lostinlost

Giderek artan bir merakla izliyorum. "Bunca karıştırdılar nasıl içinden çıkacaklar" mevzusu bence ihtimal dahilinde bile değil. Hep aynı. Büyük resim tam ve mantıklı, bize yine sadece puzzledan bir parça gösteriyorlar.
Senaristlere inancım büyük ve sezon finalini şahane buldum. Binlerce gönderme, milyonlarca atıf, ilham alma, sadece jacob ve benjamin'in sahnesinde bile, binlerce şimşek çaktı. Binlerce kare hatırlandı, habil ve kabilden, şeytan ve tanrı'ya kadar.

Lost beyin hücrelerini açan bir tür lavabo aç bence.

fassionpassionist rulez!

Hayır o bayıldığım önlükten bir tane de özel olarak benim için tasarladığı için değil,
Ya da, ufacık bir şımarıklığımı ciddiye alıp, hemen yanıtladığı ve beni mutlu ettiği için de değil,
Yani tabi itiraf edelim bunların da etkisi olabilir, ama sadece o yüzden değil.


Bir insan yetenekli olabilir, maharetli olabilir, en becerikli olabilir hatta, ama yaptığı işe muhabbet, ya da moda deyimle "sevgisini" katmadan, bence onun hiç bir anlamı olmaz. Hani her şeyi güzeldir ama içinde rahat hissedemediğiniz bir elbise gibi, ya da müthiş dekore edilmiş ama yine de sıcaklığı eksik bir ev gibi.

İşte bence, onu farklı yapan bu. Heves ve neşeyle bir şeyler yapması, daha büyük bir heves ve neşeyle de onları paylaşması.

Bu yüzden, onu ve yaptıklarını, ben pek çok sevdim.

Çok sevdiğim her hangi bi ürün ya da benzeri şey hakkında "reklamı olsa oynarım bea" diye belirtirim tepkimi, işte ondan:
http://fashionpassionist.blogspot.com/

Paketim gelmiş, içinden çıkacakları çok merak ediyorum, akşamı heyecanla bekliyorum, haftasonu çok havalı olacağıma eminim:) Teşekkür ederim!


çokluk senindir

Kaç gündür girip çıkan, okuduğunu zannetmediğim ama "kaç gündür giriyorum karşımda ot bayır" dediğinde içimi heyecan kaplayan dörtyapraklıyonca için yazıyorum;

Kısa kaçamağımız müthiş geçti. Rüzgar yüzüme çarptı, sevgilim sulara daldı, geçtiği yolları öğretti, hava sıcaktı, o hep en eğlenceli yol arkadaşıydı, hoop tozlu eşyaların arasından ortaya pul defteri çıkandı, bense rahattım, kısa pantolonluydum, püfür püfürdüm, ona sımsıkı sarılandım, kendisine dondurma alınan, deniz kenarından "tasarım harikası" taşlar, kabuklar toplayan, sonra gelir gelmez birazını boyayan, gerisini evin muhtelif yerlerine saçan.

Nar çiçeğinden yaptığım şahane içeceğime dönmeden hemen önce;

dörtyapraklıyonca okusun keyiflensin diye, ama sevdiceğime ithafen
çünkü, ben bugün bu şiiri giydim üstüme:

çokluk senindir
özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir
suya giden bir adam meselâ omuzunu eğri tutsa
güneş su ve adamın omzundaki eğrilik senindir
ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir
kararan dünya, yeni bir güle bir ateş parçasıdır
bir ateş parçasından artakalan soylu karanlık senindir
bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir
benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir
senin soyunun bıraktığı güçler artık senindir
çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir
senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir
ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir
t.uyar

yehhu!



Yaz geldi!
Ben, beyaz fırfırlı çoraplarımı çıkardığıma göre,
O, karizmatik kot montunu giymeye başladığına göre,
Çanta hazırladığımıza göre,
"Kalk gidelim" dediğine ve ben çevirimi öylece bırakıp, uyku bandımı ve minik yastığımı aramaya gittiğime göre,
Güneş koruyucu kremi de unutmayacağıma göre,
Parmak arası terlikler de hoop çantaya atıldığına göre,
Yarın bu saatlerde, motosiklette, sevgilime sımsıkı sarılmış, yüzümde rüzgarı hissedeceğime göre,
Yaz geldi,

bu kez kesin geldi.

Yaşasın gerçekleşmeye başlayan dilekler, yaşasın hızır, yaşasın yaz!

rengareeeenk!





Hıdırellez şenlikleri pek harikaydı.
Herkes neşeli, keyifli, oh ne ala, rengarenk kıyafetler, ışıklı dilekler, çaputlar, her tarafta oynak ritimler, çimler...
Omuzumdaki meleğimle zıp zıp zıpladım ben.
Ağaçta bir dilek vardı ki, bütün gece hatırladıkça koptuk: "Ömer'le evlilik" sonra bir kaç madde daha ve sonra, "ömer'e iş". Ömer otursun evde toto büyütsün, kızcağız ağaçlara yaza dursun iş iş diye, cık cık olmaz ki dedik.
Başka bir detay da, herkes profesyonel fotoğrafçı kesilmiş:) 2 kişiye bir fotoğraf makinesi düşüyordu ve gerçekten kendini gecenin eğlencesine kaptırandan çok fotoğraf çeken vardı. Bazıları acaip eğlenirken, büyük bir çoğunluğun tek yaptığı fotoğraf çekmekti, bu benim en içimde sakladığım, iyi öğrendiğim ve yüksek sesle söylemediğim bir uğraşım olsa da bu davranış biçimini anlayamıyorum. Digitaller, tripodlar... Herkesin bir odası karanlık oda olmalı. Sahi ona da gerek yok ki artık, digital teknoloji. Biz bu tür kayıt işleri eksik bir ülkeyiz, hani çocuklarını mezuniyetini bile kameraya çekme alışkanlığını yeni yeni edinen. Sanırım şimdiki süreçte bunu abartma olayını yaşıyoruz, her şeyi kaydedelim çılgınlığı. Bir kaç yıl önce, kurs esnasında para biriktirerek aldığım, biricik Canon'uma film almayı unuttuğuma önce üzülmüş olsam da, sonra sevindim. Ve sevgilimin nadiren bastığı deklanşörden çıkanlarla yetindim.

Ben dileklere inanırım, dualara, kendimizce icad ettiğimiz törenlere, hatırı sayılır büyüklere, hızıra ve daha nicelerine. Ve özel bir ritüelim vardır ki, yaptığımda bir kez bile geri çevrildiğim olmadı, tam da kullandığım kelimelerle gerçekleşti hayallerim....

Sonra..
Bir elim tüm zamanlar için kalbimdeki ve -ne şanslıyım- yanımdaki dileğimin ta kendisinde, diğer elimde çizdiğim kağıttan uçak, ve hooop suya attım. Öncesinde fotoğraflamayı tabi unutmadım, seneye görüşürüz bayım:)


hoop!

Bu akşam resim çizicem, hatta belki de maket yaparım üşenmezsem.
Fotoğraf makinesine film alacağız.
Kırmızılara dolanıp, orada olacağız:

http://www.hidrellez.org/

Çoook heyecanlıyım!

luliluliluliluliluli

Nisan da bitiyor.
Bir bisküvi keşfettim, yani bayağıdır vardır, ama ben yeni keşfettim, sanki cosbylerin evindeyim de, claire huxtable böyle kocaman bir kavanoza bunlardan doldurmuş, canım istedikça alayım, mola verdikçe kıtırdatayım, zihnim açılsın diye.
Bu üç günlük dinlenceyi, yollara düşerek değerlendirebilebiliriz, Şu saatlerde kesinleşmesini bekliyorum, bir ileti, bir telefon "kalk gidiyoruz" diyen, kalk gidelim!
Çevirmekte olduğum belgesel, alerjiler hakkında. "Aynı beeen, aynı been" diye diye yaptım. Bu kadar harika olabilir:) İzlerseniz beni hatırlayın.
Evde, sakin, çalışarak geçen bir hafta, yeni gözlüklerim ve çalışma köşemle.
Evle oynamak çok eğlenceli, bu, çalışma köşesinin son hali, sanırım, galiba, belki. Bir sonraki değişime kadar son hali diyelim:) Ama bu hali hakikaten en harikası oldu.
Şimdi, kitaplık toplanırken bulduğum bir kaç boş çerçeveye fotoğraflar, resimler bulma zamanı, bembeyaz duvarlar için.
Bir de ben, dün beni delirten miniklerin tepesinden su döktüm, kısa bir an kendimi "topumuzu kesme teyze" gibi hissettim ama geçti, haketmişlerdi, hem serinlediler de.
Tam "yayınla"ya basacakken, penceremde sesler -çalışma masam pencere kenarında-, pıtır pıtır bir de baktım, kuşlar konmuş, çiçeklerle oynuyor, fotoğraflamak istedim, makinenin pili bitmiş derken, ah bir tane yakaladım, pek sevindim.

dünyanın en mutlu dörtgözü

iki çay söylemiştik orda, biri açık,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
c.süreya
Haftasonu sevdiceğimle, deniz aşırı doktoruma gittik. Aaa sahiden, biz beraber ilk kez doktora gittik, değil mi? Nikah işlemleri saymazsak tabii, bir de benim onu telaşla götürdüğüm seferi... İlgi, alaka, şefkat, sonsuz şımarmak... Sonra, güneş, yürümek, salacak, adım, adım, adım, hoop uygun adım, gemiler, minik alışverişler, vapura binmek, en sevdiğimiz şeylerden biri vapurda bir şeyler yemek...
Ardından, aslında hiç istemediğim ve doğru olmadığı halde 7/24 lens kullanmaktan memnun olmama rağmen, bana gözlük aldı.
Bin yıllık dörtgözüm ve şimdiye kadar ilk kez severek taktığım, tam da istediğim gibi bir gözlüğüm oldu. İlk kez uyanır uyanmaz lenslerimi takmıyorum, gözlerimi yormuyorum, taktığımda kendimi dörtgöz hissetmiyorum, akşamları filmlerimizi onunla izliyorum, yanar döner çerçevelerimle hava atıyorum, hatta bu yazıyı bile onunla yazıyorum. İlk kez gözlük takmak bir işkence olmaktan çıktı. Gerçekten ilk kez gözlük sevdim.

Teşekkür ederim sevgilim!

aradaki 7 farkı bulunuz

http://handescloset.blogspot.com/2008/12/handemade-sweater.html
http://www.fashiontoast.com/2009/01/oceanside.html
http://am-lul.blogspot.com/2009/01/look-of-day_27.html
http://handescloset.blogspot.com/2009/04/destroy-it.html
http://www.fashiontoast.com/2009/04/drifter.html
http://am-lul.blogspot.com/2009/02/look-of-day30-leather-skinnies.html
http://am-lul.blogspot.com/2008/12/ediot-lasf-few-days-i-had-no-sleep.html
http://handescloset.blogspot.com/2008/12/russian-uskanka-my-lovely-diy-studed.html
http://handescloset.blogspot.com/2009/01/russian-ushanka.html
http://karlascloset.blogspot.com/


tamam "konsept" aynı, tamam "yırtık çorap, deri görünümlü tayt, zımbalar bilmem neler" ekipmanlar aynı, tamam ecnebi kız zaten blog takip listende var, tamam fontu da bi "closet"ten kapmışsın, kızın eski fontu hop almışsın falan, tamam bohem bohem bakayım da cool durayım olayını çözmüşsün, tamam hatta ingilizce bile yazma işini kotarmışsın, -kimdi o yazar kendimi daha iyi ifade edebiliyorum diyen, heh elif şafak-, tamam stil sahibi olmayı "vitrindekilere para verip giyeyim, bir de arada bir vintage diyeyim bitti" zannediyorsun da, tamam sitenin yeşil çimlerinde fotoğraf çektirince avrupai oldum zannediyorsun, tamam birebire yakın yapıyorsun gördüğünü de, tamam özgün olma iddian yok,
ama bu kadar olmaz ki:)
bari; "inspired by: fashion toast, am-lul.com, karlascloset and etc." gibi bir not düşseydin:)
yine de başarılı, ortaya karışık bir replika. tebrik etmek lazım.

aradaki 7 farkı bulana bir minik ödül:)

hamiş: yapımda emeği geçen ve iş arası kısa molalarda birlikte neşelendiğimiz deryikko'ya teşekkürler...

ben bu yaaaz...

ilkel, sakin, telaşsız bir tatil.
bilmem kaç yıldızsız hani.
gövdeyi güneşe nazır yaymak, sonsuz tembellik.
varsa hamak ona kurulmak.
bütün derdin hangi renk bikini giyeceğin
eşit oranda yanıp yanmadığın
ya da havlunu nereye koyduğun falan
en fazla "türk kahvesi mi içseeem neskafe mi"
yani basit seçimler, basit kararlar.
"napıosun"
"hiiiiç"
gazete dahi okumadan, yalnızca basit bulmacalar çözüvermek
zorlandığın yerde, onu da öylece bırakmak.
salatalar ve meyveler... serin serin.
yanaklarından akıta akıta karpuz. kırmızı kırmızı.
sürekli bir uyuma uyanma
ne severim ben havuz kenarında uyumayı
şezlongta ama, bi de batar sırtına bir süre sonra ve tatildeyiiiim diye hatırlarsın.
sonra cup suya!
bedenin bile yanar sıcaktan "coos!"
geyik geyik mazhar çalsın falan arkadan,
basbariton sesiyle, sabah mahmuru haliyle, geniş geniş
bir şeyler söylesin.
ayın kaçı onu bile bilmiyorsun.
tatilin biri, tatilin ikisi,
"ya kaç gün oldu sahi geleli"
saat desen anca: öğle yemeğine bi saat var
üstünde de uyduruktan güneşten solmuş bir şile bezi falan
tatil kokoşu ablalardan değilsin asla, olabilemezsin. o telaş tatil ruhuna uymuyor.
hem onlar yüzmez, cıp cıp ıslanır, bronz allık kullanır ve iri güneş gözlükleri.
ama sen de şıpıdık parmak arası terlikler, olmazsa olmaz.
saçlar keçe gibi olmuş tuzdan
cilt cillop
"amaa iyi gelioo sivilcelerimee" geyiği yine her yılki gibi.
burnun da tıkalı değil.
aldığın en harika nefesler,
hop dal çık ne astım kaldı ne tıkanıklık.
ha arada illa ki o yaza eşlik eden o yılın "hiti" şarkılar, banel serdar ortaç ya da illa ki tarkan.
günde yüzbin kere duymaktan ister istemez diline dolanır, tatile dönüş yolunda hop unutulur.
gece yıldızları seyretmek bazen altında uyumak.
şehirde göremiyoruz bunları muhabbetini bıkmadan usanmadan yinelemek.

ve tam bir hafta sonra, ne eksik ne fazla,
oh evimi özledim, istanbulumu özledim diyerek koşa koşa geri dönmek:)