çarşıdan aldım bir tane

Avrupa Yakası'ndaki "garanti veremem" diyen adamı hatırlatan boyacımız, bugün nihayet işini bitirdi...
Evimiz istediğimiz renkte, ışıl ışıl.
Seçtiğimiz aydınlatmalar tahmin ettiğimden de fevkalade sonuç verdi, istediğim ışık ve renkleri yakalayabildik.

Hüma'cım sayesinde, yarın bana yardımcı olacak bir abla edindik. Evimizdeki boya kokusuna, deterjan kokusu karışacak:) Öyle zor oldu ki, en az beş kişi vardı, fakat hepsini bir işi çıktı, haftalar öncesinden sözleşmek icabedermiş meğer.

Tek sorun;
İkea'dan alınan sehpanın, kutudan çıktığında, benim zihnimdekinin yaklaşık on beş katı oluşu.
Resmen çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane durumu.
En kısa sürede iade edilecek.

Hep derlerdi, içinde görünce farklı olacak, aynen öyle oldu, aylardır eski eve bile almayı çok istediğim şey, şimdi bir an önce kurtulmam gereken şeye dönüştü.

Diğer ufak sorun da, hala istediğim renk kumaş bulamadım perde için.

Yüzlerce fotoğraf çektim ama aktaramadım hala.

Bakalım Duman bu yeni evi sevecek mi?
Onun köşesine de karar verdik ama her zaman olduğu gibi son kararı O verecek:)

Planlar yolunda giderse, Cumartesi gecesi yeni evde uyuyabiliriz, bir değişiklik olmazsa.

Şu ara en çok düşündüğüm, uyumak, uyumak, daha çok uyumak. Cümle içinde kullanırken bile gözlerim kapanıyor:)

kalk gidelim

Benim iki günde yapabileceğim işleri sevdiceğim, iki saatten az bir sürede yaptı.
Topladı, tasnif etti, paketledi, koliledi, bütün bunları çok seri ve hiç bir şeyi kırmadan, düzenlice yaptı.
Pek kıskandım:) Yine hayran oldum:)
Ben daha az pratiğim ve dikkatim çok dağınık. Fotoğrafları mı düzenleyeceğim, oturup tek tek bakıyorum, kitaplar için de aynısı geçerli, o sırada aklıma başka bir iş geliyor, onu yapıyorum olay bölünebiliyor.

Adres değişikliğine kısa bir süre kaldı, hala pek çok angarya var halledilmesi gereken.
Ben en çok, bu "kalk gidelim" halden sıkıldım, öylece oturmak bile gözünü yoruyor insanın, ev dağınık, pek çok şey ortada yok, mutfakta bir olağanüstü hal uygulaması var. Yapmak istediğim pek çok şey kafamda ama "artık taşınınca" diye bir cümle var her şey için. "Artık yeni evde yaparız". Ama az kaldı.

Yeni evde tam istediğim gibi bir çalışma köşem olacak:) Sevgilim söz verdi.

telaş

İnternetten araştır, çiz, ölçü al, derdini anlat, bazen anlaşılsın, bazen anlaşılmasın, fakat nasıl ustalar bu mobilyacı tayfası istediklerini satma konusunda anlatamam. Bizim istediğimizi evirip çevirip astronomik rakamlarla kendi istediklerini verebiliyorlar size, gözleri dört açmalı.

Bak bak, seç seç, beğen, stokta olmasın, sipariş ver, ödeme yap, renk seç, boyacıyı gaza getir, temizlikçi bayan ara, perde ölçüsü al, eve ilk olarak temizlik malzemesi al, bir sürü detay, en çok da not al:)

Sonuçta netleşti pek çok şey, benim kısa sürede kendimizi yeni evde konuşlandırma telaşım, koşullardan ötürü, "geç olsun güç olmasın" sakinliğine dönüşüyor ister istemez.

Günler böyle telaş içinde geçerken, dün biz ikimiz izinliyken, angarya işleri halletmekteyken, bu arada İkea'da saatlerimizi geçirmişken,

bir vakit yaratıldı kendiliğinden ve nasıl olduğunu anlamadan, üstünden aylar geçmiş bir işimizi yaptık;

Yüzüklerimizin içine isimlerimizi ve tarihi yazdırdık:)

Yepyeni bir yüzüğüm olsa bu kadar sevinmezdim sanırım, çıkarıp çıkarıp içine baktım tüm gün, çok hoş bir his...

movin' movin'

Bugünlerde iki adresimiz var:)
Düzenimizi birinden diğerine aktarmaktayız.

Taşınmak dünyanın en zor ve en keyifli şeyiymiş meğer. Ben ilk kez yaşıyorum.
Zor yönü şu:
Hiç bir şeyi atlama ihtimalin yok.

"Cdler karışık ama dursun öyle, haftaya evde olduğum gün sakin sakin düzenlerim, hatta belki bir de cdlik tasarlar, boyarım"
"Nevresimler dursun, daha sonra ütüleyeceğim"
"Çorap çekmecesi karışık biraz, düzenlesem mi?"

Böyle ihtimaller yok, ertelemek yok, tek tek bütün ayrıntılarla ilgilenmen gerekiyor. Her şeyi temize çekmelisin. Çok çok güzel bir şey bu. Yenilenmek.

Paketlenmeli hepsi ve üzerine içlerinde ne oldukları detaylı bi şekilde yazılmalı ki yeni evde kafayı çizmeyesin:) Bu yapmakta iyi olduğum bir şey. Ev boşalmadığı gibi kutularla doluyor. Duman delisi birinden çıkıp diğerine giriyor. Onu yeni adrese nasıl alıştıracağız bilmiyorum.

Gereksiz hiç bir şey yok diye düşünmeme rağmen şimdiden öyle çok şey attım ki.

Güzel olan, bir yıldan fazla bir süre birlikte yaşadıktan sonra, şimdi birbirimizin huyunu, alışkanlıklarını iyi bilirken bu işe kalkışmış olmak.

Boyacımızı bir alem. Eve girip eski renge baktığında, bu renk 50'li yıllarda kaldı dedi sonra beğenmezsek eğer para almayacakmış onu da ekledi, öyle işinin uzmanı yani:)

Dün akşam yatak bakarken, birden yatağın üzerine çıkarak zıplamaya başlayan adamı uzun zaman unutamayacağımıza eminim. O kadar çok güldük ki, adam satıcı değil showman. Üç tane çay içtik, adamın gösterisini izledik ve sonuçta bir şey beğenmediğimiz almadan çıktık:)

Yazıp çiziyoruz sürekli, ölçüler alıyoruz, iyi ki acelemiz yok...

Bir de ben;
Mutfağa bir radyo istiyorum bu evde, cd de çalsın, ben yemek yaparken, öyle tıngırdsın, notalar, yemeklere karışsın.

adres değişikliği

Sevgili çatı katı deniz gören ev,

Hayat ağzından çıkan hiç bir cümleyi kaçırmıyor, kaydediyor, kaybetmiyor bilirsin. Eğik tavanı ilk kez gördüğümde, heyecanla "ben burda yaşamak isterim yaaa..." dediğimi de duymuş olmalı.

Doğduğum semtte olması nasıl güzel bir rastlantıydı hem.
Üzerimde beyazlar varken, kucağında aldı beni senin eşiğinden geçiriverdi. O günden sonra, yaklaşık 15 tane 30 gün boyunca, bu çatının altında yaşadı bizim minik ailemiz.

Önce evim oldun benim.

Ne istersem yapabilirdim, kuralları ben koyardım, kural koymayı da sevmezdim, istediğimizi yapardık, istediğimiz saatte. Nereye gidersek gidelim döndüğümüz yer. Duman'ın söylenerek açtığı kapı...

Rengarenk perdeler giydirdim sana, bir de mor menekşeler...Evleri yaşatan insanlardır ya, bizimle nefes aldın, gülümseme yerleşti yüzüne sanki. Reçel kokan, yeni yapılmış kek kokan, lavanta kokan bir ev oldun.

Ne kadar yorgun olursak olalım, soframız oldu sende, ocağımız tüttü. Kahvaltıları aksatsak bile, bunu es geçmedik.

Aşık kişilerin, günlük hayatla ilgili, birbirlerinin hiç de bilmediği alışkanlıklarını öğrenişini izledin.

Pek güldürdüğümüze eminim seni, telaşlarımızla, neşemizle, hevesimizle...
Sen de şaşırttın beni, gecenin bir yarısı bile, patır patır sesler üzerimde, sabah vakti penceremde. Ben, martıların ayak seslerine, Duman'sa şarkı söylemelerine, başta biraz çekindik ama hemen alıştık.

Sonra ben o ev oldum, biz o ev olduk sanki, pek çok sevdik.

Kim demişti "dünyanın en sıcak ama en zor ısınan evi" diye... Kırılmaca gücenmece yok, işte bu yüzden Hıdırellez'de başka bir ev dilemiştim ben:)

Kabul oldu dileğim, hem çok mutluyum, hem de buruk.

En çok Duman üzülecek sanıyorum, çatıda serserilik etmeye ne çok alışmıştı. Kediler en çok tavanarasına yakışmaz mı?

En çok da Salacak özleyecek, bizim kadar özenle seven kaç kişi vardır onu burda?

Ve ben en çok, yürürken duyduğum tahta gıcırtılarını özleyeceğim. Kaç kez böyle bir evde oturacak kadar şanslı olursun ki hayatta? Mayıs ışığının ve yaz ikindilerinin hiç bir eve bu kadar yakışacağını sanmıyorum.

Duvarında, sevgilim yokken attığım çentikleri, mor fırça izlerini, doğumgünü için yazdığım yazıyı, kapıda kocaman posteri -bir arkadaşım ev değil kafe zannederek gelip geri dönmüştü-, bırakıyorum. Yemek kokuları, kedi tüyü, bolca mutluluk, her biri diğerinden özel anıların izleri sana kalanlardan...

Kim bilir, bizden sonra oturanlar, sessiz kalıp dinlediklerinde, duyarlar belki bıraktığımız sesleri..?

Dilerim, onlara da bize verdiğin kadar mutluluk verirsin...

Ve de Belediye'nin gerzekçe planları arasında kaynamaz, uzun yıllar bıraktığım yerde, bıraktığım gibi kalırsın.

Sevgili, torunlarıma bile göstermek isteyeceğim, daima yüzümde bir gülümsemeyle hatırlayacağım,

aşkımızın, emeğimizin, sevgimizin, en yakın ve yegane tanığı evim,

Hoşçakal!

yalnız ve güzel ülke

61. Cannes Film Festivalinde, Nuri Bilge Ceylan, "Üç Maymun" filmiyle "en iyi yönetmen ödülü"nü aldı.

Cümle bile muhteşem.

Bütün filmlerini izlediğim, hayranlıkla takip ettiğim yönetmen.
Kendine özgü bir sinema dili olan, bir tavrı olan.

Biz sinemada geriden geliyoruz, bundan daha çok önce sayılmaz, hatırlayalım resim sanatı bile bizde yoktu, şimdi 7. sanatta da hala emekleme dönemindeyiz, ister istemez.

Bu başka bir başarı. Diğerlerine benzemiyor, kıyaslanamaz bile, tezahüratlar edilen hiç bir başarı saydığımıza benzemiyor.
-Orhan Pamuk'u Necdet Sezer bile tebrik etmemişti, hatırlarsınız.-

ben çok duygulandım, çok heyecanlandım izlerken...

Sean Penn'in berbat telaffuzuna rağmen, önündeki kartta not olarak dahi düşülmez mi, ödül alacak yönetmenin isminin nasıl okunacağı?
Bizde yapılsa böyle bir hata ne kadar ezerdik:)
"daha adını düzgün okuyamıyor, ödülü nasıl verecek" falan.


Ya ne kadar harika bir cümledir bu?

"Tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme..."

http://www.youtube.com/watch?v=xJ1YQ2v_hnI&feature=related

yutuba girmek için:
http://ktunnel.com/index.php/

Not: Bir önceki ödülü Yılmaz Güney'e itihaf etmişti.
bıyıklı adam artık yok

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=878624&Date=21.05.2008

no smoking




Şunlara bakmalı herkes.

/
Yaz geldi, kesin geldi, artık bir daha da gitmez:)
/
Sigara yasağı birinci gün:
Motorda bir kişi sigara yakar, görevli onu uyarır, kadının biri bağırır:
"madem yasak şu çöp kutularını da kaldırın"
Sanırım çöp kutularının sadece izmarit atmak için olduğunu düşünüyordu.
herkes bir gergindir ki sormayın gitsin, birileri sigara içse de tepelerine binsek.
-bkz: otobüslerde de, telefon konuşulunca uyaran yaşlı amca/teyze tipi-


Sigara yasağı birinci gün/akşam:
Tek tük içmeler başlamıştır.
Görevli uyardığında gencin biri, sigarasını denize doğru tutarak, sigarasının kapalı bir alanda olmadığı savunur, tüm yolcular kopar.
Sonuçta motor ve vapurlar, deniz taşıtı olduklarından, polis için ceza kesmenin nasıl olacağı da meçhul olduğundan insanlar daha bir rahat, sahil güvenlik müdahale edecekse o başka.

Sigara yasağı ikinci gün:

Ve sabah o harika anons:) Sanki seferberlik ilan edildi. Çok ciddiye alışımız da bir komik, "amaan sende" halimiz de.
Fakat motor kıyıdan ayrıldıktan sonra tek tük içenler, içenleri uyaranlar, uyaranları, "sen de iç kardeşim" diye teskin edenler.
Böyle gider bu. Yavaş yavaş hem insanlar alışıyor, hem de bir yandan kimse takmıyor.

Sonuçta evet, yasa tam olarak uygulanamaz, biz rahat insanlarız falan ama gene de içme oranı bayağı azaldı, bu da harika bir şey, buna bağlı olarak yerlerdeki o iğrenç izmaritlerin de azalmasını umuyorum. Keşke, asfalta yapışan sakızı da engelleyen bi yasa çıksa, sokaklarımız berbat. Onları temizleyen cihazlar var aslında, asfaltta o siyah lekeler oluşmasın diye, ısıyla temizleyen...


o la la la




Işıl ışıl, yüzüme değen rüzgar, uzun kahvaltı hayalleri, gözüme güneş girerken uyanmak ne de güzel, akşamlar ayrı bir güzel, dün mevsimin ilk kavunu, yanına illa ki beyaz peynir, aynen o keyif gibi, ikindi ışığı gibi bir müzik listesi...

Yarın Pazar, her gün pazar olsun:)

Dire Stairs- Ticket to Heaven
Red Hot Chili Peppers- Road Trippin'
Frou Frou- Let Go
Lamb- Gabriel

Astrud Gilberto- Fly Me To The Moon

Jane Birkin- Surannee

Moby- Dream About me

Beth Gibbons- Mysteries

Bebel Gilberto- August Day Song

Gotan Project- Epoca

Enya- Orinocco Flow

Pink Martini- Lilly

i can fly but i need his wings...




komik misin çocuk?



öğretmen: alperen cevabı neyle yazıoruz? (beklediği cevap there is'le)
alperen: kurşun kalemimle.
/
öğretmen: how many weeks are there in a year?
alperen: ööretmenim biz daha 52'ye gelmedik ki?!
/
öğretmen: do you like French fries? (yes/no)
alperen: mmmm! bayılırııııım!

:)

Hala gülüyorum.