ne güzel.






İnsanın kendisine Prag'dan Kafka kitapları getiren bir patronu olması ne güzel...


Sevdicekle bir örnek kotlar almak ve hiç düşünmediğim halde 34 bedene girebilmek ne güzel... (Bu kilo manyaklığı bana nerden miras bir bulabilsem, hayatım boyunca çiroz bir kız oldum ve sürekli kendimi şişko zannettim, hayır blumik falan değilim.)

Hala güneşin "ce e!" yapıp kaçması...

Hem şal hem kocaman güneş gözlüğü takabilmek...

Heeey! U2'nun nihayet Türkiye'ye geliyor olması ne güzel!


Aldığım bu haber ne güzel!

Deryik hanım'a inat; twitter çok eğlenceli:)

Yeni yılla beraber uygulamaya başlayacağım, yeni heyecanım, maceram...

Arka arkaya amy winehouse'larla dolu bir liste...

Sürekli telefonda konuştuğumuz bir iş arkadaşımın, adımın sonuna eklediği "hanım" ekinin, bir minik kaktüsle aşılması ne güzel...

Bu merak konusu ne hoş...

Şu sıralar öyle atom karıncayım ki, dünyanın bütün filmlerini yapasım geliyor, bırakın onu da ben, onu da ben... Hepsini yapacağım sanki bıraksalar, öyle açık zihnim ve "ay şunu da ben yapsaydım keşke" diyecek kadar meraklı bugünlerde.

Alain de Botton okumak bu havalarda, ne güzel.

Eve yeni aldığım, minik kırmızı kedili kapı ağırlığı ne güzel.

Kırmızılı, çingeneli, binlerce tonun olduğu hiper zor puzzle'mızın ne zaman biteceğini bilmemek ne güzel...

Tatil geceleri sabahlamak, müziklenmek, keyiflenmek, yemek yemek yemek...

Ve tabi Pazar kahvaltıları ne güzel.

Bir deeee; az önce yaptığım telefon konuşması ve akabinde gülmekten ve neşeden çenemin ağrıması, bugünün en güzel şeylerinden!

Bloglardan kopmuş olmak kötü biraz, çok sevdiğim bir kaç kişiyi "napmış acaba" hissiyle takip etmek dışında okumuyorum pek.

Dün akşam, kabinde kıyafet denerken en sevdiğim, kocaman iri sedef taşlı yüzüğümü orda unutmak ne kötü... Çok üzüldüm, geri döndük hatta telefon bile bıraktık ama yok oldu kesin.

Sonra bir şarkı, o geceden:

"bulut geçti, gözyaşları kaldı çimende
gül rengi şarap içilmez mi böyle günde
seher yeli, eser yırtar eteğini gülün
güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
kimse bilmez, kimse bilmez..."

yağ yağ yağmur

Herkes seli yazdı. Benimki belki en şımarıkçası. Oturduğumuz semtin, hani taksim olsa, taksim meydanı olacak kadar merkezi bir yerindeyiz. Saatlerce elektriğimiz kesildi. Gece boyu karanlıklardaydık, sabah kalktığımızda hala öyleydik. Haliyle olan bitenden haberim yoktu o sabah. Sinirim tepeme geldi çünkü işlerim aksamıştı. Ne hakları vardı, nasıl elektrik kesilirdi, neden saatlerdir gelmezdi falan filan... Minik sırt çantamla, çalışmak üzere stüdyoya doğru yola koyuldum. Orada ntv açık olunca ve gözlerime inanamayınca, kestim sesimi oturdum ve şükrettim. Bu arada, evet ilkokuldayken falan, çevre denince bizim aklımıza, ozon deliği, deodorant, kesilen ağaçlar falan geliyordu, dikkat: ilkokuldayken. Yıllar geçti, bilinç düzeyimiz ve algımız gelişti, o gazlar çoook zaman önce yasaklandı, hatta ozon deliği falan yamandı.

/

Genel kontroller için gittiğim doktorda, doktorun benden önceki hasta hakkında "gerizekalı insanlar" diye bahsettiğini duydum. Bu kez de kulaklarıma inanamadım. Bu gayri insani muamele karşısında moralim o kadar bozuldu ki, kelimelerle tarifi yok. Hemşireye doktor hanımın -evet bildiniz kadın- her zaman böyle sinirli olup olmadığını sorduğumda, kedinin bir şeyleri örtmesi tavrıyla, "yok ama insanlar da şöyle dedi böyle dedi" diye açıklamalar yaptı. Benim muayenem de berbat geçti zaten, artık arkamdan "suratsız" mı demiştir, "salak" mı demiştir, allah'a emanet...

/

Kişisel ramazan kabusum: Nurhan Damcıoğlu ve benzerleri. Böyle bir ramazan eğlencesi biçimi mi vardır? "Ramazan eğlencesi" zaten nasıl mantıksız bir isim tamlamasıdır? Devamı da "şeker bayramı" oluyor sanırım.

/

Huysuz bir balığın isteği üzerine, yan tarafa izleyici listesi eklemeyi düşündüm. Ama içime sinmedi, vazgeçtim. Amaç, sen beni takip et, ben de seni, link kardeşi olalım, beni ekle cicim, izleyici arttıralım kardeşim, olarak algılansın istemiyorum. Tabi ki, ekleyenlerin hepsinin bu tür bir amacı olduğunu söylemiyorum. Sadece, bu blog ratingine aşırı alerjim var. Buradaki kendi kendine konuşma halimi ve özgürlüğümü seviyorum en çok. Onun isteği takip kolaylığı içindi tabii, bunun için, mail adresinizi bırakırsanız, yeni bir postu, posta kutunuza bırakabileceğimi söyleyebilirim.

/

Dün, taşınmakta olan tiyatro perimiz için ikea turu. Sevdiceğim günün kahramanıydı, ölçü aldı, akıl verdi, raf baktı. Bu akşam evde zemin etüdü ve sonra operasyon tamamlanacak.


/

Bütün olan bitene, saçma uygulamalara, çalıp çırpanlara, insanları gerzek yerine koyanlara, izlerken televizyona terlik fırlatma hissi uyandıranlara, sorumsuzlara, suçu başkasına atanlara, kısacası kötülere rağmen,

cumartesi, istasyonda treni beklerken yağmuru izlemek, tren camından yağmur damlaları saymak, tıngır mıngır gitmek, anıları tazelemek, sonra yürürken ıslanmak,



güzeldi.



Yağmurun hiç bir suçu yok ki...

teşekkür


Şimdi ben şanslı değilim de neyim?

Dün akşam, nihayet sevdiceğim bana gelen kargo paketlerini eve getirdi.


Nasıl şirin, nasıl cici, nasıl yumuş... İçinden bir de sabun çıkıverdi. Taa, Şirince'den... Kokusu oralara dek götürdü. Benim için örmüş, tek tek, iplere batmış çıkmış, seveceğim renklerden seçmiş, süpriz yapmış, bir de ne güzel paketlemiş yollamış, içine ne koyarım binlerce plan yaptım, sanırım ben ona bir dünyayı sığdırırım.


Peki ya, Delfina'ya ne demeli? Akşam, iftara az kalmış, salata yapıyorum, malzemeleri doğradım ama bekliyorum, bu akşam o yağa banacağım... Kapı çalıyor, sevgilimcim getirmiş hediyelerimi, o paket nasıl bir paket, bir açıyorum, içinden bir not düşüyor, içindeki kelimeler kalbime dokunuyor, "bu kadar zariflik olur mu" diyoruz ikimiz de, ne bileyim karşı ödemeli bile yollamamış her ikisi de, bu detay bile benim gözlerimin dolmasına yetiyor, yağın kapağını açıyoruz sonra, kokluyoruz, misssss gibi, o renk, o kıvam şahane, tadına bakmak için dakikalar kalmış, hadi acele edelim, domateslere biraz kekik ve fesleğen, ve tabi biraz ezine peyniri illa ki, üzerine de bu mucize yağdan. İçebilirsin bile öyle bir tat ve kıvam... Bayıldık, bayıldık, dün sadece onu yedim diyebilirim. Yolladığı sabunlar da şifalıydı, hani yeni moda, yapanın enerjisi geçiyor deniyor ya, o kadar alengirli lafları bilmem ben, helal kazancın, emeğin ve niyetin her zaman başka bir tadı olduğunu bilirim sadece. İşte tam da bu yüzden, o sabunlar bana iyi geldi ve bu zeytinyağı damağımızı şenlendirdi...


Dün gece, hayatımdaki güzel kalpli insanlar için bir kez daha şükrettim. Ve yaşamımda, kötü niyetli, olumsuz insanlar olmamasının ne kadar şahane olduğu farkettim. Burada kendi kendime karaladığım kelimelerin, karşıma bu kadar hoş insanlar çıkarmış olmasına gülümsedim.


elitim elitsin elit

Evet, dün gece büyük bir merakla "aşk-ı memnu"yu izledim. Çok banelim, evet.

Ben şu "ben bir tek dizi izliyorum o da avrupa yakası", "digitürkü sadece belgesel kanalları için aldık" insanlarını anlayamıyorum. Bir de eskiden sabahlara kadar süren siyaset meydanı, hulki cevizoğlu olayı vardı, ne katılanlar ne izleyenler bir yere varamazdı. Bal yapmaz arılar gibi, vıızzz vızzz vızz! Şimdi onlardan bir teketek falan kaldı sanırım. Neyse, bu kadar insan nasıl belgesel ve açık oturum seyrediyor, geri kalan şeyleri kim seyrediyor o da bir garip. Ailecek belgesel seyrediyorlar, sonra muhtemelen kitap fuarında onlar hakkında fikir teatisi yapıyorlar. Bir de gazeteyi muhakkak pazar kahvaltılarında okuyorlar.

Bir adaya düşen, zamanı büken, ölüp geri gelen, kendi geçmişine giden falan insanları izlemeyi anlayabiliyoruz da, basit bir soap operaya bu denli ilgiyi neden anlamıyoruz? Yani beş sezondur, "bu black smoke da ne ola ki?" sorusu pek entel ama "kim bastı lan bunları?" merakı sığ, öyle mi?

Herkesin, aptal aptal tvye bakmak istediği, hiç bir şey düşünmeden -zaten farkettiyseniz, aşkı memnu'da (ve benzeri dizilerde) seyirciye anlaması ve zihnini yorması için bırakılan tek bir şey yok, adam geçmişi mi hatırlıyor direk görüyoruz, bilmem neyle bağlantı mı kurdu direk ekranda, hiç olmadı bir nedensellik mi var, illa ki karakterlerden biri seyirciye açıklıyor: bilmem ne yüzünden bilmem ne falan diye- hiç kendini yormadan, ayaklarını uzatarak izlemek isteyeceği bir şeyler olabilir. İnsan bazen banel olmak isteyebilir hatta. Bu ülke meselelerinden, gündeminden uzak olduğu, lay lay lom bir insan olduğu anlamına da gelmez. Bu aşağılamayı anlamıyorum, mesele türk yapımı olması mı? Çünkü, daha bir sürü gerzekliği izliyoruz hepimiz.

Evet, seyirciyi aptal yerine koyan bir ton devamlılık hatası, evet seslendirmedeki özensizlik, evet sabah evden çıkan bir bihterin, ancak ikindi ışığında gideceği yere varması, bir gecede markası değişen telefonlar gibi ve daha bir çok mantıksızlık vardı amaaa; adı üzerinde "türk işi". Ki sadece bunlarla dalga geçmek bile oldukça eğlenceli.

/
Ayrıca, Ertuğrul Özkök nasıl bir iki yüzlüdür, o üç noktalarla dolu yazıları ve kullandığı ingilizce deyimler (bugünkü mucizesi no man's land mesela) nasıl zavallıdır, yoksa bu sadece bana mı öyle gelmektedir? İnsan canlısı nasıl tamamen omurgasız ve ilkesiz olabiliyor? Çok merak etmiştik iyi ki anlatıyorsun ihrama girip girmediğini, alkol ve diğer meseleleri yazı dizisinin sonuna saklaman da hakkaten reytingleri arttıracak kesin, bütün hesaplayabildiğin buysa; çok ama çoook zekisin :P "Benim ananem de hacıydı" geyiğinden bir paragraflık yazı çıkarabilmen, boşluklarla yazabilmen falan ayrı bir başarı, sayesinde üç nokta kullanımı yayıldı. Hangi konu olursa olsun yazdığı, kürt açılımından, krize kadar farketmiyor, hep aynı anahtarı kullanarak kabul sağlamayı deniyor: Atatürk. Bunu söyledikten sonra, aslında bence bu düşünce sistemine aykırı olan bir şey bile yazsa, kabul gördüğüne inanıyor.

Ayşe arman olsun, ahmet hakan olsun, şahane bir ekipsiniz sahiden. Nasılsa size tapınıyorlar, "iki parende atsanıza, aerobik olayını anlayalım" deseniz yapacaklar eminim. Bu üçlüyü daha bir çok ortamda görmek isteriz... Malum her kılığa kolayca bürünebiliyorlar...

Ahmet Hakan'a gelince; gözlem gücü ve tespitleri dahiyane; yok engin noyan tavrı olmamış, "inkılap" geçirmemiş. Merak etmesine gerek yok bence, onun bizzat geçirdiği inkılabı ve kemiksizliği yaşayabilecek pek insan yok zaten. İstese de esaslı bir dönüş yapamayacağını söylüyor, esaslı hiç bir şey yapamaz. Peki ya arap kahvesiyle taze hurmanın, Salomanje'nin menüsune eklenmesi önerisi? Hakikaten çok zekice. Yazısını, beyinsiz olmaktansa diyerek bitirmiş, beyni olduğundan nasıl bu kadar emin? Ya "umreden mahrem notlar... Devamı yarın..." gibi bir cümleye, ağzınızla bile gülmezsiniz.

Misal, blog falan yazıo olsalar, hakikaten okunmayacak kadar aşağıda bir kaliteye sahipler ve kocaman gazetelerin başında, kocaman paralar, kocaman mevkilerdeler... Oraya da büyük ihtimal bu "omurgasızlıkları"yla gelmişler. Buna üzülüyorum. Diğer bütün "çirkin insan halleri"ne üzüldüğüm gibi.

eylül bir

Nihayet beklediğim, özlediğim, iple çektiğim mevsim geldi!

Elektrik tellerinden bile daha çok genleşen, uzayan günler bitti. Beyni süngere çeviren uykulardan uyanıldı.

Gökyüzündekiler "eylül 1" şöleni yaptılar sanki. Yağmurlar, rüzgarlar... Takvime bakmadan da anlardım yılın neresinde olduğumuzu. Yaz boyu bugünü bekledim ben, bahar çocuğuyum ben, hatta belki kış, yağmuru, yaprakları, üşümeyi, ürpermeyi severim. Sonbahar hüznü, romantizm falan değil bu. Zaten, mum, şiyir, şarap, loş ışık romantizmi insanı değilim ben:)

Bazıları nasıl yazın, güneş parlarken neşe doluyorsa, işte öyle. Ocak ayında yaşamadığım, "yeniden başlama" coşkusu, yeni kararlar, yeni defterler. İyi bir haber alacakmışım gibi. Bu keyif bende mayıs'a kadar gider... Hani ben leylek olsam, sonbahar olan yerlere göçerdim. Sabah beri, geziyorum evin içinde, dışarı çıksam büyü bozulacak sanki, şarkı söylüyorum, bşyler karalıyorum, okuyorum, zihnimin kırışıklarını düzeltir gibi ütülüyorum, gülüp duruyorum.

Şimdi; sinemaya gitmek var, kestane aramak yollarda, ayaklarımı onunkilerle ısıtmak, ancak tadını bilenlerin anladığı bir mevsimi paylaşmak var, kitaplar, kitaplar, kitaplar, atkılar, kahve, sıcak çikolata, tende yazdan kalan renklerin açılması, üşümek, ellerimi cebine saklamak, dik yakalı kazaklar, en sevdiğim sarı ışık, neşeli hırkalar var... Saatler ileri alınırken, sonbahar sakin ama telaşlanmaya hazırdır.

Kırmızı başlıklı kız olur muyum? Her yıl bir armağanla gelen eylül, bu yıl cebine neleri koymuştur acaba? Acaba ona bir atkı daha örsem mi? Bir kaç çorba tarifi daha eklesem mi deftere? Kaz tüylerini indirsem mi?

Ve dahası; bu yıl ben kendi yaşamımın, hani "daha mutlu olamam" diyebileceğim bir mevsimindeyim...

aksi

Güleryüzlü banka görevlisine hiç rastladınız mı?
Belki vardır ama o da yalnızca reklamlarda oynama işini yapıyor. "Hoşgeldiniz nasıl yardımcı olabilirim?"

Biz şu ana kadar yalnızca bir kere rastladık, fakat o da şehrin karşı kıyısında kaldığı için artık yalnızca telefonla yardımcı olabiliyor bize.

Banka görevlileri; özellikle kadınlar, beş kere aksi! Minik bir sorunuzu mutlaka sizi tersleyerek yanıtlıyorlar. Gözler devriliyor, iç çekiliyor falan. Evet sen atom mühendisisin, ben de sana "ee elektron nasıl dönüyordu" falan diye bir sordum, sinirlenmekte pek haklısın. Onları oturarak çalışmaktan şekil almış bedenlerinden ve içlerinde rahat etmedikleri kesin olan gürültülü topuklu ayakkabılarından tanıyabilirsiniz. Şlak, şlak, şlak!

Somurtuk bir surat, beyin cerrahıymış da, yanlış bir hareketi ölüme yol açarmış gibi bir gerginlik. "Kızdırmayalım yoksa işimizi yapmaz" gibi bir elektrik.

Ve inanılmaz bir yavaşlık... Ah pardon "sistemlerinizde bir yavaşlık var"dır kesin. Tabi tabi, sen sallamıyorsun işini.

Evet siz isterseniz 10, isterseniz 100 işlem yapın aynı maaşı alabiliyor olabilirsiniz, amacınız tamamen mesai doldurmak da olabilir, ama bizlerin vakti gayet kıymetli. Evet, anlamıyorsak aynı şeyi bir kaç kere tekrarlamanız gerekebilir. Hayır, bir şeyi ağzında gevelemek soruya cevap vermek anlamına gelmiyor. Evet, insan ayırd etmeden yardımcı olmak zorundasınız. Hayır, o kadar önemli bir iş yaptığınıza inanmıyorum. Evet, sizin yerinize bu işi yapabilecek bir çok insan var.

Tamam dünyanın gerçekten en sıkıcı işini yapıyorsunuz, ama bir deha gerektirdiğini sanmıyorum ki; bildiğin para saymak:) Gişedeki memur kastettiğim, geniş bir hizmet yelpazesini de kapsamıyor işi. Fatura, hesap hareketleri, döviz vs. Hani bankada üst düzey bir görevli, genel müdür vs değil, ki onlar çoğunlukla daha saygılı oluyorlar zaten.

Mesaileriniz uzun değil, öğle tatillerini geniiiiş geniiiiş kullanıyorsunuz, bir dakika öncesinde biri ölse kılınızı kıpırdatmıyorsunuz, gayet "ben bu işi yapmazsam dünya dönmez" havalarındasınız. Bütün gün somurtacağınız bir işi seçmek sizin suçunuz, benim değil. Ve bu da bahane değil. Gayet güleryüzlü ve neşeli çöpçüler tanıyorum, hoş sohbet kasiyerler, gününüzü iyi geçmesini sebep olacak kadar pozitif esnaflar...

Keşke daha mutlu olacağınızı bir işi seçseydiniz de, hepimiz rahat etseydik. Dahası, iyi ki sizin gibi insanlar, hemşire falan değil!

Ben ümitliyim gerçi. Yok bu insanlardan değil. Şu an zaten, bizim bankada, fatura dahil pek çok işlemi makineler yapıyor. Şanslıyız ki, bu gibilere binde bir işimiz düşüyor. Yine de umutluyum. Bir gün bu somurtuk insanların da yerini tamamen makinelerin alacağı günü iple çekiyorum. Belki o zaman düşünürler, "aa eskiden ne güzel bir işimiz vardı, hiç değilse bir işe yarıyorduk" falan diye.

Eminim işini severek yapan, güler yüzlü, çalışkan olanları da vardır. Eminim. Sadece ben şimdiye dek bir kez rastladım:)

220809

Aşıksınızdır.

Birilerine akıllıca gelmeyen şeyler yaparsınız, hallere bürünürsünüz. Basit ama sizce dünya değerinde şeyler. Sırf bir simidi bölüşmek için, uzun saatler deniz aşmak gibi, yıllar önce okuduğu, artık toplatılmış bir kitabı, kütüphane kütüphane arayıp armağan etmek gibi, bir öpücüğün ardından şaşkınca bakakalmak gibi, nefesi olmadan uyuyamamak gibi, küçük bir şeye birlikte saatlerce gülmek gibi, bir sinema biletini, bir el izini, bir sözcüğü saklamak gibi, ahşaptan müzik kutusu oymak gibi... Binlerce minik şey. Minik elmaslar kadar değerli.

Birileri gıptayla bakar, bilirler çünkü o zehrin tadını. Birilerine de aptalca gelir bunlar. Anlayamazlar. Sahi, aşk ne zaman "akıl" işi oldu ki? Ölçülü, cetvelli, hesaplı ablalar, uzaktan ve tepeden bakar size. Siz kimsenin bilmediği bir sırrı bilmektesinizdir onlara göre. Matematiğe vururlar bütün bunları, sığmaz denklemlere, tek tek hesaplarlar, içinden çıkamazlar. Yanılacağınıza emindirler, ölçüsüz olmanın sizi zarara sokacağına. Aşkın kar-zarar defteri olur mu ki? Çok iyi bilirsiniz ki, anlatsanız, kelimelere dökseniz de sonuç aynı olacak.

Anlayamazlar.

Ancak ve sadece, aşkı tatmışlar anlar sizi.

Gece yarısını geçmiş, pencere kenarında tıkır tıkır yazı yazıyorum, kelimelerle oynuyorum. Sesler duyuyorum, çatal kaşık sesleri, tatlı bir telaşa dair sesler... Ne yapar bu insanlar? Neye sevinirler bu kadar? Bu saatte uyanmak onları neden mutlu eder? Uykunun en tatlı yerinde uyanıp, koca bir aileyi doyuran anne nasıl heyecan duyabilir? O sofraya nasıl keyifle ve neşeyle otururlar peki? Bir dakika önce yerken, bir dakika sonra yemeyi bırakmayı nasıl başarırlar? Bunu nasıl anlar, kabul eder ve uygularlar?

Çayın altını yakmaya gittiğimde bunları düşünüyorum.

Aşıkları anlayamayacak insanlar gibi, onları da hiç bir zaman anlayamayacak olanlar hep var.

200809




* Fringe izliyoruz, evet lost gibi değil, evet zaman zaman bayıyor, evet belli bir "düzen" içerisinde ilerliyor ama yine de fena değil.

Ve sırayla tim burton filmleri, bazıları ilk kez, bazıları yeniden.

* Dün, battaniyemin ilk sıralarında yapılmış bir hata yüzünden ağlayasım geldi. Ama işe yaradı, şöyle ki, o linkten bakarak kendim, tek tek çözdüm ve yeniden başladım. Sanki birden zekam falan açıldı:)))) Ki ben bir ilmek bile sökmemek için yüz takla atabilen biriyim:)

* Sevdiceğimin gün içi mailleri içimi aydınlatıyor.

* Kaslarımda minik minik ağrılar. Kesinlikle işe yarayan bir spora başladım, daha önce sonuç aldığım:

Callanetics!

Ve hop kum saati denizkızıyım!

* Dün çok keyifle okuduğum ve heyacanla linkini paylaştığım bir blog yazısı, herkes okusun: http://puck-robin.blogspot.com/2009/08/buyuklerin-dunyasna-hosgeldiniz.html

* Twitter çok tatlı bir şey.

* Nihayet, bu gece yarısı uyanarak başlayacağımız, bir aylık heyecan.

***Ve salı gecesi süprizi; "insan biraz kendine zaman çalmalı"

Eski şarkılar, albüm kayıtlarından bin kat iyi bir performans, ortak anıları olan melodiler, kahkahalar, keyif sigaraları, ezbere bilinen sözler, yüksek sesle bağır çağır eşlik edilen şarkılar, neşe, son derece cool bir sevgili, son derece zıplak bir ben. kenan doğulu'nun şahane süprizleri, "tutamıyorum zamanı"ya eşlik eden baba, deniz kokusu bulaşan şarkılar... Bir de nolur yılmaz erdoğan, o korkunç aksanıyla, kötü vurgularıyla şiir okumasın, bunu ayrı bir postta inceleyeceğim. Böyle gırtlaktan bir "etme" söz konusu mevlana bile olsa, antipatik ötesi oluyor.


dipnot: Bu arada; kuruçeşme arena'ya giden denturlarda, "konser alanında 10 lira vereceğinize burada alın" diye anons edilerek bira satılmasını hiç bir şey değilse, bayağı bulduğumu eklemeliyim.


* Üç boyutlu fotoğraf çeken bir makine istiyorum, böyle ses falan da olacak, hayır kamera gibi değil, dondurup yeniden yaşamak veya tam olarak birine anlatmak istediğimiz anlar için, hani kelimeler, fotoğraflar yetmez ya, işte öyle.




* Bir şiyir:

gece bitkilerinden

gece bitkilerinden korkuyorum,
hayır geceleri bitkilerden!
gizlenirken vurulmuş ulaklara ağıttır
bana açtığın her telefon.

iki kalp arasındaki en kısa yol:
birbirine uzanmış ve zaman zaman
ancak parmak uçlarıyla değebilen
iki kol.

an ki fiskiyesi sonsuzluğun
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

c.süreya

* Bir de burdan, kendisi beni dürtmese blogumu unutacağım deryik hanım'a açık bir çıkma teklifi.
-gevezelik, boncuklar, nar çiçeği şurubu, kolaj, kumaş makası, örgü, anıt dedikodusu, bol kahkaha, kikirdeme, dertlenme, çok kelime-

nihayet blog!




Mutluyum ben! Ve dahası kuşlar kadar hafiiif...

Hep bir telaş halinden yazamadım ve söyleşi haberi tepede kaldı.

Bütün bir hafta, açıklanamazinsanhalleri vol.1 i bitirdim, sonra tam kafamı dinleme haline geçiyordum, aha vol.2. Ben hakikaten bazı insanları daha doğrusu bazı insan davranışlarını anlamıyorum, anlayamayacağım, anlamak üzerine kafa yormak istemiyorum. Ve belki de kolayı seçiyorum, hooop üzerlerine bir çarpı işareti onları dışarda bırakıyorum.

Kozam kozam benim cici kozam.

Şu sıralar gecelerimiz hep uzuyor, dışardaysak geç geliyoruz, sonra evin tadını çıkarıyoruz, geçen cumartesiyi sabah 6.30'da kapadık hatta. Film, dizi, oyun, vırvır derken yapacak bir sürü şey buluyoruz ve çok fazla birlikte vakit geçiriyoruz. Hiyu! Havalar serinledikçe, akşam keyfine kahveleri de aldık yeniden.

Evde yapacak bşyler istiyordu canım. Zihin dağıtmak için, dinlenmek için. Yani ben maharet abla olmasam da, veya fotoğraflayıp sergilemesem de, cici şeyler boyarım, anahtarlarımızı astığımız baloncuklu bşy, mor bir gazetelik, çeşitli taşlar, şamdanlar, şişeler ilk aklıma gelenler... Hani bazı -aklı başından gitmiş- bloggerlar gibi ayakkabılarımı fotoğraflayıp koymasam da ayakkabı giyiyorum ben, onun gibi:)))

Sonraaa dün, benim en süper bir arkadaşım geldi, muhabbet, kahve, sigara derken, funda'dan gördüğüm ve hastası olduğum şeyi ona sordum. Funda da, daha önceki makarna vakasında olduğu gibi, çok yardımcı oldu, vırvır bütün gerzekçe sorularımı yanıtladı ama dilini bilmiyordum. O deli arkadaşım, bir şeye bakar ve bana anlayacağım dilde tercüme eder, gerekirse resim çizer, gerekirse şablon yapar, gerekirse şarkı söyler, gerekirse en aptalın bile anlayacağı komutlar yazar. Hep "röleve alan bir insan tabi bunu şıp diye çıkarır" dedim durdum:)

Veeee: http://attic24.typepad.com/weblog/neat-ripple-pattern.html

Buna başladım. Elimdeki talimatlara baka baka yapıyorum, alıştım bile artık. Bu kış zilyon tane atkı, bere ve çorap örmek yerine, enerjimi buna vericem. 85 yaşıma geldiğimde, sevdiceğimle yürüyüşten dönmüş, sallanan sandalyede çayımızı içerken, dizlerime örtmeyi planlıyorum. Büyük ihtimalle o zamana yetişir.

Aynı anda her zincirde bir kere "eylül" dicem, üç gün. Ve sonbahar gelecek!

Not: Zevkle okuduğum bloggerların, örneğin; "aslında çok zor" daha çok daha çok yazmasını istiyorum. Bir de şurdaki fotoğraflara bayılıyorum. Bir de o hep yazsın istiyorum, ne olursa olsun. O ise hep neşeli olsun. Bu ise, postlarını ve gevezelik etmeyi çok özlediğim biri:)

Fotoğraf: Gelibolu dönüş yolundan.
pek sevdiğim ayçiçekleri ikindi ışığında boynunu bükmüş.

evdeofis.com




Öylesine, daha doğrusu, sadece kendim için yazdığım bir blog yazımın beğenilmesi.

Sıcacık ve samimi bir yorum.

Mailleşmeler.


Ve hoş bir söyleşi:
http://evdeofis.com/index.php/2009/08/03/secret-diye-bir-sey-varsa-sen/

Evdeofis.com ekibine; bir süredir takip ettiğim çalışmaları, beğenileri, zerafetleri ve ilgileri için sonsuz teşekkürlerimle...


denizkızı.