksek- tek tek denenmeli, oh hepsine bulaşmalı, karnınız açsa falan dikkat edin amanın yenilesi şeyler var.

Bir dolu şey aldım ve kullandığım süre boyunca acayip memnun kaldım hepsinden. Harika ürünler, muhteşem kokuyorlar ve gerçekten de işe yarıyorlar. Şimdi en çok banyo köpüklerini meraktayım. Acayip hem de.
Body shop haltetmiş, aldığım hiç bir üründen memnun kalmadım, sadece öylesine alınmış kokulu ürünlerini sevdim. Cilt ürünleri falan berbat.

Body Shop sucks, Lush rulez.

Tek sorun, yanılıyorsam düzeltin lütfen ama, neden o koyduğunuz mini kaplar plastik? Hani çevreye duyarlı olma kaygınız var diye soruyorum.

Bu arada, bebeklerim her gün harika pozlar veriyorlar, günden güne büyüyorlar, her anımız kartpostallık, ama sürekli bahsederek burayı anne-bebek bloguna çevirmekten korkuyorum.
Gerçi öyle bir durumda da, ben çok beter abartırım bunu da tahmin etmek zor değil, abartmak benim karakterim:)

kitten




Cillop bir dinlenceydi son günler.
Keyif keyif.

Bebek görmeye gelen bile oldu:) Ellerinde mamalar, tavuklar...
Miniklerimiz biraz daha büyüdü.
İnanılmaz sevimliler, hala gözleri kapalı, biraz ses çıkarıyorlar artık, "mıyk mıyk", annelerinden ayrılmıyorlar. Duman yemek yemek için uzaklaşmışsa birbirlerine bitişiyorlar, altalta üstüste uyuyorlar, birinin ayağı, bir diğerinin kafasında, öyle komikler ki. Şimdiden yüzlerce fotoğraf çektim.

Biz de iyi bakıyoruz, anneyi doyuruyoruz, üşümesinler diye sıcak su tobaları yapıyoruz, sık sık gidip bakıyoruz, rahatlarını sağlamaya çalışıyoruz.
Sevgiyi öyle güzel hissediyorlar ki, şaşıyor insan.
İsim düşünüyoruz şimdi onlara, henüz bulamadık. Siyah olan şimdilik en muzurları sanırım, yüzü rengarenk ve komik, açık renk olansa en nazlıları, memeyi en zor buluyor, en çok o uyuyor, sarmansa, oburiks, en çok o içti süt, şimdiden bir göbeği var.
Biraz daha yakından tanıyınca isimlerini koyacağız.
Bu kış belli ki, bolca kedi tüyü, yün yumağı, oyun, mırlama, pati izi getirecek bize...

parmak çocuk









Gece müthişti.
Bebekler üçlendi.
Önce üç minik şeydiler, sonra saatler geçtikçe, üç kedi yavrusuna dönüştüler. Bir tane simsiyah, bir tane sarışın, bir tane de sarman.
Benim cesur kızım onları doyurdu, daha şimdiden büyüttü.
Gecenin kahramanı sevdiceğimdi, anneye harika bir yer ayarladı, onu sakinleştirdi, göğsünde uyuttu, sonra doğum saati gelince sakin sakin konuştu, rahat etmesi için yalnız bıraktı ama çağırdıkça gitti, suyunu içirdi, bebekleri kontrol etti...

Doğum bitince, sakinleşti benim kızım, hem dinlendi, hem bebeklerinin tadını çıkardı, gorrrgorrr seslerle...

Hepsi kucak kucağalar şimdi...

İyi ki, bu mucizeye engel olmamışız.

Ben dün gece gördüm ki, kendini doğaya, yaratıcıya teslim ettiğin müddetçe, bir sorun yok.

Yaşanan şey en büyük mucize olan, bir canlıya hayat vermek, içinden bir yaşam çıkarıvermek dahi olsa, sistem öyle müthiş, öyle fevkalede ki, her şey aslında çok kolay. Karmaşıklaştıran biziz.
Aslolan, hep dendiği gibi, kendini suya teslim eden nilüfer gibi bırakıvermek kendini...

an itibariyle

İlk bebeğimiz doğdu.
Mucizeden farksız, küçük, tüysüz, gözleri kapalı, ıslak bir şey. Nefes alıyor.
Gün boyu miyavladı kızım, bizi yanına çağırdı, babası sakinleştirdi onu, sevdi, göğsünde uyuttu.

Çok heyecanlıyız, çok da mutlu.
Diğerlerini bekliyoruz şimdi.

Yazarken yine gidip baktım belli etmeden, ilk bebeğini emzirmeye başlamış bile...

Bu sahiden bir mucize.

Tüylerim diken diken, kalbim güp güp.

Anne oldu benim kızım.

Eylül'ün müthiş yağmurları başladı.
En sevdiğim.
Üşümek, ürpermek, gök gürültüsü, bulut, çakıltaşı, pıt pıt, battaniye, hırka...
Bana ne oluyor bilmiyorum şimdilerde, bir ağlamak geliyor, gitmiyor.
Uzun yağmurlar gibi huzurlu, sakin, ama durup durup yeniden.
Sanki Eylül'ün bütün yağmurlarının yerine, yeryüzünün bütün hüzünlerine ağlıyorum.
Bir deniz dolusu, sonra yüzdürmek için içinde kendimi.
Adını bilmediğim çocuklara, henüz izlemediğim filmlerin sonlarına...
Derinde kalmış, yerini benim bile bilmediğim kırgınlıklarımı, acılarımı buluyorum onlara ağlıyorum.
Güzel şeylere, bebeklere, sokak çocuklarına, yemek kokusuna, kedime, sevgilimin yastıkta bıraktığı ize, penceredeki mutlu çiçeklere, şarkılara...
Dokunsalar da ağlıyorum, dokunmasalar da. Kocaman bir kahkaha atıyorsam bile, gözümde yaşlarla.
/
Ufak bir seyahat lazım.
Otobüs, araba, uçak, gemi farketmez.
Bana aldığın harika sırt çantası bir tek, sen ve ben.
Çok uzağa değil hem.
Sadece gitmek için gitmek.
Yollara düşmek için.

çocuk

Kapı çaldı.
Genç bir çocuk, 17 belki, en fazla 18.
İşyerimizin broşürlerini görmüş yerde ve dün kapının önünde dağıtıldığını, elinde bir tanesi çıktı geldi “ben de dağıtabilir miyim?” dedi.
Tutuk, çekingen ama gözler pırıl pırıl...
Yapacağı işin karşılığında söylediğim üç kuruşa öyle bir sevindi ki, milyarları teklif etsem o kadar sevinmezdi sanırım. Daha da az veriyorlarmış, diğer broşürünü dağıttığı yerden.
“Anneme götürürüm akşam yemek yapar” dedi.
Öyle deyince, başka çalışan olup olmadığını sordum evde, evin babasını kastederek.
“Babam uzakta dedi, annemle ayrı” dedi.
Kardeşleri varmış sonra, üç tane.

Giderken, “bütün gün çalıştım abla, bir su alabilir miyim?” diye sordu.
Bir de gofret verdim ona, “bisküvi de istesem ayıp olur mu?” dedi, “Olmaz” dedim, “çalışmış yorulmuşsun, hakkın senin…”

“İnsanlar oruçlu, ayıp olmaz mı dışarıda yesem, burada yesem olur mu bunları” dedi.
Ayıp olmayacağını söyledim ama, yine de içine sinmedi sanırım, oturdu yedi, bir yandan da lafladık..

Nasıl neşeli. Esprili. Yaşam dolu.
Hiç de öyle acıların çocuğu değil. Doğal. Onun doğalı o.
Nasıl çalışmaya hevesli.
Telefonla danışırken, “ne dedi olur dedi mi patron, olmaz derse daha ucuz yaparım” dedi durdu, öyle cömert, öyle gururlu ve çalışkan. Bu kadar minik para miktarlarının, mesele olmayacağını düşünemeyecek kadar temiz. Hiç bozmadım onu, emeğiyle kazandığı paranın büyüklüğüne ve değerine inancını bozmak istemedim.

Sonra gitti, “bir sorun çıkmaz değil mi?” diye birkaç kere daha sorarak.

Teşekkür ederek gitti.
Ağladım ama en çok neye bilmiyorum.

Saflığına, naifliğine mi?
Çocuk olmasına mı?
Yetişkin bildiklerimin çoğundan daha büyük olmasına mı?
Bizler, kredi kartlarından, ödeme günlerinden, son ödeme tarihlerinden, maaşlardan, “çok yoğun” çalışmaktan bahsederken,
Aslında “akşam anneme veririm de yemek yapar” basitliğinin ne kadar gerçek olduğuna mı?
İşe gelmeye üşendiğim zamanlar için kendi halime mi?

Tam söz verdiği saatte geldi sonra, broşürleri almak için. “Geç kalmadım değil mi?” diye sorarak, işini güzelce yaptı, geri döndü, söylediğimden fazla bir şey ödeyince “ama bu fazla değil mi?” diye sordu, “ilk günün bu, bu seferlik böyle olsun çaktırma ;)” deyince, teşekkür etti, pazartesi görüşeceğimizi söyledi, neşeli neşeli gitti.

Hayatın her zaman benimle konuştuğuna inanırım.
Onu düşünüyorum dünden beri ben, gözlerim şişmiş bir halde.





<3





Dün,

hiç sebepsiz, elinde papatyalarla iş yerime çıkıp geldin ya, yüzünde o aşık olduğum gülümsemenle,

yeniden yarattın tüm her şeyi, mevsimi, yağmuru, eylül'ü bile.
ama en çok beni.
zamansız sevgileri seviyorum ben, haftada bir kez sinema, özel günlerde çiçek, doğumgününde hediyeyi değil, çizilmiş ve belirlenmiş, planlanmış halleri değil. görev bilinciyle yapılanları değil.
"birdenbire"yi seviyorum oysa ben, ansız, ansızın, hooop diye. birden öpücük, birden çiçekler...

en sevdiğim çiçekler onlar benim, sonra bir de sarı ışık severim ben, en iyi sen bilirsin bütün hepsini, ve bir tek.
yegane izin gününde, mutfaktaki o nefret edilesi beyaz ışığı, sevdiğim ışıkla değiştiriverdin ya,
hiç de şart değilken.
ben istedim diye, sarı ışık, şimdi, ne güzel değil mi ışıklar, gölgeler, orda durmayı bile seviyorum ben, kitap okumayı, bir şeyler seyretmeyi, fırındakiler ne halde merakla kaçamak bakıp dururken heyecanla, ne çok yakıştı o ışık şimdi...

ben istedim diye, evi digitürkle süprizlemen ayrıca güzeldi, elimde kumanda ne keyif ettim ama, şaşırarak, gülerek, dalga geçerek...
şimdi bunları yazarken bile ağlayasım geliyor biliyor musun? mutluluktan doluyor gözlerim, güzel bir şey görünce ağlarım ya ben bilirsin, kocaman kocaman ışıklı damlalar dolar gözlerime. işte öyle.


gümbede gümbede güm güm

En büyük korkum Ramazan davulcuları. Ama en büyük.
Daha fena bir korku öğesi olabilir mi?
Gecenin karanlığında bir ses "gümbede gümbede". Ne ki bu şimdi?
"Dünya'nın sonu geldi toplanın gidiyoruz" der gibi.

Anlatmam o korkuyu.
Daha yakın bir zamana kadar, yani koca kızken, ama henüz yalnız uyuyorken, cenin şekline girip kulaklarımı tıkadığımı, hatta bazen ağladığımı, yada yüksek sesle şarkı söylediğimi biliyorum.
Geçen gece sevdiceğim "Hadi bir pencereden bak normal adamlar olduğunu gör, belki korkunu yenersin" dedi, korka korka baktım evet ses karanlıklardan, gökyüzünden, yerin yedi kat dibinden gelmiyordu, ama yine de korkumu yenemedim.

Dün gece uykumun arasında, beni sorarlarsa saklamasını, beni bulmalarına izin vermemesini falan mırıldandığımı hatırlıyorum.

Her gece aynı kabus "güm güm güm".

Beni onlardan koruduğun için pek teşekkür ederim.

kıtır kıtır

Sıcak çorbalara illa ki ekmek kıtırı yapıyorum. Öyle çok seviyorum ki.
Harika şeyler çağrıştıyor bana, bayılıyorum.
Yeni yapılmış reçel kokusu gibi.

Mutfaktan gelen kokular, şekillendiriyor o anki keyfi zaman zaman.
Feng Shui'de bile ocak pek önemlidir ya.
Yada iyi bildiğim bir şey hani, gördüğümüz her şeyi bir de görünmeyen karşılığı oluşu gibi.
Mutfak o yüzden pek önemli, pişmek, pişirmek önemli, yediklerimiz önemli, yemek yaparkenki hislerimiz önemli, öfkeyle mutfağa girmemeli en zehirli yiyecekten bile daha tatsız olur her şey. O yüzden hani mutfakta salaş, sofraya otururken şık değil, en sevdiğim halimle giriyorum mutfağa da, en sevdiğim elbisemle.

Kokulara epey taktım bu ara.
Keşfettiğim yeni mumlarıma bayılıyorum. Tart mum bunlar ve harika kokuyorlar. Tam da kafama göre bir şey. Yakıyorsunuz altındaki mum, üstteki tart mum eriyerek evi müthiş kokutuyor. Güzel olan seçenekleri. Kahve, çikolatalı kek, tarçın, elma, bal kabağı gibi kokanı bile var yada "clean cotton" diye bir tane var ki tertemiz ev kokusu direk... Beyaz çiçekler, limon... Bir de lavanta var, en sevdiğim. Birbirine karıştırarak yeni kokular elde edebilir yada yakmak yerine sadece bir çekmeceye koyabilirsiniz güzel kokutmak için.

Sakin geçiyor Eylül.
İzin bitip işe dönüş yapmak şu an en çok memnun olduğum şey olmasa da, daha bir becerebiliyorum artık iş telaşını kapının dışında koyup, eve geçiş yapabilmeyi.

Akşamları kitaplar, kahveler, kekler, mumlar, bazen dondurmalar, gece hafif menüler...

Bu zaman dilimi hiç bitmesin istiyorum.

eylül bir

Çok sevdiğiniz bir armağanı, olabilecek en harika hediye paketiyle almak gibi bir his.

Eylül 1.

Polar cici bir battaniye çıkarıldı yerinden, bir kaç hırka, bir kaç şal, yavaş yavaş yünler şişler...
İstanbul'a en çok yakışan mevsim, bizim aşkımızın başladığı mevsim, sokakları elele gezdiğimiz ilk mevsim.
En sevdiğim, en sevdiğim. Hüzünlü değil sadece telaşsız mevsim.
Rüzgarlar başladı daha şimdiden, püfür püfür, yormadan üşüten hafiften.
Güneşli günler ve rüzgarlar.
Elbiseler ve havaya uygun pabuçlar...

Srf bu yüzden evdeyim ben bir kaç gün. Sakin sakin tadını çıkarmak için.
Daktiloma tıkır tıkır yazmak için.
Pencereönü çiçeklerimi sulamak için
Yemek tariflerimi düzenlemek için
Kendimi dinlemek ve arınmak için.

Ayrıca,

Büyük zengin sofra ve davetlerine, bu davetlerde korkunç markalardan şıkır şıkır giyinen teyzelere, kıtlık çıkmış gibi delirerek alışveriş yapan bünyelere, bu ayın temasının sadelik ve arınma amaçlı olduğunu unutan oburikslere, bir de bunu "oruç tutarak zayıflamak" konulu geyiklere alet eden diyet ayı zanneden blumiklere, sigara içemediğinden sinir küpü olanlara, bağır çağır gezenlere, trafikte birbirini yiyenlere, öfkesine bahane arayanlara, böylece konunun amacından tamamen uzaklaşanlara;

kocaman bir "Hayır!"

Abartısız yaşayanlara, ibadet ediyor diye alnında bir tabelayla gezmeyenlere, şikayet etmeyenlere, sade ve yeterli bir yemek menüsü oluşturanlara, davet davet gezmeyenlere, gösterişten kaçanlara, kendi halinde takılanlara, küçük harflerle konuşanlara;

Evet!

Anane&Dede

Benim kızım iki haftadır bir Oburiks.
Mamalar yetiştiremiyoruz artık, deliler gibi yiyor doymak bilmiyor.
Kocaman bir karnı var.

Karnının içinde bebekler var:)
Yeni yeni kediler, gri renkli deliler, gözleri bile kapalı bücürükler, minik minikler.

Biz çok mutluyuz, güzel haberi kutluyoruz.
Ona her zamankinden de şefkatli davranıyoruz, yeni bir köşe tasarlıyoruz şimdi, rahat rahat dünyaya getirecek bızdıklarını.
Ellerimle yemekler yapıyorum ona yine, büyütsün bebeklerini diye.
Yepyeni canlar geliyor, heyecandan içim içime sığmıyor.

Okuduk, veterinerimize danıştık.
Bir de hamiş hanımı bizzat götüreceğiz en kısa sürede.

Benim deli kızım anne oluyor.

hu komşu







Apartmanda üç hatunuz biz;
üçümüz de balık burcuymuşuz:)

Bir tür akvaryum yani.

Ben burayı taşındıktan sonra komşuluk diye bir kavram öğrendim.
Mesela geçen gece leziz bir yemek ve sevdiğimiz konuklarlayken, dilimli ekmek sevmeyen misafire, kendi deyimiyle "normal ekmek" bulmamız gerekti ve saat geçti, naptık, hooooop "komşudan istedik."

İlk kez komşum oluyor benim, o yüzden ne yapılır bilemedim mesela, kalanı götürülür mü, sabah onlara da mı ekmek alınır falan düşündüm.
Sonra, "hiç sesiniz soluğunuz çıkmadı merak ettim?Kediniz de bağırıp duruyordu..." diye merak edilmek, sorulmak, her şey yolunda mı bilmek isteyen birileri. İlginç bir arkadaşlık biçimi, otomatiğe alınmış bir dayanışma. Genlerimizle getirdiğimiz bir davranış şekli bu sanki. Koşulsuz yardım ve yanında olma hali.

Gecenin bir yarısı içilen kahve.
Havasındaysa eğer, kapatılıveren:)
Leziz bir şey pişince yollamak ve yine boş gelmeyen tabak muhabbeti sonra.

Ben bu olayı çok sevdim.


fotoğraf: deviantart

youtube.com

"Bu siteye erişim kendi isteğiyle engellenmiştir"
gibi harika bir sloganla, yayın durduran siteler gördüm geçen hafta boyunca.
Güzeldi:)

Youtube geri gelmiş bu arada.

Girmemize zaten engel olamıyordu bu durum (bkz:opendns, ktunnel) ama olsun, sansüre karşıyız, kimse internetimize dokunmasın.

sabun sabun

Sevgili Delfina,
Buradan yazıyorum çünkü burda bir şey yazmaktayken kapı çaldı.
Ya harika bir şey sabun, gerçek sabun, el emeğiyle, sahici. Hayali bile güzel.
Bir tanesini banyonun en harika köşesine koyup, bakıp bakıp gurur duyacağım, benim sahici sabunlarım var diye:)
Ne güzel paketlemişsin ve ne güzel bir not yazmışsın.
Gözlerim doldu okurken ve sabunları koklarken.
Dediğin gibi yapacağım; "sabunun kokusunu içime çekerken, gözlerimi kapayacağım ve kendimi Ege'nin en güzel ovalarında hayal edeceğim..."

Dilediğin gibi, şifa olacak eminim...

İncecik bir not, mis kokulu sabunlar ve de içtenliğin için bin teşekkür...

Sevgiler...

spor günlüğü

Spor salonunda bir ayımı tamamlamak üzereyim.

Kendimle gurur duyuyorum, arkadaşlarımın "amaan sonra gidersin boşveer"lerine rağmen, içimdeki tembel ruha rağmen devamlılık sağladım ki, bu çalışırken aslında pek de kolay değil.
Şikayetçi olduğum şeyse; korkunç müzikler.

Evet, birbirinin aynı şeyler 50centten Eye of tiger'a keskin geçişler, çeşitli rap şarkıları... Bir yere kadar katlanmaya çalışıyordum ama dünkü önce Tarkan, daha sonra İsmail Yk ve üstüne Serdar Ortaç (mükremin çıtır vecizesi: öyleyse ben de şimdi bir koşu gidip köprüden atlarım artık. ya da hayır hayır bir serdar ortaç kaseti alıp dinlerim!) kabusundan sonra, artık beynimin içindeki düşünceleri duyamaz hale geldim. Sinirden daha hızlı daha hızlı koştum, ağırlıkları kaldırdım vesaire. Böyle bir etki için yapıyorlarsa bu müziği eyvallah, amacına ulaşıyor zaten. Buna bir çözüm bulmam gerek ama nasıl? Kulaklıkla mp3 player gibi şeylerin kar edeceğini zannetmiyorum çünkü ses çok yüksek.

Ve de öğrendiğim diğer şey de;
Gerçekten spora, spor yapmamaya gelen aptal sarışınlar var.
Bir insan neden daha aptal görünmek için saçını sarıya boyar henüz anlam veremeyenlerdenim, daha korkunç şeyinse dip boyası gelmiş aptal sarışın kızlar olduğunu düşünenlerden.
Evet aynen böyle biri var. Olimpiyatlara hazırlanıyormuşçasına bir çantayla gelerek, önce kokoş elbisesinden kurtuluyor sonra daha kokoş spor kıyafetlerini giyiyor -eşofman demeye dilim varmadı-. Koşu bandında plajda terliğini almaya giden kız gibi koşuyor, ellerini kollarını komik bir şekilde sallayarak. Dahası full makyajla. Fondoten falandan da ötesi, farlar ve eyelinerlar bile tam takım. Pek de bir spor yapmadığı için akmıyor da zaten hiç biri. Bir de sık sık sorular soruyor, hocaya, yanındakilere herkese. "Ayh bir türlü beceredim hızını ayarlar mısınız?" konseptinde. Aptallığı doğal ama sarışınlığı değil.

Kendi düşüncelerimi duymadığım için çaresiz gözlem yapmaktayım:)

selkie

Kendisinin de Balık burcu olduğunu söyleyenlere ben, "Allah başka dert vermesin" derim genelde. Bence çok zor bir burç. Gel git, gel git, gel git. Bulutların üstündeyken, birden dünyanın altında kalmış haline geçiş yapabilir ve bu geçişler hiper hızlıdır, çevresindekileri serseme çevirir. "Ayy duygusalsındır sen şimdiii"yle ilgisi yok bunun hiç, çünkü Balık neşeyi de, hüznü de gözlerinden yaşlar gelinceye dek yaşar hepsi bu. -Tabi bir de yükselen burcun etkisini unutmayalım.-

Yine bir yerde okumuştum, "karşı cinste aradığı özelliklerin hepsi aynı insanda bulunamayacağından aşk hayatında mutlu olamayabilir." Hani hem şöyle olsun, hem böyle ama hep zıt özellikler. Kendisi gelgit akıllı olduğu için. Ama aşık olduğunda da, kendini adar, evet.

Mistizim, tasavvuf, sanat. Ver balığa kitapları, müziği uğraşsın dursun, saatleri anlamaz, ama aynı şeyle de uzun süre meşgul olamaz, arada bi yürüyecek, iki mum yakacak, bir kahve içecek, örgü örecek, sonra gene kitaba dönecek, suyla ilgili bir şeyler yapacak, sonra gene yeniden.

Daha da yazabilirim neyse:)

Sonuçta bence, balıkkızları özeldirler ve sihirlidirler.

/



Bugün öğrendiğime göre, Balık burcunun perisi;

Selkie.

Fok balığıyle resmedilen mitolojik deniz yaratığı.

Denizkızlarının prensesiymiş kendileri...

Peri balık burcu kişisinin kulağına şunları fısıldarmış:

"Altıncı bir duyuyla ödüllendirileceksin.
Her şeye uyum sağlayabileceksin.
Sanatçı bir ruhun olacak.
Çok hoşgörülü olacaksın.
Ruhsal aleme çok ilgi duyacaksın."

the lost room

Hava sıcak.
Eylül gelsin artık. Sonbahar, yapraklar, rüzgarlar...

Akşamlar çok güzel. Kocaman mumlar. Kırmızılar, beyazlar. İçecekler, atıştırmalıklar.
Pazar günü; akşamüstü bir oturuşta izledik: The Lost Room.

Link: www.ngmtv.com

Lost'tan sonra hiç bir şey kesmiyor ama yine de keyifliydi.

Ha bir de ben, Cumartesi akşamı kendi midye yeme rekorumu kırdım, nasıl bir lezzetti o ya!

-Sevgili; gene isterim:)-

back

İzin denilen süre neden bu kadar kısadır?
Neden iki hafta sonra izne çıkıyorum denilen süre geçmek bilmez de, izinde olduğun süre su gibi akar gider?
Pazartesi sendromu diye bir şey, izin dönüşü sahiden bir kaç katına mı çıkar?

/

Kitap okudum, bisiklete bindim, yüzdüm, gezdim, eğlendim, börekler yaptım, yemekler pişirdim, dinledim dinledim kendimi, dinlendim, yenilendim, keyiflendim...

born to be wild






Sevdiceğimle yaklaşık iki yıldır her yerde biz bu filmi aramış olalım...
Aralıklarla dönem dönem bir yerlere soralım bilmece gibi, hep olumsuz yanıt alalım,
ve süpriz için internet siparişi verdiğimde bile film bulunamasın,
daha iki hafta önce, gene aklımıza gelsin, Beyoğlu'nda kaç yere soralım ve hep "stoklarda da yok" yanıtı alalım,
ve daha o sevgili olmanın hemen öncesi zamanlarda, o arıyor ama benim film arşivimde yok diye üzüleyim,



Dün gece, fransız sokağı, avare adımlar, çakır keyif haller, yürü yürü, yeni kitaplar, ne kadar zamandır istediğim mini melek kanatlarından sağ omuzuma alınmış, geceyi bitirmiş eve dönüş yolundayken,
son uğraklardan birinde, hem de indirim reyonunda, hem de bir kaç tane "Easy Rider" :)

Kahkaha patlattık, inanamadık, hemen aldık, zıp zıp zıpladık.

Yıldızlar bizden yanaydı dün gece...
İki sene kadar önce, ben, dün geceyi hayal edebilir miydim?
Hayatımın aşkıyla, maksat muhabbet olsun diye konuştuğumuz, aradığımız o filmi,
beraber, kendi evimizde izleyebilmeyi... Sonsuz zaman dilimlerinde ve sonsuz keyifle.
Bu dünyayı, şimdiki beni, benden yarattığı bu yeni kızı, ikiyken "bir" oluşumu, demlendikçe güzelleşen her bir detayı, fotoğrafları, sesleri...

Bu kadar mucizeyi tek bir ana sığdırabilir miydim?
... işte bu yüzden, hep, teşekkür...

aşk yeniden









Yağmurunu sevdiğim İstanbul...

/

Kötü bir haftasonunu geride bıraktık, gece ağrılarla uyanan sevdiceğim, apandisit mi, gıda zehirlenmesi kendi kendine teşhisler koyan ve korkudan kalbi duracak olan ben ve acile gidiş.

O gece evimizde değildik ve kaldığımız ev, şehir dışı sayılabilecek yerlerdeki kocaman sitelerden birindeydi.
İnsanlar niye oraya ev yapar ve dahası birileri neden orada oturur anlamak mümkün değil. Bir de oralarda oturanlar nasıl "İstanbul'da yaşıyorum" der...
Taksi bulmak dert, eczane bulmak dert, açık bakkal bulmak dert, saymakla bitmez.
Sonuç: çok fena üşütme, çok fena.
Biraz da kilo kaybını farkedince, pamuklara sardım onu, ballar, sütler, kocaman kahvaltılar, yumurtalar, vitaminler.
Nihayet toparladı.

Sonra ben, spora başlayan denizkızı oldum son günlerde. Günaşırı.
Zinde kız olmak için. Daha sağlıklı nefes almak için.
Lazanya postundan sonra gelmesi sadece tesadüf:)

Keyifle akıp gidiyor günler,
söylenenden erken gelen koltuklara el çırptım neşeyle.
Eve geldiği ilk gece bile, otururken, uykuya dalmamla rahatlığı onaylandı.

Duman evdeki yeni mekanına artık alıştı, mahallenin delikanlıkedileri pek hastası kendilerinin.

Evin ışığı tam istediğim gibi. Akşamları o ışıkta kitap okumak pek güzel.
Puzzle yapıyoruz, konuşuyoruz, film seyrediyoruz, kağıt oynuyoruz, televizyonumuz hala yok.
Bazen komşuya geçiveriyorum, kahveye.
Bazen kanaviçe yapıyorum.
Hayal kuruyoruz, yapılacakları listeliyoruz, asılacak tabloları seçiyoruz.
Bir kaç günlük kaçamak planları yapıyoruz, zor görünse de, neden olmasın?

"...Rüya gibi bir yaz geçerken..."

hep yeniden, yeniden,

...aşk...




fotoğraf: deviantart

lasagna nite




Garfield'ın en sevdiği leziz yemek nedir:)?
Lazanya!

Ve ben dün lazanya yaptım.

Kendimle gurur duydum yaptıktan sonra.

Lazanyamla da:)

Muazzam lezzetliydi...


Benim kediciğime vermedik ama:)
Kendini insan zannetme sendromu iyice artmış durumda, evet sofrada bir sandalye de ona konuyor, yoksa ben içeri gider gitmez benimkine oturuyor, evet kendisiyle konuşuyoruz, işten gelince "neler yaptın bütün gün Duman hanım" diye sorunca uzun mırlamalarla cevap veriyor, apartmana kim girerse girsin sesi çıkmıyor ama babasını hissederek kapıya koşuyor, adeta "aç kapıyıııı" diyerek, kendisine şarkı söyleyince eşlik ediyor, Duman deyince zaten cevap veriyor.
Yazın en büyük marifeti; sinek yakalamak.
Göz açtırmıyor onlara:) Avcı kız benim kedim.


Çok seviyorum, büyük sofraları, kokoş giyinip sofraya oturmayı, kikir kikir yemeyi, her bir akşamı özel kılan anıları, hem yemek yiyip kalkmaktan öte bir şeydir akşam yemeği, amaç karın doyurmak değildir, keyiftir, paylaşımdır, zevk almaktır, saygıdır, beraber sofra kurmaktır, mutfakta gülüşmektir, özenle yaptığı bir şeye hayran olmaktır, onun elinden bir şey yemeye bayılmak, yeni şeyler denemek, tavsiyelerde bulunmak, Sevgilimle bütün bu yeni tatları denemek, önerilerini not almaktır...

joy






keyif keyif keyif
hafif pabuçlar- muazzam cici bir hava- morlar üzerimizde - kısa pantolonlar - beyoğlu - teras -güneşi orda batırmak - daha önce ilk kez sevgililer günüydü geldiğimizde - ilk sevgililer günü - ilk çiçek - anmak o günü - o günle beraber ortak bir tarihi - nasıldı hani - özenle giyinmek - aynaya son bir kez daha bir kez daha bakmadan evden çıkmama halleri - güzel olan şu ki, hala öyle - heyecan heyecan daima - kocaman bir tabak - ve ice tea; illa ki! - yürümek adım adım- filmlerle, kitaplarla eve dönmece- avare adımlarla - yeni yeni şeyler denemek hep seninle - hep çok aşık olmak - yine&yeniden - ha bir de bin parçalık bir yap boz bir kutu içinde ...

-pazar günlerini bile sevdirdin ya bana-

pürneşe!














kadın


fotoğraf: ben
model: handeçubuklu
eos3000v
temmuzikibinsekiz/istanbul