The Good Wife's Guide


En son izlediğim bir belgeselde, kadın kendine harika bir mutfak önlüğü alıyordu.
Üzerine deryik'in son yazısı tuz biber ekti, aklımdaki bu yazıyı yazayım dedim.

Yukarıda gördüğünüz “the good wife’s guide” 1955 yılından. Daha net okuyabilmek için linki tıklayabilirsiniz. Maddeler gerçek üstü gibi gelmişti okurken, ama sonra üzerine biraz düşününce, hiç de değil. Şu an hala bunları düstur edinmiş hatun kişiler var. Hem de daha geliştirilmiş hallerini.

Benim durumumdaki gibi, etrafınızda yoksa eğer, kadın bloglarına bakmanız yeterli. Erkeğinizi elde tutma ipuçları. Yukarıdaki zamazingoyu günümüze uygulamak mümkün. Bir özet geçeyim.


The Good Wife's Guide, 2010

Yemeği bir akşam önceden hazırla. Tanrım ya o geldiğinde yemek hazır olmazsa?! Aynen yukarıda söylediği gibi “Most men are hungry when they get home and the prospect of a good meal is part of the warm welcome needed.” Bu işi sevmiyorsan da, sevmeyi öğren, hayatının geri kalanının büyük bir kısmı mutfakta geçecek, alış. Bunun için de; ankastreler, şık mutfak gereçleri gibi şeyler edinmekle başla. İşini kolaylaştıracak bilumum aleti satın al. Hem hamur yoğur, hem manikürün bozulmasın, bunu esas al. Hey bu işi hafife alma; “kalbine giden yol…” Organiksin, not et bunu lazım olacak. Bu dönemin modası bu, ona göre. İçinden üç kere “sağlıklı beslenmek” de, aferin. Öyle hep et, kurufasülye falan olmaz, sıkıcı ve garip sebzelerle farklılık yarat. "Biz brokoliye bayılırız" ailesi. Manavda falan pahalı sebzeleri tercih et. Aş kendini. Adını bilmediğin bir ülkeden ithal, nasıl pişeceği meçhul sebzeler alarak onu da zengin et. Saksıda dereotu yetiştir. Kocanı kötü besinlerle beslemek istemezsin. Hem bak bu ilerde kafasına kakmak için de bir koz senin elinde, “bir günden bir güne…” diye başlayan uzun nutuklar atabilirsin. Devamını “saçımı süpürge ettim…” diye sürdürebilirsin. Unutma bunlar çaresiz ev kadınlarının ortak dili. Ne kadar çabuk öğrenirsen, o kadar iyi. Ayrıca "ay hiç beceremem şekerim" elektriği vereceksin. Hani ilkokulda, hiç çalışamadım dediğin sınav için gecelerce uykusuz kalırdın ya, aynı mantık. Veya şimdi eşofman, dağınık saç, spor ayakkabı, "evden öylesine çıktım" imajı için saatlerini harcayanlar gibi. Ev işlerine takık değil gibi görüneceksin ama mükemmel olacaksın, hem şaşıracaklar hem iki kere hayran kalacaklar.

Kendine de dikkat et, gün içinde bilmem ne kadar su, şu kadar yeşil çay. Bir litreden çok, iki litreden az. Yetersiz beslenme ama çok da yeme. 34 bilemedin 36 beden sınırın, yine de kilo alırsan doğumdan falan mazeretin hazır; “beni böyle beğeniyor.” Bir yere not et unutma. Formda kalmak istiyorsan da “masraf çıkarma”, sabahları sizin tarikatın başkanı ablayla pilates yap.

Kremlerin, jellerin bitmeden hemen yenisi ısmarla. 1955’ten bu yana çok şey değişti, kafaya kurdele takmak yetmez bebek. Pratik ol, artık internet alışverişi diye bir şey var, yorma adamı. Aa hesaplı da olmalısın bak, indirimleri takip et, “ek” kartını bilinçli kullan, karttaki puanları harca, bedava kampanyaları kovala, bravo sana. Yaşın geçiyor kırışmaman gerek, onu da sakın atlama, zamanı geldi mi gözaltı kremleri. Yine de çok talepkar olma. Ne derdi annen; “elindekiyle yetinmesini bil”. Bunu günümüze şöyle uyarla; havuçtan krem, salatalıktan maske falan yarat. Bunun için televizyondaki öğle kuşağından veya internetten faydalanabilirsin. Yemekten artan malzemeler hop cilde, mantık bu.

Bütün bunları yap ama yorgun olma. Onu güler yüzle karşıla. Evi hazırla. Unutma, bu konularda iyi olduğun oranda ödüllendirileceksin. Öncelikle senin gibiler tarafından. Gıptayla bakacaklar sana. “Ay nasıl yetişiyorsun şekerim” Zaten asıl önemli olan, hemcinslerinin yaptığı baskı ve koydukları yazılı olmayan kurallar. Onları esas alacaksın. Ve ona gelince; belirli şeylerle ödüllendirecek işte; takı, parfüm, çok cömertse seyahat falan. Kızsal hediyeler. Bunları bonus toplayan mario gibi biriktir, gerektiğinde toplu ödeme yapması için uyar. Bir kız arkadaşına şöyle anlat mesela o anlar; “bla bla yaptı ama gönlümü aldı.” İşte bu içi geçmiş evliler arasında bir şifre ve “hata yaptı ama ödemesini yaptı” anlamına geliyor. Bu hesap, hatanın büyüklüğüyle doğru orantılı sayıda gül olabilir. Sonra “benimki hiç çiçek almıyor” deme. Kendi düşünemezse kapris yap, yoktan sorun falan çıkar hatırlat.

Arada kültürel aktiviteleri unutmayalım. Evdeki recep ivedik entel berk'e dönüşmeli. E bu kimin işi, bildin; tabi ki senin. Onu yontacaksın. Yer yer, tiyatro aktiviteleri, belli filmlere git, ama ev kadını kendi başına gitmez, adamı da sürükle. Unutma, ev hanımı kültürlü olur, ilerde çocuğunuzu kurs kurs gezdirirken bunlar hep lazım olacak. Kızımız Biriçimsu piyano çalıyor, at biniyor, hatta yetmedi devekuşuna geçti. Bunlar hep gurur vesilesi, o yüzden o kütükten bir sanat eseri doğurabilmek için, onu da biraz yontman gerek. Çocuğun notları 90'dan 80'e düştüğünde tutacağınız öğretmeni seçmek için donanımlı olman gerek.

Bak ne diyor yukarıda, soğuk aylarda şömineyi falan hazır etmeli. E şimdi farklı durum ayak uydur, evi bile ısıt, gerekirse kendini yak ama bunu ihmal etme. Sakın! Gerektiğinde ondan önce yatarak yatağı ısıt, gerektiğinde sıcak su torbası yap, ona iyi bak. Hastalanırsa, "ah çocuk gibi çok nazlanıyor" geyiğini illa ki yap ve "bensiz yapamaz bu"yu da ucuna ekle. Neydi atasözümüz: “Yuvayı dişi kuş yapar.” Unutma. Hani vardı ya reklam, mutlu kadınlar delirmiş bir halde şarkı söylüyordu “evimde mutluyum beeen” Hayır canım, tabi ki senin hayatın “monoton” değil, kim demiş? Hatta çok “yoğunsun”. Bu cümleyi içinden tekrar et, mantra yap, kendin de inan. Seninkinden farklı bir yaşam seçen hemcinslerine hep bu mesajı ver; “bilmemkimgillerin oğlu evleniyor, ajandama yapılacakların listesini yazdım” falan de. Yani sen de en az onun kadar önemli bir şey yapıyorsun, hatta daha önemli. Gece yatarken ertesi günkü işleri planlayarak kendini hipnotize et ve yorgunluktan uyuyakal. Çok bunalırsan, perdenin desenlerine dal git, hatta üşenme kalk yıka ütüle, olmadı nevresimlerde hayatın anlamını ara, bornozların kokusunu içine çek, halılarında tarzını yansıt. Bul işte bir şeyler. Bugün kendin için bir şey yap, bir çılgınlık yap ve yumuşatıcını değiştir mesela. Veya her hangi bir “marjinal” mutfak objesine histerik bir tutku falan duy. Ne yap ne et onu aldır. –fiile dikkat, al değil, aldır, hani bir reklam vardı yine; “beni otomobillendir” işte öyle-

Zaten söylememe gerek yok, bütün dekorasyonun kendi zevkine göre olması, seni “yansıtması” için elinden geleni yaptın mutlaka. Sen seç hepsini ve “her şey istediğin gibi olsun dedi” diye girdiğin ortamlarda gururla paylaş. Anlaşıldı mı?

Onu gördüğüne sevin! Evet! İşin bu senin! Yukarıya dikkat; bak ne diyor: Let him talk first- remember, his topics of conversation are more important than yours. İşte bu kadar. Onu rahat ettir. Bunu da fark ettirmeden yap. Gözüne sokma yani olmaz. Baskı hissetmesin. “Dört dörtlük” ol. Kendi sorunlarını kendine sakla veya kuaförüne anlat. Ya da nadiren senin gibi evli kadın arkadaşlarınla buluş, buluş dediysem ev ziyaretleri veya bir kahve içimi. Ve o eve dönmeden eve dönmüş ol, asli görevlerini unutma. Sorun dediysem, sakın kulağına küpe olsun; "kimse yoğurdum ekşi demez." Kendi evliliğinden bahsetmeyeceksin, sorun mu o ne ki, senin hayatın mükemmel, bahsetsen de "bir arkadaşım anlattı" sendromuyla paylaşacaksın. Kuaför ve alışveriş başlıca "outdoor activity" senin için. Alışveriş diyerek geçme, indirimler takip edilecek, en yeni alışveriş tapınakları belli sıklıklarda ziyaret edilecek, kampanyalar, yeni açılan yerler kaçırılmayacak. Bu arada evin patronunun verdiği elektriğe göre, yer yer bonkör yer yer tutumlu davranılacak.

Romantizm! Mutlaka "evliyiz ama biz hala aşığız" mesajını vereceksin. Bunun için yapman gereken şey basit, evdeki malzemelerle bile olur: mum! Evet. İki mum yakmak, loş ışık, belki şarap, saçma saçma birbirinizin gözlerine bakıp, tanıştığınız gün kim ne giymişti gibi şeyleri anmak evlilikte romantizmin gereklerinden. Bu anları mutlaka fotoğrafla. Kendin için değil, unutma hiç bir şeyi sadece kendin için yapmayacaksın, "çocuklarınız için" İlerde bakıp "annemiz babamız ne mutluymuş" demeleri için yap bunu. Ve bunları facebookla duyur; "balayımız" , "evlenme teklifi ederken" gibi acaip albümler yap, bunlar yıldönümlerinde güncelle ve status olarak da bunları yazarak herkese ilan et. Hatta tek başına isim bile alma, ben-kocam-soyadımız şeklinde hesap aç.

Dergileri takip et, tarifleri biriktir, mutfakta da harikalar yarat, yanılma payın yok sakın ha. Bazen “eline sağlık” diyebilir, tabi yemek yeterince iyiyse. Asla sadece emeğin takdir görmesini bekleme, emek yetmez; mükemmel olacaksın sen! Hatta “mutfak masrafından arttırıp” para bile biriktireceksin. Zorlanmayacaksın korkma, kendini bildiğin zamandan beri arkadaşların sokakta düşüp kalkarken sen hanım hanım bir kız olarak evcilik oynamayı tercih ettin, şimdi ektiğini biçeceksin. Barbi’ydi senin idolün! Ondan iş bekleme, hayatı paylaşmak falan unut bunları, seninki bir tür şirket. En fazla Amerikan filmlerinde gördüğün, sen mutfaktayken, salataya yardım etme sahnesini yaşarsın, o bile çok sana. Bunları yap ki, eve koşar adım gelsin. Seni sevdiği için falan değil, kaçıncı yüzyıldayız, bu bir yarış, ev mükemmel olsun ki, o da seni seçsin. Seni seçerek seni onurlandırsın. Aferin anladın.

Bir de bu dönemin modası; sürpriz yapmak, şaşırtıcı olmak. Beklenmedik şeyler. Ne bileyim işte, çok yaratıcı olmana gerek yok, sevdiği bir yemektir, arkadaşlarını eve davet etmektir falan öyle şeyler. Ya da en fazla cebine notlar falan koymak. Öyle abart ki, ofiste post it görünce, seni hatırlasın. Sen de kendi dünyan çerçevesinde onu ödüllendir. Gömleklerini hep ütüle mesela. Öyle iyi ol ki, "benden başkasının ütüsünü beğenmiyor caanım" desin.

Modayı takip et ama masraflı olma. Birkaç hobi edin kendine ama sakın bunlar yelkencilik, satranç, yamaç paraşütü falan gibi şeyler olmasın. “Evli barklı kadın”sın sen unutma, ahşap boyama olur, takı olur, en fazla bir hovardalık yapar seramikle ilgilenirsin, o kadar. Bu konuda da gündemi takip et, nasıl annen zeki müren kirpiği örneği için çabalıyordu, sen de yapacaksın bunu. Baktın herkes topraktan tırtırbitör yapımı dersleri alıyor, ne yap et sen de al. Spor yapacaksan bile, illa ki fitness amaçlı olacak. Sınırını bil ve aşma. Eve koşu bandı gibi çözümler düşünebilirsin. Sadece kendin gibilerle görüş, çemberin dışına çıkma ve onlarla yarış, birbirinizi aşın hep. Kazara çalışma hayatı deneyimi yaşasan bile, -ki bunu da yine hobi düzeyinde yapacaksın- sakın evi ihmal edeyim deme.

Yine bu günlerin moda bir mevzusu var; geri dönüşüm. Şimdi geri dönüşüm dediysek çok fazla bilinç beklenmiyor senden. Korkma. O erkek işi. Ülkede plastik geri dönüşümü durumu, çöp ayrıştırmak, atıklar, nükleer santraller gibi konulara kafa yormana gerek yok. Kafa yormak demişken, siyasi mevzularda da “üç çocuk yapın” üzerinden, seni ilgilendiren mesajları al, ufak tefek zam haberlerinden enflasyon hakkında ahkam kes arada, gerisine karışma, kime oy vereceğini falan sen bilmezsin, beyin bilir zaten. “Biz bilmem kimi destekliyoruz” diyeceksin, unutma simbiyotiksiniz.

Geri dönüşüm diyorduk; yapacağın şey basit, kilometrelerce öteden bir sürü yakıt harcayarak gelse bile adı “organik” olan kozmetikleri tercih edeceksin. Ve daha önemlisi; evdeki her şeyden başka bir şey yapacaksın. Bunlar kesinlikle birbirinden alakasız ve saçma olacak. Aa, senin o yaratıcı insanlardan ne farkın var; adına da tasarım diyeceksin. Örnekliyorum, pet şişeden gazetelik, kutu koladan çanta, çöp torbasından kitaplık, sigara paketinden bardakaltlığı, şişe kapaklarından kolye… Bak bir sürü örnek var. Yapabilirsin!

Bunlara nasıl yetişeceğim diye sorma, zamandan bol neyin var ki? Boş zamanın çok senin. Yetişemediğin yerde “kadın” alırsın. (O yardımcı ablalara neden “kadın” denir sahi?) Oh dört koldan temizlersiniz. Evin tanrısının toplamda 3 saat ve onu da aynı koltukta oturarak –tabi ki çünkü çalıştı geldi, yorgun, dinlemesi gerek- vakit geçirdiği evin her köşesini pırıl pırıl yapmalısın. O elinde kumanda maç izliyor olabilir, kendi geğirme sesinden seni duymuyor bile olabilir, hemen bir önceki maddelere dön, “onun anlattıkları daha önemli”, derhal gülümseyen bir ifade takın ve tvnin önüne attığı çorabı kirli sepetine alfabetik sırayla yerleştir. Ha televizyon demişken, gün içinde izliyorsan bari faydası olsun Derya Baykal izle, sınıf atlayasın varsa, Martha teyzene takıl. Gündemi takip et, senin gündemin diziler, yoksa arkadaşlarının sohbetinde sınıfta kalırsın.

Kitap okuyacaksan, dizinde battaniyen, yanında kahven, ev içinde bir konsept yarat ve dışına çıkma. Tabi öncesinde işlerini bitirmiş ol ve bunu “dinlenmek” için ayırdığın vakitte yap. Kitabın da aklını çok yormasın, bestsellerları takip et, hem diğer “evli” arkadaşlarınla konuşacak bir şeyler olur, hem de aklını asıl düşünmen gereken şeyler yerine onlarla meşgul etmemiş olursun tamam mı? Naz, niyaz, ağırdan satma mevzularına hiç girmiyorum, işini bildiğine eminim. "Zamanında peşimden çok koştu" diyebilmeni sağlayacak adımlar at. Olmadı git kendine bir cosmopolitan al, en sevdiğin kahveni “yudumlarken”, öğretileri yaşamına adapte et. –kullandığımız fillere dikkat, kahve içmek değil, yudumlamak-

İşte bütün bunları mükemmel bir şekilde yaptıktan sonra, neredeyse mükemmel kadın olacaksın! Ve o zaman eskilerin “ev hanımıyım” diyerek geçiştirdiği o şeyi üstü kapalı söylemek yerine, vurgulayarak söyleyebileceksin, sen müdür karısı olma vasfını göğsünü gere gere taşıyacaksın, çok sıkıştığında “her başarılı erkeğin arkasında…” kartını kullanacaksın.

Sakın “nasıl, neden ve ne uğruna var olmak istediğin” gibi detaylar üzerine kafa yorma. Birey olmak gibi amaçların yok, çıkar aklından. Aslında senin bir amacın da yok. İlk gençliğin boyunca, baban karar verdi her şeye, şimdi de hayatının bir bölümünü bir erkeğe endeksli yaşayacaksın, sonra çoğalacaksınız, “ona iki çocuk verdim” başlığı altında, yaşamının geri kalanını başka bir kaç canlıya –evlat önce gelse de, kocanın pabucu dama atılmayacak unutma- adayarak geçireceksin. Yukarıda da söylendiği gibi; a good wife always knows her place.

İşte, Good Wife’s Guide 2010.

Başta belgesel demiştim; işte belgeseldeki kadın üzerinde “sexy women have messy kitchens” yazan bir önlük alıyordu kendine. Gülen, mutlu, bir sürü çocuğuyla kocaman bir evde şen şakrak yaşıyordu. Karman çorman. Yaşayan bir ev. Capcanlı. Dağınık bir evde yaşanmışlık vardır çünkü, evi temizlemek ruhunuzu temizlemekle aynı kapıya çıkmaz, veya evini düzeni oranında düzenli değildir hayatınız, geleceğiniz.


Ben mi? Ben dağınık mutfağım, yarım battaniyem, benden iyi yemek pişiren sevgilimle çok mutluyum. İyi ki, birbirimize beklentiler listesi sunmuyoruz ve tabi hayal kırıklığı da yaşamıyoruz ve iyi ki, bu alışveriş hallerinden uzak bir yaşam kurduk.








05012010

Sanki yumuşacık bir bulutun içindeydik. Pofuduk.
Ve orada zamanı unuttuk. Gece ve gündüz karıştı.
Dinlendim, harika filmler izledim, kitaplar okudum, uyudum, uyandım, sevgilim şahane şeyler pişirdi ben yedim. Sürekli evde olması çok tatlı bir durumdu. Biz minicik kutumuzda, binlerce yıl hiç dışarı çıkmadan yaşayabiliriz sanırım.
5 gün boyunca toplamda 1 saat bilgisayar kullandım. Bolca ve sakince uyudum. Cici kurabiyeler pişirdim.
Emekli olmuşuz da, balık tutmaktan yeni gelmişiz gibi. Dışarda mevsimler değişmiş, biz hiç fark etmemişiz gibi.
Yeni kelimeler özleyecek kadar dinlendim. Çalışkan arı olmaya hazırım.

Yeni yıla harika başladık.

Lalalalalaaaaaaa!

"open up your heart"

Günaydın,

2009’u tam da istediğim gibi bitiriyorum.
Birikmiş işlerim tamamlandı. Yılın son gecesini de, çalışarak, sevdiğim işi yaparak ve mutlu bir yorgunlukla sabaha çıkardım.
Yılbaşı çılgınlığını pek sevmem, ama zaman muhasebesi yapmayı, planlar, hedefler, istekler belirlemeyi, kendimi yenilemeyi, zorlamayı severim. O yüzden her yeni yılın getirdiği başlangıç hissini de. Her Pazar akşamı haftayı değerlendirmeyi, gelecek hafta için iş planı, menü planı, istek planı, bütçe planı yapmayı sevdiğim gibi.

Bazı üzüntülerimiz, kayıplarımız oldu hayatın genelinde olacağı gibi, ama güzel bir yıldı. Kırmızı kaplı defterime baktım, yazdığımı bile unuttuğum dileklerim olmuş, hedeflerimin çoğunu gerçekleştirmişim, verdiğim kararlardan caymamışım. Birilerine kızmışım, birilerine üzülmüşüm, gezmişim tozmuşum, ama bir şey değişmemiş; Birini yine hep daha çok sevmişim. Hep daha çok.

Şimdi bugün dinleneceğim ben. Yine eski yılın muhasebesi, yeni yılın planları, umutları. Uyuyacağım, güneşte yürüyeceğim, film izleyeceğim.

2010’a çok fena hazırım:)

Bu da yılın son şarkısı:

http://www.youtube.com/watch?v=m4tcRlHY-3Q

Dinleyemeyen posta kutuma not bıraksın, yollarım.

Afm Fitaş Hamamları

Uzun zamandır sinemaya gitmemiştik. Vakitsizlikten değil sadece, evde izlemenin konforundan belki. Eskiden günaşırı giderdim. Bayılarak. Zevkler, alışkanlıklar çok değişiyor.

Velhasıl Avatar'ı bahane ettik, sinemaya gittik.

Sorumsuzluklarından kaynaklanan bildik olaydan beri, Fitaş'ı bir sevmeme nedenimiz daha vardı. Ki zaten, pera, emek, atlas gibi ruhu olan salonlar varken tercih etmiyoruz. Alışveriş merkezinde sinemaya gitme alışkanlığımız da yok. Ruhsuz, saçma. Fastfood yemek artı sinema halleri bize göre değil.

Neyse, dün akşam bir gaflet, gitmiş bulunduk. Ne lanet bir fikirmiş. Fotosentez yapamadığımızı unutmuşuz. Rahat 500 kişinin olduğu koca salonun klimaları "nedense" çalışmıyordu. İlk bölümde (hala filmlere ara verilmesini anlayamıyorum da o ayrı bir yazı konusu) korkunç bir durumdaydık. Bir kaç yıl önce olsa, o astım krizlerimden birini yaşardım. Büyük ölçüde iyileşmiş olmam şanstı sadece. Ara verildiğinde, bir kaç kişi uyardı, açacaklarını söylediler. Film başladı, yok resmen üç boyutlu gözlükle birer kese verseler olacakmış, gözlük camları falan buğulanıyor öyle bir iğrençlik. Yarısında çıkardık ama o kadar saygısız değiliz ve hareket kabiliyetini kısıtlayan daracık koltuklar, koridorsuz salon zaten buna izin vermiyordu.

Çıktığımızda ilk konuştuğumuz görevli "napiyim o zaman gelmeyin siz de..." dedi, bir diğeri de; "kem küm gak guk" dedi. Bir açıklama, hiç değilse "arıza vardı özür dileriz" gibi cümleler yoktu.

Üç boyutlu bilmem ne filmi gösterseniz de, ilkelsiniz işte. Sorumsuz, ilkel, berbat, kabus, kötü, özensiz, savsak... Hepsi bir pakette. Nefes alamıyoruz yahu! Nefes alamadıktan sonra, ne film ne başka bir şey. Ne sineması, ne bilmem nesi, basbayağı bir ticari kurum ve daha fenası, kötü bir ticari ruhum, kalitesi günden güne düşen ve müşteri memnuniyetini önemsemeyen.

Dilerim bir gün hepiniz ekipcek, o havalandırmasız salonlarda 3 saat kapalı kalırsınız da anlarsınız.

Afm sinemaları mı?

Gitmeyin. Gitmeyin. Gitmeyin.

yorguuun

En son geçen hafta kuaföre gitmiştim. O günden beri dışarı çıkmadım. Yaklaşık 10 gündür bitkisel hayattayım. Arada, kuzen, öğrenci, postacı falan geldi bir kaç kez. Gecem gündüzüm karıştı. En son bu kadar yoğun bir şekilde, bir yıl önce çalışmıştım ve yeni yıla böyle girmiştim. Yine aynısı. Ev berbat. Ben daha berbat. Gözümün altında mor halkalar. Yapılmayan maskeler, sürülmeyen kremler. Kendim için yaptığım tek şey, lens takıp çıkarmak. Onu da ileri derecede dört göz olduğumdan unutmuyorum. Evet şikayet ediyor gibi duruyorum farkındayım, ama yakınmaya ihtiyacım var. İşimi seviyorum. Mutluyum da. Sadece aşırı yorgunum. Aşırı bitkin. Aşırı uykusuz. Yorganın altında üç gün uyuyup uyanıp insanı o en yormayan kitaplar okumak, okuduğum kitapta imla hatası veya anlam bozukluğu falan bulmamak, hayal kurup dinlenmek, kitabı kafamdan tekrar yazmak istiyorum. Acilen kendimi toparlamam gerek. Daha 2010 ajandamı alamadım. Ekmek yapmak istiyorum, bugün yapamadım, hızla akşam olmuş. Battaniyem duruyor. Aslında dizimi örtüyor artık :) En son izlediğim film gerzek bir şeydi. Dizi dersen, fringe izliyorum, o da yemek yerken. Sevgilimi özledim. Boş boş oturmayı özledim. Boş boş otururken bile hani okulda ertesi gün sınav vardır bilirsin, ders çalışmasan da içini bir şey kemirir o hisle oturmak da sinir bozucudur. Aynen öyle. Birikmeyen ütüler istiyorum, hop kendiliğinden ütülenen. Bir aydır bitmeyen bir kitabım var, söylemeye utanıyorum. 10 Muharrem geliyor, aşure yapamadım. Aralıksız çalışıyorum, ara verirsem, anca kişisel işlere vakit buluyorum, ev zaten elleri kolları olan ve bakıma muhtaç bir organizma, bunu da hala anlayamıyorum.

Neyse işte, bu yakınmaların sonucunda bu akşam itibariyle maratonum bitiyor. Kutlamaların ilk ayağını, evi insani koşullara getirerek başlattım, devamı ise son derece sığ bir şekilde, elimde battaniyem batıp çıkarak, "ulan bu bihter niye hala yürümeyi öğrenemedi", "sinirlenmekten anladığı bakışlarını bir noktaya sabitleyip dudaklarını büzüştürmek" falan gibi banel yorumlarla aşkı memnu izleyerek sürdürücem. Sonra artık yeterince şanslıysam, belki bir kaç gün buralardan uzaklaşır mıyız bilmem. Aslında yetişmesi gerekenler yetişti ya, şu an yeniden on kaplan gücünde ve mutluyum.

La la la la laaaaaaa!

lütfen

* Saba tümer'e rica: sooonaa değil: sonra. "Eee soonaaa pekii?" değil. Son-ra. Hiç zor bir kelime değil. "Soonaaa" diyerek keşfedilmeyi bekleyen manikürcü kıza benziyor farkında değil.

* Mehmet Ali Alabora'nın, korkunç yürüyüşü ve konuşmasıyla oynadığı reklam yok olsun. Aile torpili gibi bir faktör olmasa hiç bir yerde göremezdik kendisini sanırım. Aşırı antipatik. Hödö hödö bir yürüyüş. Bankadan da soğutur.

* Aynı türün bir diğer örneği olan -ki ne kadar da denklermiş birbirlerine meğer- doğa rutkay insanı gülmekten soğutan kahkahasıyla bir mağaraya saklansın, kalan ömrünü orada geçirsin. Oynadığı reklamda, kredi kartı ve "babanız yapmaz" diye parlak bir fikir zannetikleri kabus espriyi 5000 reklamda daha kullanmasınlar lütfen. Ve babası lütfen bir kerecik "kendini" oynamaktan vazgeçsin.

* Turkcell'in 3g reklamları ne kadar antipatikse, Vodafone'unkiler bir o kadar sempatik. Hakkı devrim'in "nasılsın evlat" dediği yere bayılıyorum. Şafak sezer'in taklitlerinde gülmekten ölüyorum.

* Toyota reklamındaki deniz özbey sesi, hep fon müziğimiz olsun. Kendisini ne çok özlediğimizi hatırlatsın.

* 1 Kadın 1 Erkek artık bitsin, tadında kalsın.

* Paranormal Activity'i kimse izlemesin. Korku filmi değil, komedi filmi. Ve bütün sorun, kadının yatağın yanlış tarafında yatmasında, olayın çözüm noktası bu bence.

* "Elimi siz tutar mısınız" diyen lösemili çocuk içimi parçalıyor, ne konuya ne amaca odaklanabiliyorum, kalbim lime lime oluyor. Çocuk üstünden duygu sömürüsü odaklı reklam yapılmasın.

* Lost artık başlasın.

* Biri acun'a "yetenek sizsiniz"in korkunç bir kelime oyunu olduğunu söylesin.

* Evet, bir kelime oyunu dehası daha; "cincincincincin çıkıcak"lı reklam. Hangi beyin fırtınasında esti çok merak ediyorum. "Jean, e cin gibi, jean jean çıkıcak, cincin çıkıcaaak, şarkı da olur lan bu, evrekaaa!"

* Okan Bayülgen haftada 6 gün program yapsın. E 1 gece uyur ya da dışarı çıkarız:)

* Sinemalardaki birbirinden berbat ve özensiz türk filmleri istilası kalksın.

* Yılbaşında televizyonlarda bir kerecik; embesil dansözler, korkunç şarkıcılar, canlı olmadığı halde yeni yıla saniye saymalar, bilumum saçmalık olmasın, bir kerecik.

* Digitürk yağmurdan, fırtınadan etkilenmesin.

Ve artık kar yağsın!

18122009

*Vapura bindim bugün, fındık kabuğu gibi sallandı. Evet karşıya geçmek için en ideal gün değildi ama işim vardı. İçim ürperdi bir ara. Ben gidersem ne yapar acaba diye düşündüm. Hiç aklımıza getirmediğimiz haller. En sevdiğim şey, vapurda tost yemek, vapurda kahvaltı etmek... Bugün sahlep içen çoktu, pek sevmem ama üstüne döktükleri tarçın şahane koktu.

*Yağmur bir anda boşanınca, kadıköyün en bi' seller sular bölgesinde, neden 5 boş taksinin beşi de almaz:) Taksiciler bir garip yani:) Neyse ki bunu gören 6. merhametli taksici hooop duruverdi.

*Son keşfim Francala bu arada! Şahane bir ekmek.

*Dün geceki Şebi Aruz törenini kendi olağan kongresi zannederek konuşmasını uzattıkça uzatan siyasileri bal yapmaz arı ilan ediyorum. Rica ediyorum seneye de konuşma yapacaksanız, "bu topraklarda yetişen" mutasavvıf olarak "hacı bektaşı veli", "yunus" ve "mevlana" diye saydığınız üç isme bir yenisini ekleyin. Bu da size ödev olsun. Daha bir sene var, vakit uzun yani.

*Biz bugün, her yeri sel götürürken, birileri şikayet ederken, sokakta şemsiyeler satılırken, insanlar koşa koşa yağmurdan kaçarken; sakin, telaşsız, konuşarak, gülerek, ıslanarak, adım adım, yağmurda yürüdük. İstiklal'e yılbaşı gelmiş...

*Geçen yıl beni bezdiren bir belgesel serisinin devamı geldi. Konu Naziler. Onlar hakkında toplamda 20 saatlik iş yaptım. Herkese hitleri anlatıyorum bu aralar:)

*Bir kaç haftadır çok yoğun çalışıyorum. Klavyeye günde kaç bin tık yapıyorum saymak imkansız. Dün bir ara klavyeme acıdım, yenilesem mi, harici mi kullansam falan, tıp tıp aşınıyor tuşlar... Kelimeler çok bin, hepsi birbirinden keyifli. Çok yorucu ama çok tatmin edici. Az uyku. Kahve de içmiyorum, "iş yetişecek" cümlesi otomatik kafein etkisi bende.

*Animal Planet izleyen varsa şu sıralar bana el sallasın:)

İşte böyle.


Bir haftadır çok uykusuzum. Yattığım yeri bilmiyorum sanki gece. Ki çoğu zaman da günler ve geceler karşıyor. Geç yatsam da erken kalkıyorum sonra gün içinde hop fişim çekiliyor uyuyakalıyorum, kısa bir uyku sonra uyan hop yeniden. Kahveye bile ihtiyaç duymadan çünkü yetişecek şeylerin varlığı bünyeme kahve etkisi yapıyor. 3 makine ütüm var, bakışıp duruyoruz, ütülenmeyi bekliyorlar, içilerinden lazım olanları ütüleyip giyioruz onlarla ilgilenecek vakit yok.

evren yaz 0000'a yolla, "ışık" cebine gelsin!




Ben şu evrene mesaj gönderme hadisesini bir türlü anlayamadım, anlayamadım, anlayamadım. Benim bildiğim bir merci var, dilek, istek, talep ve benzerlerini direk oraya iletirim. Direk. Mektubun yanlış adrese gitme riski yok. Bazen olduğu gibi anlatırım, bazen naz yaparım, bazen mektup yazarım, bazen olgun davranır sadece ister ve beklerim. Şimdiye dek, boynum bükük döndüğüm, geri çevrildiğim hiç olmadı. Kafama takılır bir şey, içinden çıkamadığım olur, sorarım, sessizce beklerim, yanıt mutlaka gelir. Beni cevapsız bıraktığı hiç olmadı. Karanlık bir odada çaresiz kaldığım ve köşeye sıkışmış hissettiğim hiç olmadı. Umutsuzca bir şeyleri tırmaladığım, asıldığım veya dolap beygiri gibi aynı yollardan geçip durduğum, aynı duvarlara çarptığım hiç olmadı. Haliyle hayatın getirdiği zor günlerim olduğunda bile huzurum hiç kaçmadı. Bu yüzden başkaları “çok güçlüsün” dediğinde şaşırırım, çünkü güç hani moda deyimle “içimde” değil benim, Kalbimdekinde. Bu nedenle de bitimsiz.

Yok anlamıyorum. Bin yıllık geleneklere, istediğin şeyin resmini çizip ağaçlara bağlamalara burun kıvıran sosyetik ablalar, aynı şeylerin fotoğraflarını bir dergiden kesip ajandalarına veya görebilecekleri bir yere yapıştırınca mı sevimli oluyor? Ağaca çaput banel, “wish list” elit. “Aaa bizim oralaaada buna okuyan bi’ tiyze var, okutalım seni gari” diyen teyze komik ama “enerjiyi hissediyor musun sağ elimden geliyor” diyen garip ve robot gülümsemeli kadın/adam güvenli öyle mi? “Suyun bile enerjisi var, güzel şeyler düşünerek içersen bla bla…” diye şifa ummak çağdaş, ama sınava girerken okunmuş şeker çağdışı? “Olumsuz konuşma kötü şeyleri çağırıyorsun” mu doğru bir cümle yoksa yüzlerce yıl önce, zatına bu çekirdeklik yazımda adını geçiremeyecek kadar titrediğim Birinin “ya hayır konuş ya sus” cümlesi mi? “Yediklerimizin enerjisi var”ı ben emekle kazanılan helal gıdaya bağlıyorum, daha net bir denklem değil mi? İstihare yerine, “rüyalarımız biziz, kontrol edebiliriz” mi daha havalı geliyor anlamıyorum. Çaput anane işi ben en iyisi çakra açayım!

Kuantum fiziğinden çıkıp bana zaman yolculuğunu anlatırken komik olmuyor musun sence? En çok da bana anlatırken, çünkü en yakın örnekle Çanakkale savaşındaki zamanın neresinden geldiği bilinmez askerlerin hikâyeleriyle büyüdüm ben, o topraklar benim evim, zaman yolculuğunu senden dinleyemem. Bin yıllık hissikablelvukuyu “her şey enerji, hiç tam da düşündüğünüz birinden size telefon geldiği oldu mu” diye anlatmayın bana. Ya da o pembe kitabı okuduktan sonra “aaa tasavvufta da var bunlar” demeyin, “da var” evet, ya sabır. Güldürmeyin kuzum. Nedir yani biri çok “cool” diğeri demode mi? E haliyle, “güneşe selam” verirken fotoğraf çektirmek çok huzur verici ve normal, ama ne bileyim, vaftiz töreni, hanukkah veya hadi klişe örneği vereyim namaz kılarken koymak bööğ! “Din değil yol” savunması bütün bunların kaynağını gayet dinsel ritüellerden aldığı gerçeğini ve uygulananların din kaynaklı oluşunu değiştirmiyor üzgünüm. Tamamen sınıf meselesi değil mi bu o zaman? “Selam bu benim papaz, beni okurken” fotoğrafı hiç görmedim ben. Ama benzer şifa seanslarına dair her şey gayet afişe. Uzakdoğu felsefesi mi? Doğu sensin bizzat farkında değil misin uzağa gidiyorsun?

Tüm öğretiyi biliyorsan, farkındaysan hadi bir derece ama pilates kursunun yanında indirimli geldi diye Çin yılı kutluyorsan, komiksin işte. Detoks paketinin yanında olumlu enerji dersleri almak tamamen basitlik. Samimiyet varsa, zaten bütün hayat Konfiçyus ilkeleriyle yaşanabilir, bunu anlarım ama rengini sevdi buda heykeli, moda diye feng shui, ah xmas geldi ağaç alalım, şuraya da bir semazen biblosu koymalı karmaşasını anlamıyorum. Oturduğun şehir bile estetik kaygıdan uzak, apartmana sıkışmışsın, bilmen neyin güneşe bakıyor, aferin sana! “Tütsümle şifa dağıtıyorum” bravo, mumlarını da yak konsepti tamamla!

Çilek perilerine inanıyorum demek bile daha mantıklı geliyor bana. En azından bir temele dayanıyor. Hiç değilse net. “-Mış gibi” yapmıyor. Evet, bir din yok, “ah bu bir yoldur, din değil…” durumu ama basbayağı en ilkel dini ritüelleri daha çarpık bir şekilde uygulamak bana samimiyetsiz geliyor. Bu şey gibi, batılı birinin kendini sufizme adayıp, aradan tanrıyı çıkararak “ah döne döne dengemi buldum mary” demesinden farksız. Ortadoğu yodası da Mevlana mı yani? Bu kadar basit mi bu işler?

“Evrende serbest bir halde dolaşan enerji” ifadesini de ayrı bir başlıkta inceleyebiliriz. Neden serbest, neden dolaşıyor, yorulmuyor mu, amma gezenti vesaire. Bana bu isim tamlaması bir korku filmini çağrıştırıyor anca, veya olsa olsa manşetten bir üçüncü sayfa haberini; “evrende serbest halde dolaşan enerji bugün de rahat durmadı. Üç kızı nehirde boğan e.s.h.e.’nin eşkâli yine belirlenemedi.” Enerji serbest ama enerjiyi aktarana para veriyoruz neden? Cem yılmaz’ın esprisi geliyor aklıma: “Sevgi? İçinde. Kdv? İçinde, içinde.” Evrendir, torpildir dendiğinde “burada da mı torpil yetti be” diyesim geliyor, çok mu basitim? Secret evet, çözmüş, borsada tüyo veriyor sanki. Uçan Spagetti Canavarı bunlardan mantıklı. Ona inananları çok daha samimi buluyorum. Bunların hiç birine inanmayanı da.

Mesela bu çekim yasası “başkasının derdini dinleme ve konuşmasına da izin verme, bu olumsuz şeyleri çağırmaktır” diye fısıldıyor ben mi yanılıyorum? “Ben olumsuz şeyleri, dert anlatan insanları sevmem, dinlemem çünkü enerjimi düşürür” diyen sözde “pozitif” insanlar çoğalmadı mı sizin etrafınızda? Bencilliğe övgü, bravo. “Haber izlemem ben moralimi bozuyor” Evet, bravo sen kafanı kuma gömünce, şehit annelerini izlerken kâh ağlayan kâh ağız dolusu küfreden –pardon negatif enerji oluyordu değil mi- kişiden daha üst seviye insan oldun, tebrikler, 10 points. Evinize, hayatınıza şiddeti alın demiyorum, sadece bu “kumda oyniyim çöp batmasın”cılığı anlamıyorum.

Nedir olay, okuduk ettik, evrene doğru mesaj gönderelim, dilediğimiz olsun. Bir boşluk, bir bulutsu hal, bir tembellik, bir ayakları yere basmazlık. Kaygan bir zemin. Amaç aradan yaratıcıyı çıkarmaksa, eyvallah anladım, baştan niyeti belli edin de biz kurcalamayalım. Bu bana, ne yemek pişmesini istediğini evin annesine veya yemek işlerinden sorumlu bir diğer kişisine “bana makarna yapsana” diyerek net bir şekilde belirtmek yerine, kendi kendine makarna meditasyonu yapan bir çocuk olarak evde dolaşmak gibi geliyor. “Makarnaaaaa… Makarna… İnanıyorum bir gün yiyeceğim” hali. Evet bütün kozmik güçler birleşecek ve makarna yiyeceksin. Kesin! İşte tam da bu yüzden birilerinin ruhu gökyüzünde kanat çırparken, sen o kitapları okuyorsun, okuyacaksın. Anca işin felsefesinde kalırsın. İlk durumda hiç değilse seçenekler belli, evet makarna yapılır, hayır anne yorgundur makarna başka zaman sarkar, hayır evde makarna yoktur gidip alınır, evet makarnanın yanına bir de köfte patates eklenir, hayır sağlık sorunuyla ilgili bir diyet makarnayı yasaklamıştır olmazdır. Bunlar ihtimaller ve ilk seçenekle bir sonuca ulaşıyorsunuz. Diğeri peki?

Hangi isteğin hangi adrese gideceği belirsiz, evrene yolla dostum! Sal gitsin, serbest enerjiyle kol kola gezsin. Tralalalala! İsteklerin sadece “zengin olmak, koca bulmak…” minvalinde olmasına hiç girmiyorum. Dünyevi mevzular. Sen iste yeter. Evren bilir! Kim o, tanışsak ikna ederim onu ben belki? Benim ruhumdaki sistemde, her konuda danışacağım adres ayrı ve bellidir oysa. Bu yüzden yolladıklarım bumerang olup gelip yüzüme çarpmaz.

Secret, karma, çekim yasası, men dakka dukka, hepsi aynı; eden bulur. Sen neysen, hayatın odur. Eyvallah. Ama şimdiki metotlar, bununla yüzleşmek yerine, kafanı kuma göm, kötü biri varsa yolunu değiştir, görmezsen o değilsindir, bak kurtuldun’u öneriyor. Bir de kendimi hangi sisteme ve doğrular silsilesine göre değiştireceğim ve hayatım değişecek? Bunu net koysa ya. “Olumlu ol, pozitif düşün.” –dikkat; “hayra yor” demiyoruz- Peki canım, çözdün bütün hadiseyi, ben daha önce akıl etmemiştim sahi. Sürekli olumluluk saçan “hayat güzel inan yeter” zikri çeken ablaların yaşamı neden genellikle en basit tanımla iç karartıcı açıklar mısın? Yanlış cümleleri tekrarlayıp duruyor olabilirler mi? “Rokaları doğrarken camdaki damlaları izledim ve hayatın bana verdiklerini düşündüm”le bitmiyor mevzu çünkü, bu tür bir ilişki emek ister. Evrene ya da her neyseye mesaj yollamak kadar, senin “evren” için ne yaptığın da önem taşır. Uzun mevzular.
Bu yüzyılın insanı olarak her gün sürekli artan bir şekilde bir sürü haksızlıkla karşı karşıya geliyorum/görüyorum ve üzgünüm ama ben bir insanın “ilahi adalet”e inanmadan bunların üstesinden gelebileceğine ve ruh sağlığını koruyabileceğine i-nan-mı-yo-rum!

Sahi kalplerinde bir karşılık buluyor mu bu “secret” işleri? Hani bir kıpırtı. İçten bir çarpıntı. Hani evin yaşlısının “bir şeyi 40 kere söylersen olur evladım”daki huzuru bu zamazingolarda bulabiliyor musunuz? Gece uyurken o tür kitapların kasetlerini –nette mp3leri de var tabi- kulağınıza taktığınızda mı bütünleşiyorsunuz benliğinizle, yoksa küçüklüğünüzden beri kendi inancınıza uygun o yarım yamalak duanızı edip uyuduğunuzda mı? Ne bileyim, “o arabayı istiyorum, hemen istiyorum, şimdi istiyorum, kesin istiyorum, bak resmini de çizdim, düşüneyim, yoğunlaşayım, olacak biliyorum” –hıhı patron sensin evet- durumunda mı daha emin ellerdesiniz, yoksa “hayırlarla olsun inşallah” diyerek daha büyük bir güce kararı emanet ettiğinizde mi? Çünkü insan her zaman, kendisi için en doğrusunu tam olarak bilemeyebilir. Dileğini akan suya anlatmak bazen daha evladır. Su gibi yolunu bulsun diye. Bazen hayır olmayandadır, o araba iyi ki sizin olmaz bazen. “Nasip” demek mi daha huzur verici yoksa “evren mesajımı .ötünden anladı herhalde” veya “çekim yasası ama çekiyorum çekiyorum gelmiyor” diye karalar bağlamak mı?

Ve evet, ben inceden de değil, açıkça dalga geçiyorum, tepeden bakıyorum bütün bunlara. Kesinlikle daha yüksek ve sağlam bir zeminde durduğuma eminim çünkü. Hayır hayır, tabi ki inananlara değil, hadisenin kendisine. Bence eski ve geleneksele inanmak istemeyen ve toptan reddeden, fakat haliyle doğuştan getirdiği ve fıtratının gereği olan bu açlığı ve köksüzlüğü başka bir şeyle doldurmak zorunda kalan kesim kolayca etkileniyor. Bir de cehalet faktörü var ki, es geçmemek lazım. –Bunların tamamına ihtiyaç duymayanları tenzih ederim- Eleştirmiyorum, hatta anlıyorum bile. Hadise komik gelse de, insanların durumunu üzücü buluyorum. İçtenlikle üzülüyorum. Hiç mi tonton babaneleri olmadı, mavi gözlü bilge dedeleri, hiç mi sararmış kitaplar arasında bunları anlatan bir şeyler görmediler, hiç mi kötü bir şeye karşın tahtaya vurmadılar, hiç mi hıdırellez görmediler, mesnevi de mi okumadılar da bu çok satan kitaplarda arar oldular cevapları… Yazık.


Ps: Lütfen tartışma açmaya yönelik veya bilgi yarışması tadında yorumlar bırakmayın, yayınlamam. Niyetim dünyanın en bitimsiz geyiği olan inanç tartışmalarından birini başlatmak değil. Kimsenin kendi tanrısıyla ne yaptığıyla veya tanrısının neden olmayışıyla ilgilenmiyorum.



iyi niyet

İnternet evet şahane bir kaynak, her şeye anında ulaşabilmek falan filan ama bir o kadar da bilgi çöplüğü.

Geçenlerde, kadınlar için yapılmış bir sitenin sahibinden mail geldi. Her halinden otomatik olduğu anlaşılan maili yazan, "tek başına gayretle kurduğu", "tamamen kendi çabalarıyla oluşturduğu" sitesinden bahsediyor, "destek" istiyordu ve "olumlu olumsuz tüm görüşlerimize açık olduğunu" ekliyordu. Siteye baktığımda evet ciddi bir emek vardı, içeriği oluşturmak için internetteki havuzdan fazlasıyla yararlanılmış ve kopyala yapıştır yapılmış. Sahiden uzun bir mesai, ona diyecek yok.

Buna bir şey demiyorum çünkü alıştık, internette birileri bir şeyler üretiyor, birileri okuyor faydalanıyor, bir kısım ile kopyala yapıştır yapıyor. Kaynak gösterilmemiş ama yine de iyi niyetle sahiplerinden izin almış olduğunu varsayıyorum.

Ama bir de söz konusu sağlıksa ve ekstrem diyetler dahası kritik hastalıklar üzerine önemli tavsiyelerse, dikkatli olmak gerek. Kilo konusunda, sözde kliniğinde bir hasta kaybeden şaibeli bir "uzman"ın tavsiyelerini barındırmasını geçtim, ms için bile çözümler var. Bu "ha bizim komşu da başı ağrıdığında onu içiyor bak söyliyim de yaz onu alırsın" kadar ciddi bir cehalet. Ama daha tehlikelisi. Diplomasız doktorluk. Böyle bir içerik oluşturup "biz kimiz" bölümü koymamak ve sonra eleştirildiğinde, "10 kişilik gece gündüz çalışan bir ekip"ten bahsetmek... "Daha iyisini sen yap" demek... Hayır yapamam ben tıp okumadım ki, sağlık konusunda bilir kişi değilim ki bir "bilgi bankası" oluşturayım. Hayat üniversitesi bitirilerek tıbbi tavsiyeler verilebiliyor olsaydı, kaç yıl eğitim artı uzmanlık falan, ne uğraşıcak herkes Dr. Google'a sorardı.

E bu arada, hani tek başına, gayret, eleştiriye açık olmak, iyi niyet, kadın, destek, link kardeşliği falan?

Çok bir şey istemedim ki. Ne bileyim ufak bir not, "bu bilgiler herkes için uygun olmayabilir. Uygulamadan önce doktorunuzua danışın" veya "bu diyet şeker hastaları ve hamilelere tavsiye edilmez. Doktorunuza danışın" ya da "dikkat bunlar sadece öneridir" gibi. Hani ilkokulda vardı ya, ilk yardımla ilgili, bi kaç madde son madde hep şeydir; "en yakın hastaneye"... Onun gibi. Nasıl bir özgüven bu, böyle bir şey yapsam hipokrat kabusum olur benim, bu insanların hiç rüyasına girmiyor mu?

Sadece biraz özen. Biraz saygı. Sadece. İnanın zor bir şey değil.


Ps: Bu arada, "iyi yapılmış" işler yok mu? Var. Bkz: http://www.hamaratdiva.com/ Emek, düzen, bilgi, paylaşım, gerçek insanlar, kadınca haller, sahici bir mesai, ciddiyet, gerçek tavsiyeler... Güvenle ve böyle bir talepleri olmadıkları halde "linkini paylaşmak" isteyeceğim bir site. Yolları açık olsun.