kahvaltı


"Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem
Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı"


Cemal Süreya...


Pazar kahvaltısının en çok yakıştığı yerde yaşıyoruz, o yüzden de Pazar kahvaltıları en çok bize yakışıyor:) -pek kendini beğenmiş gördüm kendimi-

Erken uyanmak yok, acelem yok, daha da tembellik edebilirim ama rengarenk perdelerim, ışığı görüyorum, kalkıp, açıyorum pencereyi.
Serin hava. Ama güneşli. Nasıl bir güneş. Enerji veriyor, durduğun yerde dutramıyorsun, çıkman gerek, dışarda olmalı, o havayı solumalısın.

Çıkıyoruz.
Sadece yürümek bile yeterdi aslında, yürüyoruz, deniz, denizin olmadığı yerde yaşayamam ben, hava ışıl ışıl, yürüyoruz.

Önce kocaman kahvaltı. Abarttığım tek öğün. Şölen gibi, kutlama gibi, en sevdiğim öğün. Bir ayin gibi, kutsal. Acelesiz telaşsız. Evde yapmak da ayrı keyifli. Çaylar, meyve suları, renk renk reçeller, sosis, güneş yumurtalar, zeytinyağı içinde yüzen salatalıklar, bir yanda gazeteler sonra, sponge bob açık olabilir, mır mır huysuz kedimiz...

Bence tüm gün bile sürebilir.

Hava süper. Geliyoruz, açık büfe kahvaltı; en sevdiğim şey, evde bile öyle uygulayacağım neredeyse ben Pazar günleri.

Tabağımız hazırlıyoruz, benim maharetli sevgilim, çok fazla şeyi aynı anda taşıyabiliyor, elinde tabaklarla masaya gelirken, bir kez daha aşık oluyorum ona, bu bahar ışığının altında yüzüne bakarken, o farketmiyor.

Sonra...

Yemek, içmek, yanda deniz, istanbul, keyifle içilen birer sigara, birer çay daha, ürpermek esen rüzgarda, "ayaklanın artık" diyen istanbulun sözünü dinlemek, kalkmak, kuzguncuk'a doğru, sokaklara dalmak, evlere bakmak, ilanlara, belki burda bir eve taşınırız bir gün ne dersin...


senin kedin olmak

herkes dinlesin herkes!
dün akşam sarılmış sıcacık evimizde otururken hep bunu dinledik biz...

/

Senin kedin olmak kolay desem yalan
Gözden uzak kalmak çok zor bir an
Tırmandığım her ağaçta
Ve attığım her küçük adımda
Sen varsın hep yanı basımda
Ve aklımda

Senin kedin olmak kolay desem yalan
Yine de gözlerim hep parlıyor inan
Kıvrılmısım ayak ucunda
Uyuyorum rahat rahat yatağında
Sen varsın hep düslerimde
Ve kalbimde

Hep burnumun dikine gitsem bile
Uyumluydum isime geldiğinde
Ömür boyu tek sevdiğim sendin
Ama sanma ki sahibimdin
Senin kedin olmak kolay desem yalan
Aslında hiç yüksünmedim ben bundan
Sen ağlarken yanındaydım
Göz yaşların hala yanağımda
Ben varım ya kucağında
Sakın unutma

Gökalp Baykal

waybackintolove





Artık bir mesaiye sahip olmaya alışma hali.
Akşam eve gelince anlatacak bir sürü şey biriktirmek.
Çocuklarla olmak güzel, masum, neşeli, acayip zekiler.

Sonra haftasonu, sevdiklerimizle beraber sürpriz doğumgünü partisi.
Keyifli ötesi.
Cam kestirene, mor kazağı seçene, bulaşıklarıma yardım edene, tablomda kendi fotoğrafını arayana, gecikerek de olsa, ellerinde torbalarla noel baba gibi içeri girenlere, herkese teşekkür ederim:)

/
music and lyrics;

Bir ay kadar önce izledik.
Çok tatlı, uçuş uçuş, keyif filmi.
Notting hill’den neşeli, müzikleri kendini sevdiren film. Şarkı çok hoş, bugün pek çok kez dinledim tekrar tekrar...
waybackintolove:


kasım





Balık pişirdim ben:)

Her yeni yemek yeni bir level gibi geliyor hala. "Yumurta kırmayı bile bilmem" deyimi benim için kelimenin hani tam anlamıyla geçerliydi.

Başka; doğum günü hediyesi seçme paniği, pazar mesaisine öfke, atkıyı bitirdim aynı renkten bir de bere, önce buz gibi ev, nasıl ısınırız telaşı, sonra evi tropikal iklim kadar ısıtmayı başarabilen sevgiliye minnet duyma, bir de bir türlü geçmek bilmeyen grip.

film film film izleme.
Dün gece, kusursuz yabancı, eh işte.
Evdeyse, internetsizlik yaradı sanki, zaman bereketlendi.

Velhasıl, sıcacık bir kış.


Burada minicik duran tablomuz, evde aslında kocaman bir duvarı kaplamakta.
Bir yılın özeti, fotoğraflar, mektuplar, biletler kelimeler...
Şimdiden ne çok anımız oldu bizim.

Fotoğraf: ben









mola

Yazamadım.

Önceee; Avrasya Maratonu. Geçen Pazardı. Sabah 9da başlayan öğlen 3e dek süren bir yürüyüş. İstanbul'un damarlarında. En güzeli köprüde yürümekti, evet. Hava bizden yanaydı, çantam sandviçlerle dolu, daha ne isterim. Bu sefer hiç yorulmadı ayaklarım. Antremanlı kız oldum ben. Akşama da balık balık balık.

Ve; yıldönümü. Önce ev, mumlar, özenle hazırlanmış hediye. Sonra, Ceylan Intercontinentalin tepesi. City Lights. Bizim ev bile görünüyor, hatta tam karşısı. Balkonumuzda bakınca gördüğümüz gökdelenin tepesi. Işıklar, müzikler, romantikti sahiden. Orda öylece kalmak istedim, saatlerce. Çoooook güzeldi!

Sonra iş seyahatine çıkması gereken sevgili, huysuzluk eden ben:)

Ve Perşembe, arkadaşım, annesi ve ben maharetli bir öğleden sonra geçirdik. Ahşap boyadık. Gün sonunda çok şirin ve süslü bir kutum oldu. Öğrencem bayaa bunu ben çok eğlenceli geldi valla. Gevezelik ettik, nasıl yapsak konuştuk, çay içtik.

Kış sebzelerine sarmaktayım. Gugılda durmadan bilmem ne nasıl örülür, karnıbaharı nasıl kızartsam diye aramalar yapmakta. Ev sakin. Gün boyu okuyorum, yazıyorum, yemekler yapıyorum. Bir de örgü örüyorum:) Bu sakin hali çok seviyorum. Tek telaşım, yağmura yakalanmasına fırsat vermeden çamaşırları toplamak.

Ve de biraz teknik aksaklıktan, biraz da canım istediğinden kısa bir mola.

Daha yazacağım.

göğe bakalım


Ay ay ay!


Deryik beniiii ebelemiş.

Blog hayatımın ilk ebesi:) Pek bir heyecanlandım. Yapmaya kıyamadığım pek sevdiğim bir ödev gibi. Mevzu da tam benlik.

"kendinizi anlatan bi' şiir"miş konu.

Ben şiyir çok severim. Okumayı söktüğümden beri okurum. -yazmaya başlar başlamaz şiyir yazanların tam tersine-

Çok sevdiğim şiirleri giyerim çoğu zaman.

Cemal Süreya, ille de O. Daha iki gün önce yazmışım ya, bir de 20 şiiri vardır hani, çok severim, aynı son dizeyle biten.

Sonra Haydar Ergülen işte, sevdicek'e hediye ettiğim şiirlerden: http://mormermaid.blogspot.com/2007/03/bu-evimde-ok-gkyz-var.html

Kendimi anlatan bir şiir mi bilmiyorum, kendimi anlatmayı ben çok iyi beceremiyorum. Bu yüzden hep, şarkılara, şiirlere sığınırım. Tastamam şiiri yazar, tarihlerim çoğu zaman.

Kendimi anlatan bir şiir değil elbette tam olarak ama kendi halimi, benden iyi anlatan bir şiir. Tek tek her dizesini çok sevdiğim şiir;


Göğe Bakma Durağı


İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım

Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından

Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından

Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar

Şu aranıp duran korkak ellerimi tut

Bu evleri atla bu evleri de bunları da

Göğe bakalım


Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım

İnecek var deriz otobüs durur ineriz

Bu karanlık böyle iyi aferin tanrıya

Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum

Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun

Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam

Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım

Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda

Beni bırak göğe bakalım


Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım

Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum

Bu senin eski zaman gizlerin yalnız gibi ağaçlar gibi

Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor

Seni aldım bu sunturlu yere getirdim

Sayısız penceren vardı bir bir kapattım

Bana dönesin diye bir bir kapattım

Şimdi otobüs gelir biner gideriz

Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç

Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin

Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat

Durma kendini hatırlat

Durma göğe bakalım


Turgut Uyar

---

Sobelemeye gelince, efsane bloggerı sobeliyorum ben bir tek;





otuzekim



"Geldin, değiştirdin tüm anılarımı..."
Cemal Süreya

/

Sevgilim,
Aşığım sana.
Bir yıl önce bugün, umutsuzdum.
Yalnız uyuyordum, yalnız uyanıyordum.
Neydi o şarkıdaki gibi "Kahvaltım anlamsızdı/Sensiz olmaz, sensiz olmaz/İlk sigaram bile tatsızdı/Sensiz olmaz..."
Bir yıl önce bugün, beni yaşamam için bekleyen, bu mutlu hayattan habersizdim.
Öylece bekliyordum, neyi olduğunu bilmeden.
Yemek pişirmeyi, ütü yapmayı ve bunların zevkli şeyler olduğunu bilmiyordum.
Severek, paylaşarak yaşanan hayatın ne harika olabileceğine dair bir fikrim yoktu.
Kalabalıklarım vardı lüzumsuz, içimde bir sürü ses, kulak tıkayamadığım.
Sen gelene dek,
bir bir sustu içimdeki tüm sesler, bir sen kaldın.
Bir yıl önce bugün,
bir evim yoktu benim, sadece kırık dökük bir çatı, altında gider ayak duruverdiğim.
Yaralarım vardı, sabırsız ve telaşlıydım.
Ağrılarım vardı, sebeplerini bilmediğim.
Sonra sen geldin, bahar gibi sevgilim!
Öyle çok sevdim ki seni, kendi gücüme şaştım çoğu zaman.
Bir insanı, bir mevsimi özler gibi, istanbul'u özler gibi özlemeyi öğrendim.
Bu aşkla ben iyileştim, güzelleştim, kendimi buldum, kendimi sever oldum.
Trene binip gittiğinde, arkandan nasıl bakardım, içim acıyarak. O otobusün ardından el sallarken sana, "bi' daha beni böyle bırakıp gitme" dedim;
gitmedin.
İyi ki.
Bütün yolları birlikte gidiyoruz. Gündüzüm, gecelerim, akşam telaşım, sonsuz şımarma hakkım, istediğim her şeyi gerçekleştirebilen kahramanım, beyaz atlı pirensim, sabah mahmurluğumsun.
Her şeyim.
Elimizi kalbimize koyarak uyurken, şimdi, kalbim senin elinde dünyanın en huzurlu uykularını uyuyorum.
Her gün, uyandığımda yanımda bulduğum için seni, şükrederek.
Senin benden ayrı bir varlık olduğuna bile inanamıyorum. Bensin çünkü sen, öyle içimdesin ki...
Seni seviyorum.
Hep daha fazla.
Hep artanım, hiç eksilmeyenim oldun benim.
Seni seviyorum, bunu anlatmak için kelimeler yetmiyor.
İstesen benden, kalbimi çıkarıp ellerine verebilirim, anlaman için.
Seni seviyorum.
Bu eşsiz yıl için ve daha yaşayacaklarımız yıllar için minnettarım sevgilim.
Seni seviyorum aşkım!