oh be!

Seyahate giderken bile son dakikaya kadar kelimeleri ilmek ilmek örme halleri, severek, zevkle yapsan bile, zaman zaman yorucu.
Ama değdi mi,
değdi!
Şimdi dolapta yemyeşil leziz erikler,
Yarıda bırakılmış, okunmayı bekleyen şahane bir kitap,
Aylar sonra, ilk kez bir öğleden sonra, yetiştirilmesi gereken hiç bir şey olmadan,
Bir de akşama yıllardır merak edip fırsat bulamadığıma iki bilet...
Haftasonunu tamamen bana ayırmış bir sevgili,

Pek âlâ!

zencefil

Her mevsimin yağmuru başka kokuyor, bugün anladım ben. Yağmur beni hop açan güneşten bile daha çok mutlu eder. Dahası neşelendirir, hoppidik kız olurum.
Bugünkü, yazdı, taptazeydi ve daha önemlisi benim balkon bitkilerim şenlendi.
Yaseminim gelin gibi oldu, açıp duruyor, neşeli, mis gibi, şahane...
Sabah 7'de kalkan sevdiceğim, bayağı oynamış onlarla, domateslerdeki sorunu halletmiş, topraklarına bşyler yapmış falan. Botanik bir aile olduk.
Yağmur ve rüzgarla bütün kokular içeri doldu, zıp zıp zıpladım ben.

Ve en önemlisi, bize hediye edilen ve ismi bir türlü hatırlanamayan bitkinin adını, yağmurda kokunca bulabildik:

Zencefil!

yasemin kokulu balkon

Bitki alışverişimizi yaptık. Bol kahkaha ve curcunayla. Çok defa hapşırdık ve toprağa bulandık. Yaklaşık 600 defa "vitamin almamıza gerek olmadığına emin misin?", "Hayatım vitamin alsak mı?", "Alıyoruz mu vitamin?", "Vitaminsiz de büyürler mi?" sorularını tekrarlayarak sordum. Her soruşumda satıcı ve ayrıca hiper geveze çocuk, almamız konusunda heveslendirdi. Almadık ama. Sevgilim kesin ve netti. Gerek yokmuş çünkü.

Bir kere salatalıklarımız ve cherry domateslerimiz var artık. Kocaman bir saksıda. Balkon müthiş güneş alıyor. Kendilerini hem suluyorum, hem de sevgi ilgi gösterme ve şarkı söyleme seanslarını eksik etmiyorum. Onlarla salata yapacağım pazar kahvaltısını iple çekiyorum. :)) Kesip yemek için tavuk besliyor gibi hissettim kendimi bir an. Ya da hansel ve gretel'deki cadı kadın gibi:) Yok benimki daha masumca, dalından koparıp lüpletme isteği.

Sonra sevgilim, harika kokan yasemini, tellere minik minik dolamayı başardı. Ama nasıl güzel oldu nasıl. Daha ertesi gün açmaya başlayacak kadar şen şakrak bir bitki kendisi. Yerine alıştığına eminim. Balkon kapısı açık durdukça püfür püfür yasemin kokacağız.

Yolda gelirken, "listende var mıydı bu" diye, göz kırpacak kadar iyi bir sevgili... Onca kocaman şeyi eve getime çabasını da hiç saymıyorum:)

Haziran 1,
Pazartesi üstelik.
Hafif bir beslenme listesinde başlamak için daha güzel bir gün olamaz. Hadi bakalım:)

270509

Ben ölçülü sevmeyi beceremem. Yapamam. Arkadaşlarımı, yakınlarımı, dostlarımı da böyle ayarlanamamış, doğrusu bilerek ayarlanmamış dozlarda severim, sevdim. Bu yüzden yara aldığım da olur, ama aldırmam, ben böyleyim.

Sevgilimse hele söz konusu, bencilliğe kaçarım belki. O başka bir şeydir. Kuralları kalbimin koyduğu bir şeydir bu. Aşkın edebine göredir herşey. O benimdir, hep benim olsundur, kimse ona dokunamazdır, kimse üzemez, kimse yan bakamaz, kimse bir şey diyemez, aslankaplan olurum o zaman ben. Benden ayrı biri değil, benden daha çok bendir, canımdadır o. Daha ilişkimizin başlarında, belki geleceğe yön veren bir hareketti yaptığım ama çekinmedim hiç, o gitmeyi planladığı şehre "gitme" diyiverdim ben, cesaretle. "Gitme?" Gitme, çünkü seni burda yanımda istiyorum, hiç değilse şimdilik, ben peşine takılana dek. Ve o gitmedi.

Nerelere geldim. Bunun dışında bencil değilimdir. Müdahale etmem, mutluluklarını isterim ve bunu bütün kalbimle isterim. En radikal kararlarında bile desteklerim, gurur duyarım ve yanlarında olurum.

Duman için de benzer bir yol ayrımına geldik. Bu taşındığımız yeni evdeki mutsuzluğu, buraya alışamaması, burayı neredeyse hiç sevmemiş oluşunu uzaktan izledim ve "olsun benim yanımda ya" demeye çalıştım, ta ki bir noktaya dek. Mutsuzluğunu derinden hissettirene ve gözlerimin içine bakarak anlatana dek. Sonra "nolursa olsun yanımda olsun" anlamını yitirdi. Çünkü, o bir hayvan arkadaş, bir "pet" olduğundan çok, bir birey. O yüzden ona seçme şansı verdik, bir yakınımızın son derece korunaklı bahçesine bıraktık. Hiç de kolay olmadı tabi, ne karar vermesi ne de uygulaması. Ağladım, üzüldüm, özledim, içim acıdı, burkuldum. Ama hafifledi. Bütün günkü tek arkadaşım, gevezelik ettiğim, ne çok şeyime şahit, huysuz ve tatlı bir kadın. Ama tedirgin değilim, orada bakılıyor, karnı tok, sırtı pek, gittikçe görüyoruz ve çok mutlu görünüyor, bizimle gelmiyor, evini özlemiyor, bizi özlüyorsa bile, bunu giderdiğimizi düşünüyorum. Onunla geçirdiğim şahane 2 yılım, bir çok anım varsa cebimde neden üzüleyim, neden içim parçalansın ki? Sevginin bu türü bencil olamaz, olmamalı. Çok sevmek, tutsak etmek olmamalı. Zor olsa da, eksildikçe artabilecek kadar sevmek. Belki en iyi kedilerin bildiği bir şey.

Duman, orada mutlu ve o zaten dış dünya için antremanlı bir kedi, öyle "yetiştirdik". Şimdi hop hop oynuyor, baharın tadını çıkarıyor, kendi türünden canlılara yarenlik ediyor.

Bu yazıyı okuyacak ve olumsuz yorumlar yapacak sözde hayvanseverlerden, bir hayvanı sevmenin ne anlama geldiğini bir kez daha düşünmelerini rica ediyorum. Onlar, en doğal hakkı olan doğurmayı da elinden almama kararımızı eleştirmişlerdi sahi.

senden dahaaa güzeeeel!

Yürüdük, ıslandık, ısındık, kuruduk, güneş çarptı, rüzgar vurdu, yürüdük, yürüdük, yürüdük, yürüdük. Deliler gibi güldük. Güneşte kedi gibi kıvrıldık, kitap okuduk. Açık havada beraber sereserpe çimlerde kitap okumaya bayılıyoruz. Yola çıkarken o kadar yorgun, o kadar uykusuzdum ki, bir an gitmekten vazgeçmeyi bile düşündüm. Gözlerim pörtlek, midem zıp zıp. Ama dinlenmek her zaman uyumak, yatmak değil iyi biliyorum. Farklı bir şey yapmak, bulunduğun yerden uzaklaşmak, yeşil ve mavi görmek daha iyi gelir hep.

Bu yolculuktan, içimde kalan en çok şey su sesi. Ama deniz değil. Göl ve minik akıntılar. Her birinin farklı şarkılar söylediğini bilmezdim ben. Bir minik, yolunu bulup akan derenin tam ortasına kim bilir nasıl yerleşmiş kocaman bi tahta parçasına oturup, tıngır mıngır sallanarak kitap okuduğumuz o an hafifledim, yorgunluklar suyla akıp gitti, yanımda getirdiğim arazlarım suyun yumuşattığı taşlar gibi berrak, suya boynunu büken bitkiler gibi uysal oldu sanki.

Bir teyze vardı sonra. Pembe'ymiş ismi. Pembe de bir başlık vardı başında, kendi örmüş olmalı. Topladığı kuşburnundan verdi bize. Masalını anlattı. 82 yaşında. En küçüğü 9 aylık 3 erkek çocuk yetim kalmış. Onlara bakmış çalışarak, hepsini büyütmüş, hala da çalışıyor. Çalışmayı anlattı, bir yandan ip eğerken. Müthiş neşeli, dinç, yaşam dolu ve çalışkan teyzeydi yolumuza çıkan. 82sinde ama hiç de ölümü beklemeyen. Yürürken hep o teyzeyi düşündüm. "Çok yakışıyorsunuz siz" deyişini bize kikir kikir.

Yapraklara bastık, uygun adım attık, mayıs ışığı gözümüze kaçtı, yağmuru ıslattı, rüzgarı nefes açtı. Şahaneydi.

Yolda bir de şarkı hediye etti bana sevgilim:
http://fizy.com/s/1494ua
Haftasonu, yol, Abant, temizzz hava, harika bir dinlence, yürümek, yürümek, yürümek. Bu gece rüyamda fotoğraf makinesini unutmuştum, onu unutmamalıyım.

Parmaklarım kilitlenmek üzere, ütüler dağ gibi, evde yiyecek bir şey yok, üstelik mini sandviçler yapmak da istiyorum, bir de müzikler var hazırlanacak, ve milyonlarca kelime beni bekliyor--- ama çok mutluyum ben!

Hoop planlar yapan sevdiceğime papatya toplıcam haftasonu, kesin. Bu sefer ben ona toplıcam.
Şimdi, sabahın erken saatlerinden beri, nihayet kısa bir mola.

nar çiçeği for dummies

Bahsi geçen narçiçeği çayım için istek üzerine tarif:

Bir buçuk litre için, minik bir avuç kadar nar çiçeği zamazingosu, bir çorba kaşığı (tercihen esmer) şeker ve yarım limon sıkıyoruz. Soğuyunca süzerek içebiliriz. Ekşimsi, morcivert!

İstersek, önce sıcak içerek dener ve tadını bulabiliriz, mesela şekere ihtiyaç duyulmayabilir, iki kupa çıkan bir demlik için 7-8 minik şey yeterli.
Rengi önce mor, sonra kırmızı, sonra bildiğin koyu bordo oluyor.

Ben soğuk algınlığı için sıcak tüketirken iyi geldiği için keşfettim ve dahası antioksidan falan filan ama hepsinden önce şahane leziz, serin ve şahane!



Deryik'e burdan davet: Tombul sürahimden bir bardak da sana ayırdım.

snow white

Günaydın,

Şimdi ben beyaz, mini mini bir netbook'dan bildiriyorum. Kendisi bu yazın süprizi. Hafif, tontini, sessiz ve uslu. Tamamen benim için tasarlanmış sanki.

Artık daha da mobil bir kız olacağım, kendisiyle neredeyse eşit boylardaki kırmızı moleskine ajandamı yanına katacağım, çimlerde bile çalışacağım, seyahatlerde sıkılmayacağız. Laptop tamamen sevgilime kaldı ve artık bir kız bilgisayarı olmaktan çıktı.

Sevdiceğim şu sıralar Noel Baba gibi. Hıdırellez çizimim işe yaramaya başladı. Geçen yıl da böyle olmuştu, daha mayıs ayı çıkmadan dileklerim hop hop gerçekleşmeye başlamıştı. Evet kabul ediyorum, bunda listemi sevdiceğimin görmesinin etkisi büyük tabii ama olsun ben yine de mucizenin kaynağı belli.

Ve ben şımarık bir kızım tabi,

Evet, sıradaki?




Arkaplan resmi için, istediğim her şeyi yüklediğin için ve en çok bir hayalimi daha gerçekleştirdiğin için teşekkür ederim.

cikcik

Ben de küçük kuşları seviyorum ulen!



http://www.youtube.com/watch?v=wnX7V8eG8is

lostinlost

Giderek artan bir merakla izliyorum. "Bunca karıştırdılar nasıl içinden çıkacaklar" mevzusu bence ihtimal dahilinde bile değil. Hep aynı. Büyük resim tam ve mantıklı, bize yine sadece puzzledan bir parça gösteriyorlar.
Senaristlere inancım büyük ve sezon finalini şahane buldum. Binlerce gönderme, milyonlarca atıf, ilham alma, sadece jacob ve benjamin'in sahnesinde bile, binlerce şimşek çaktı. Binlerce kare hatırlandı, habil ve kabilden, şeytan ve tanrı'ya kadar.

Lost beyin hücrelerini açan bir tür lavabo aç bence.

fassionpassionist rulez!

Hayır o bayıldığım önlükten bir tane de özel olarak benim için tasarladığı için değil,
Ya da, ufacık bir şımarıklığımı ciddiye alıp, hemen yanıtladığı ve beni mutlu ettiği için de değil,
Yani tabi itiraf edelim bunların da etkisi olabilir, ama sadece o yüzden değil.


Bir insan yetenekli olabilir, maharetli olabilir, en becerikli olabilir hatta, ama yaptığı işe muhabbet, ya da moda deyimle "sevgisini" katmadan, bence onun hiç bir anlamı olmaz. Hani her şeyi güzeldir ama içinde rahat hissedemediğiniz bir elbise gibi, ya da müthiş dekore edilmiş ama yine de sıcaklığı eksik bir ev gibi.

İşte bence, onu farklı yapan bu. Heves ve neşeyle bir şeyler yapması, daha büyük bir heves ve neşeyle de onları paylaşması.

Bu yüzden, onu ve yaptıklarını, ben pek çok sevdim.

Çok sevdiğim her hangi bi ürün ya da benzeri şey hakkında "reklamı olsa oynarım bea" diye belirtirim tepkimi, işte ondan:
http://fashionpassionist.blogspot.com/

Paketim gelmiş, içinden çıkacakları çok merak ediyorum, akşamı heyecanla bekliyorum, haftasonu çok havalı olacağıma eminim:) Teşekkür ederim!


çokluk senindir

Kaç gündür girip çıkan, okuduğunu zannetmediğim ama "kaç gündür giriyorum karşımda ot bayır" dediğinde içimi heyecan kaplayan dörtyapraklıyonca için yazıyorum;

Kısa kaçamağımız müthiş geçti. Rüzgar yüzüme çarptı, sevgilim sulara daldı, geçtiği yolları öğretti, hava sıcaktı, o hep en eğlenceli yol arkadaşıydı, hoop tozlu eşyaların arasından ortaya pul defteri çıkandı, bense rahattım, kısa pantolonluydum, püfür püfürdüm, ona sımsıkı sarılandım, kendisine dondurma alınan, deniz kenarından "tasarım harikası" taşlar, kabuklar toplayan, sonra gelir gelmez birazını boyayan, gerisini evin muhtelif yerlerine saçan.

Nar çiçeğinden yaptığım şahane içeceğime dönmeden hemen önce;

dörtyapraklıyonca okusun keyiflensin diye, ama sevdiceğime ithafen
çünkü, ben bugün bu şiiri giydim üstüme:

çokluk senindir
özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir
suya giden bir adam meselâ omuzunu eğri tutsa
güneş su ve adamın omzundaki eğrilik senindir
ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir
kararan dünya, yeni bir güle bir ateş parçasıdır
bir ateş parçasından artakalan soylu karanlık senindir
bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir
benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir
senin soyunun bıraktığı güçler artık senindir
çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir
senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir
ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir
t.uyar

yehhu!



Yaz geldi!
Ben, beyaz fırfırlı çoraplarımı çıkardığıma göre,
O, karizmatik kot montunu giymeye başladığına göre,
Çanta hazırladığımıza göre,
"Kalk gidelim" dediğine ve ben çevirimi öylece bırakıp, uyku bandımı ve minik yastığımı aramaya gittiğime göre,
Güneş koruyucu kremi de unutmayacağıma göre,
Parmak arası terlikler de hoop çantaya atıldığına göre,
Yarın bu saatlerde, motosiklette, sevgilime sımsıkı sarılmış, yüzümde rüzgarı hissedeceğime göre,
Yaz geldi,

bu kez kesin geldi.

Yaşasın gerçekleşmeye başlayan dilekler, yaşasın hızır, yaşasın yaz!

rengareeeenk!





Hıdırellez şenlikleri pek harikaydı.
Herkes neşeli, keyifli, oh ne ala, rengarenk kıyafetler, ışıklı dilekler, çaputlar, her tarafta oynak ritimler, çimler...
Omuzumdaki meleğimle zıp zıp zıpladım ben.
Ağaçta bir dilek vardı ki, bütün gece hatırladıkça koptuk: "Ömer'le evlilik" sonra bir kaç madde daha ve sonra, "ömer'e iş". Ömer otursun evde toto büyütsün, kızcağız ağaçlara yaza dursun iş iş diye, cık cık olmaz ki dedik.
Başka bir detay da, herkes profesyonel fotoğrafçı kesilmiş:) 2 kişiye bir fotoğraf makinesi düşüyordu ve gerçekten kendini gecenin eğlencesine kaptırandan çok fotoğraf çeken vardı. Bazıları acaip eğlenirken, büyük bir çoğunluğun tek yaptığı fotoğraf çekmekti, bu benim en içimde sakladığım, iyi öğrendiğim ve yüksek sesle söylemediğim bir uğraşım olsa da bu davranış biçimini anlayamıyorum. Digitaller, tripodlar... Herkesin bir odası karanlık oda olmalı. Sahi ona da gerek yok ki artık, digital teknoloji. Biz bu tür kayıt işleri eksik bir ülkeyiz, hani çocuklarını mezuniyetini bile kameraya çekme alışkanlığını yeni yeni edinen. Sanırım şimdiki süreçte bunu abartma olayını yaşıyoruz, her şeyi kaydedelim çılgınlığı. Bir kaç yıl önce, kurs esnasında para biriktirerek aldığım, biricik Canon'uma film almayı unuttuğuma önce üzülmüş olsam da, sonra sevindim. Ve sevgilimin nadiren bastığı deklanşörden çıkanlarla yetindim.

Ben dileklere inanırım, dualara, kendimizce icad ettiğimiz törenlere, hatırı sayılır büyüklere, hızıra ve daha nicelerine. Ve özel bir ritüelim vardır ki, yaptığımda bir kez bile geri çevrildiğim olmadı, tam da kullandığım kelimelerle gerçekleşti hayallerim....

Sonra..
Bir elim tüm zamanlar için kalbimdeki ve -ne şanslıyım- yanımdaki dileğimin ta kendisinde, diğer elimde çizdiğim kağıttan uçak, ve hooop suya attım. Öncesinde fotoğraflamayı tabi unutmadım, seneye görüşürüz bayım:)


hoop!

Bu akşam resim çizicem, hatta belki de maket yaparım üşenmezsem.
Fotoğraf makinesine film alacağız.
Kırmızılara dolanıp, orada olacağız:

http://www.hidrellez.org/

Çoook heyecanlıyım!

luliluliluliluliluli

Nisan da bitiyor.
Bir bisküvi keşfettim, yani bayağıdır vardır, ama ben yeni keşfettim, sanki cosbylerin evindeyim de, claire huxtable böyle kocaman bir kavanoza bunlardan doldurmuş, canım istedikça alayım, mola verdikçe kıtırdatayım, zihnim açılsın diye.
Bu üç günlük dinlenceyi, yollara düşerek değerlendirebilebiliriz, Şu saatlerde kesinleşmesini bekliyorum, bir ileti, bir telefon "kalk gidiyoruz" diyen, kalk gidelim!
Çevirmekte olduğum belgesel, alerjiler hakkında. "Aynı beeen, aynı been" diye diye yaptım. Bu kadar harika olabilir:) İzlerseniz beni hatırlayın.
Evde, sakin, çalışarak geçen bir hafta, yeni gözlüklerim ve çalışma köşemle.
Evle oynamak çok eğlenceli, bu, çalışma köşesinin son hali, sanırım, galiba, belki. Bir sonraki değişime kadar son hali diyelim:) Ama bu hali hakikaten en harikası oldu.
Şimdi, kitaplık toplanırken bulduğum bir kaç boş çerçeveye fotoğraflar, resimler bulma zamanı, bembeyaz duvarlar için.
Bir de ben, dün beni delirten miniklerin tepesinden su döktüm, kısa bir an kendimi "topumuzu kesme teyze" gibi hissettim ama geçti, haketmişlerdi, hem serinlediler de.
Tam "yayınla"ya basacakken, penceremde sesler -çalışma masam pencere kenarında-, pıtır pıtır bir de baktım, kuşlar konmuş, çiçeklerle oynuyor, fotoğraflamak istedim, makinenin pili bitmiş derken, ah bir tane yakaladım, pek sevindim.

dünyanın en mutlu dörtgözü

iki çay söylemiştik orda, biri açık,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
c.süreya
Haftasonu sevdiceğimle, deniz aşırı doktoruma gittik. Aaa sahiden, biz beraber ilk kez doktora gittik, değil mi? Nikah işlemleri saymazsak tabii, bir de benim onu telaşla götürdüğüm seferi... İlgi, alaka, şefkat, sonsuz şımarmak... Sonra, güneş, yürümek, salacak, adım, adım, adım, hoop uygun adım, gemiler, minik alışverişler, vapura binmek, en sevdiğimiz şeylerden biri vapurda bir şeyler yemek...
Ardından, aslında hiç istemediğim ve doğru olmadığı halde 7/24 lens kullanmaktan memnun olmama rağmen, bana gözlük aldı.
Bin yıllık dörtgözüm ve şimdiye kadar ilk kez severek taktığım, tam da istediğim gibi bir gözlüğüm oldu. İlk kez uyanır uyanmaz lenslerimi takmıyorum, gözlerimi yormuyorum, taktığımda kendimi dörtgöz hissetmiyorum, akşamları filmlerimizi onunla izliyorum, yanar döner çerçevelerimle hava atıyorum, hatta bu yazıyı bile onunla yazıyorum. İlk kez gözlük takmak bir işkence olmaktan çıktı. Gerçekten ilk kez gözlük sevdim.

Teşekkür ederim sevgilim!

aradaki 7 farkı bulunuz

http://handescloset.blogspot.com/2008/12/handemade-sweater.html
http://www.fashiontoast.com/2009/01/oceanside.html
http://am-lul.blogspot.com/2009/01/look-of-day_27.html
http://handescloset.blogspot.com/2009/04/destroy-it.html
http://www.fashiontoast.com/2009/04/drifter.html
http://am-lul.blogspot.com/2009/02/look-of-day30-leather-skinnies.html
http://am-lul.blogspot.com/2008/12/ediot-lasf-few-days-i-had-no-sleep.html
http://handescloset.blogspot.com/2008/12/russian-uskanka-my-lovely-diy-studed.html
http://handescloset.blogspot.com/2009/01/russian-ushanka.html
http://karlascloset.blogspot.com/


tamam "konsept" aynı, tamam "yırtık çorap, deri görünümlü tayt, zımbalar bilmem neler" ekipmanlar aynı, tamam ecnebi kız zaten blog takip listende var, tamam fontu da bi "closet"ten kapmışsın, kızın eski fontu hop almışsın falan, tamam bohem bohem bakayım da cool durayım olayını çözmüşsün, tamam hatta ingilizce bile yazma işini kotarmışsın, -kimdi o yazar kendimi daha iyi ifade edebiliyorum diyen, heh elif şafak-, tamam stil sahibi olmayı "vitrindekilere para verip giyeyim, bir de arada bir vintage diyeyim bitti" zannediyorsun da, tamam sitenin yeşil çimlerinde fotoğraf çektirince avrupai oldum zannediyorsun, tamam birebire yakın yapıyorsun gördüğünü de, tamam özgün olma iddian yok,
ama bu kadar olmaz ki:)
bari; "inspired by: fashion toast, am-lul.com, karlascloset and etc." gibi bir not düşseydin:)
yine de başarılı, ortaya karışık bir replika. tebrik etmek lazım.

aradaki 7 farkı bulana bir minik ödül:)

hamiş: yapımda emeği geçen ve iş arası kısa molalarda birlikte neşelendiğimiz deryikko'ya teşekkürler...

ben bu yaaaz...

ilkel, sakin, telaşsız bir tatil.
bilmem kaç yıldızsız hani.
gövdeyi güneşe nazır yaymak, sonsuz tembellik.
varsa hamak ona kurulmak.
bütün derdin hangi renk bikini giyeceğin
eşit oranda yanıp yanmadığın
ya da havlunu nereye koyduğun falan
en fazla "türk kahvesi mi içseeem neskafe mi"
yani basit seçimler, basit kararlar.
"napıosun"
"hiiiiç"
gazete dahi okumadan, yalnızca basit bulmacalar çözüvermek
zorlandığın yerde, onu da öylece bırakmak.
salatalar ve meyveler... serin serin.
yanaklarından akıta akıta karpuz. kırmızı kırmızı.
sürekli bir uyuma uyanma
ne severim ben havuz kenarında uyumayı
şezlongta ama, bi de batar sırtına bir süre sonra ve tatildeyiiiim diye hatırlarsın.
sonra cup suya!
bedenin bile yanar sıcaktan "coos!"
geyik geyik mazhar çalsın falan arkadan,
basbariton sesiyle, sabah mahmuru haliyle, geniş geniş
bir şeyler söylesin.
ayın kaçı onu bile bilmiyorsun.
tatilin biri, tatilin ikisi,
"ya kaç gün oldu sahi geleli"
saat desen anca: öğle yemeğine bi saat var
üstünde de uyduruktan güneşten solmuş bir şile bezi falan
tatil kokoşu ablalardan değilsin asla, olabilemezsin. o telaş tatil ruhuna uymuyor.
hem onlar yüzmez, cıp cıp ıslanır, bronz allık kullanır ve iri güneş gözlükleri.
ama sen de şıpıdık parmak arası terlikler, olmazsa olmaz.
saçlar keçe gibi olmuş tuzdan
cilt cillop
"amaa iyi gelioo sivilcelerimee" geyiği yine her yılki gibi.
burnun da tıkalı değil.
aldığın en harika nefesler,
hop dal çık ne astım kaldı ne tıkanıklık.
ha arada illa ki o yaza eşlik eden o yılın "hiti" şarkılar, banel serdar ortaç ya da illa ki tarkan.
günde yüzbin kere duymaktan ister istemez diline dolanır, tatile dönüş yolunda hop unutulur.
gece yıldızları seyretmek bazen altında uyumak.
şehirde göremiyoruz bunları muhabbetini bıkmadan usanmadan yinelemek.

ve tam bir hafta sonra, ne eksik ne fazla,
oh evimi özledim, istanbulumu özledim diyerek koşa koşa geri dönmek:)

bulut&kıymık



Biz 1 buçuk aylık iki tontiğiz.

Annemiz cinsiyetlerimizi ayırt edemiyor, zaten önemi de yok diye düşünüyor. Bizi sevecek anne ve babalar arıyoruz, ev yapımı tavuklu mamaya bayılıyoruz, tuvaletimizi kuma yapıyoruz:)

Oyuncuyuz, pofuduğuz.

Bizi kapıdan kaçırmayacak, camdan balkondan düşürmeyecek, en iyi mamaları yedirecek, yaklaşık 10-15 yılını bize göre planlayacak iyi insanlar, sizi bekliyoruz :))

Bize ulaşmak için mail atın: mormermaid@gmail.com


İşte resimlerimiz :)


http://img19.imageshack.us/gal.php?g=dsc01997eui.jpg

http://img16.imageshack.us/img16/9576/dsc02045k.jpg

http://img19.imageshack.us/img19/6972/dsc02048d.jpg

http://img12.imageshack.us/img12/2231/dsc02051f.jpg

http://img7.imageshack.us/img7/156/dsc02058p.jpg


12042009




Haftasonu,
baharı karşılamak demek,
sokaklara dökülmek,
ayaklarımızın yollara açlığını biraz dindirmek,
yürümek yürümek yürümek,
üşümek,
ortaköy,
bebek,
emirgan,
lale görmekten bıkmak,
uzun yolculuk,
yolda uyumak, -eskiden yapmazdım şimdi öyle rahatım-
hazırladığımız sandviçleri lüpletmek,
en sevdiğim mini sırt çantamı sırayla taşımak,
bir örnek kargo pantolonları giyip fiyakalı pozlar vermek,
ve saati unutmak demek.


"olağan"

camı açıyorum, duyduğum kokuyu tanıyorum, ben bu şarkıyı iyi biliyorum, her yıl yeniden besteliyorum, okuldan kaçmak kokuyor, sokaklara dökülmek, serserilikler, seyahatler, püfür püfür perdeler, misss gibi içime çekiyorum, cesaret diyor, alıp başını gitmekten bahsediyor, gözü karalık, yanına ondan başka hiç bir şey almadan, denize hem de, mickey mouse gözlüklerimi takayım ben, güneşten gözlerim kamaşıyor, muzur muzur parlıyor, haylazlıklara davet ediyor, sonra rüzgar denizin kokusunu taaa burnuma kadar getiriyor, sanki şu an ayaklarıma sular değiyor, bir kez daha emin oluyorum, ben denize kıyısı olmayan bir kentte yaşayamam, darlanırım, bu koku burnuma gelmezse ölürüm, hani şimdi içimden üç kere deniz desem suları yutacak kadar yakınım, neye bakacağımı, neyi tadacağımı şaşırdım ben, mis gibi, bahar bütün cilvesiyle, bu şehire ne kadar da yakışıyor, baharın en çok yakıştığı yerdeyim ben, seninle hem, sonra hamakta sallanıyorum sanki, o çimenlere uzanıp kitap okuduğumuz uzun öğleden sonra gibi, öyle bir dinginlik, uzun bir uykudan dinç kalkmak gibi, hafif rüyalardan, rüya gibi bir sabaha uyanmak gibi, bağıra çağıra şarkılara eşlik ediyorum, "bütün cümlelerin anlamı değişiyor, üstelik tek bir satır eklemeden", kuş olup kanat çırpıyorum, gülüyorum, gözlerimden yaşlar gelinceye dek, ağlıyorum sonra, mutluluktan belki, belki bahardan, kitaplara bakıyorum, bu mevsimde ben kendimi bile seviyorum, adadaki bisikletteyiz şimdi, yokuş ayağı, bir yanım deniz yüzümde rüzgar, sevgilim ben uçuyorum!, sonra en sevdiğim şiirleri bir daha bir daha okuyorum, ilk kez okur gibi, ben sana aşık oldum, ben sana aşık oldum diyorum, kaç kez daha olurum bilmiyorum, çok seviyorum ben bu mevsimi içime dolduruncaya kadar içime çekmek istiyorum, hepsini, sonra her nefesim bahar olsun istiyorum, ben onun bir geçiş mevsimi olduğunu düşünmüyorum, yazı getirdiğine inanmıyorum, kışın onu getirmesini seviyorum, yine bahar. hep bahar, hep nisan. eylüle kadar, sonra eylül, bu her şeye olduğundan fazla anlam yüklemek değil, abartmak değil, altını çizmek değil, gerçekten öyle, siz duymuyor musunuz bu kokuyu? kanınızda dolaşıyor bu zehir, hissetmiyor musunuz yoksa?



üstelik bir yaz günü

durup dururken sana seni sevdiğimi söyledim

sonradan uzun uzun düşüneceğim bunun gülünçlüğünü

ama ayrıldıktan birkaç saat sonra

unuttum yüzünü

"olağan" deme sakın ha

seni yeniden sevmeye hazırım demektir bu

bu dünyada tek başıma

denizin eski olduğu yerlerde

böyle oluyor işte..

t.uyar

kışuykusu

Hani bazen tam da bahar gelmiş zannederken, kış gelir ya,

Hayat bütün angaryalarını hani önünüze sunar,

Birikir birikir de bardak dolar bazen,

Yenik düşer gibi hissetmek, hiç de yenik değilken,

Neye ve kime yönelteceğini bilemediğin bir öfke içinde, kızgınlık,

Sonra eskiden ve uzun bir süre dostun olmuş ama öyle kalmamış birini görmek, değerlerini kolayca bir başkasınınkiyle değiştirmiş olduğunu görmek, tam da bu yüzden hala dostun olmadığını bir kez daha anlamak.

Anlatmaya nereden başlayacağını bile bilmediğin haller, ama konuşmaya bir başlasan hiç susmayacağın...

Napmak lazım bilemezsin...

Ben kış uykusuna yattım, 12 saatten fazla yarı uyur yarı uyanık hallerden kendime hal beğendim.


Sonra güneş açtı yeniden...


nisannisannisannisan

Dün o uğurlu yağmur yağdı!
Ben her yıl bir hevesle anlatırım bu masalı herkese. Heyecanla beklerim, illa ki bir damlası değsin isterim.
Nisan ayının ilk yağmuru yılın ilk yağmuru kabul edilir ve de illa ki ıslanmak gerekir. Çünkü çok güzeldir, her derde devadır, keyiflidir, mutludur.
Derler ki, bu damlalar pek bir gururluymuş, e kim olsa öyle hisseder, ilk yağmursun az şey mi, hatta bazıları böyle salına salına gökyüzünden inermiş...
Sonra, yeryüzüne yaklaştıkça, kocaman denizi görürmüş yağmur hanımlar. Denizi düşünsenize minicik damlanın gözünden...
Bu damlalardan bazıları, o kibirlerini bir kenara bırakır, boyunlarını bükerlermiş. Edep gösterirlermiş.
İşte bu boynunu büken damlalar, istiridyenin içine inci oluverirmiş sonra.
Bükemeyenlerse, yılanın ağzına zehir derler...

Büyükler "Nisan Tası" bile yapmışlar, her yıl bu damlaları toplamak için. Sonra içerlermiş, yağmurlar yağsın dilekleriyle toprağa dökerlermiş, saçlarına sürerlermiş...
Ben şanslıydım, gördüm onlardan en bilinenini.

sevmiyorum!

Gıcık olduğum bloglar var benim. Sevgi kelebeği değilim. Lüzumsuz kalabalık.

Mesela mükemmel anneler var, sevmiyorum onları, gerçeküstü geliyorlar. Planlı, sıkıcı. Hasta olmayan, kusmayan çocuklar, dahiler, her şeyi biliyorlar, yaşıtlarından ilerdeler. Proje çocuklar. Bugün bilmem ne aktivitesini yaparken, şekilleri şöyle yerleştirdi, tanrım öyle mükemmel ki. Anne ayrı mükemmel her şeye yetişiyor, o bir milenyum kadını, hem çalışıyor, hem bakımlı, hem anne, bir de blog yazıyor. İnsanın cesaretini kırıyorlar.

Sonraaa, kendini moda dergisi zannedenler. Gugıllayıp buldukları resimlere "ayy hiç yakışmamış", "ne kadar da tatlı" falan gibi yorumlar yazıp yayınlayanlar. Zannedersiniz ki, beş çayında beraberler, öyle bir samimiyet. "Victoria dedik sana bu topukluları giyme diye", "bilmem kimin kızı kendisine ne çok benziyor, keyifleri hep sürsün" falan. Yani "giyinmek ve makyaj yapmak bir bilim dalı ve ciddi bir kabiliyet, e bende de bu var en iyisi ifşa edeyim" halleri. Belki de içten içe kendilerini orda görmek istediklerinden veya "ben de güzelim neyim eksik" bunalımı. Oysa onlar sadece kuaförde rastlaşıp, gereksiz düzeyde kokoş olduğunu düşündüğümüz kızlar, hani "evden özensizce çıktım ama yine de ne kadar güzelim" izlenimi vermek için saatlerce uğraşanlar. Gazete okumaz, "dergi bakar"lar ve alışveriş, ev dekorasyonu gibi şeyler yegane hobileridir. Zaman zaman bir sabah şekeri hissiyatıyla gubidik kampanyalar yaparlar, "şu soruyu cevaplayanların arasından yapacağım çekilişle kazanan kişiye, bir sıkımlık parıltılı diş macunu armağan edeceğim" falan derler. Rating yapan konuları iyi bilirler, kilolara çözüm, yeni bir krem falan gibi... Ayrıca televole jargonuna hakimdirler: "yeni tarzıyla göz doldurdu", "hem göze hem kulağa hitap etti", "doğumdan sonra verdiği kilolarla..." gibi. Ha, bu hobiyi paraya dönüştürebilmişlerse daha bir kibirli oluyorlar, hani okul çizgi filmlerinde olur ya dörtlü takılan aralarına kimseyi almayan, dedikodu yapan ve bütün derdi giyinmek olan kız grubu, işte onlar gibi.

Her tarafı gugıl reklamlarda döşeyenler ve hatta "tıklayıverin nolucak" diye not bile düşenler var. Bunlar kendilerini internetten para kazanmayı başarmış "yırtmış" insanlar gibi görürler ve bir gün bulacakları parlak fikirle köşeyi dönmeyi hayal ederler.

Herkese yerli yersiz yorum bırakan, "tamam mı kuşum", "harikasın kuzum" tipler vardır. Gördüğünüz yerde kaçın, engelleyin falan hatta. Seda sayanın internet versiyonu, "bacım benim". Bunların bir de "ağır abi" versiyonları var ki mahallenin köşesinde bütün gün dikilen tiplerin ta kendisi onlar. Genelde bu ablalar, o abilerle takılır zaten :)

Sonra bir internet zabıtasının varlığına bütün kalbiyle inananlar var. "Adsız yorum bırakıyorsun ama ip adresini biliyorum, istanbuldasın ve 40 yaşındasın" falan:) Yasal yollara başvuracağım tehditleri. Evet sana yuvarlak ifadelerle fikrine katılmadığını belki biraz saygısızca belirten birine dava açarak çok kısa sürede sonuç alabilirsin eminim. "Türk adaletine güveniyorum."

Kendini köşe yazarı zannedenler var. Genelde bunlar sözlüklerde de yazarlar ve "bir kaç" okuyucuları vardır. Bunun sonucunda gereksizce gelişen bir egoya sahiptirler. Kendilerini ünlü ve daha da beteri yazar zannederler. İşte bloglarında böyle açıklamalar yaparlar falan. Güncel olaylarda kendilerine doğan söz hakkını (bkz deryik demişti: biliyosunuz bu ülkede saniye 1 çocuk doğuyosa, 10 tane de cevap hakkı doğuyo.) bloglarda kullanırlar. Evet o kendini bir tuttuğu yazar da gelip blogunu okuyacak ümidi. Genellikle agresiftirler, tartışmalara girerler ve bunları da bloglarında taşırlar. Basın açıklaması yapar gibi. İclal Aydın'ın "yazın dünyası" tripleri bunlarınki pek benzer bence. "Beni de aranıza alın ben de nişantaşı çocuğuyum" olayı. Klişelerden beslenirler, "boğazda rakı balık", "vapurda martılara simit attım", "evde tek başıma soğuk bir bira açtım", "kendi ayakları üzerinde duran kadın", "şehir insanının yalnızlığı", "orhan pamuk'un son kitabı" gibi konular sık sık karşınıza çıkar. Sıklıkla "ey okur", "sevgili okur" gibi tabirler kullanmalarını altında, günün birinde imza günü yapma hayalleri vardır aslında.

Tuhaf ablalar var. Her kelimeye link vererek açıklamaya çalışan, çok bilmişler. Yalnızca küçük dağları değil, bütün dağları ve hatta denizleri onlar yaratmıştır. Aman kızmasın diye herkes bir pohpohlar onları, şiştikçe şişerler. İçleri boş oysa. Herkesin bildiği ve çoktan içselleştirdiği pek çok şeyi yeni keşfeden olma heyecanıyla zırvalarlar. Bu ima edilince de acaip öfkelenirler.

Sıkıcı ergenler var. "bgn askimla kavga ettik. 10uncu günümüsdü ve sonucta bu bnm en uzun soluklu iliskim. btn gün evanesence dinnedim sora. napcas bilmiorum" diye yazanlar var. Bunlara dekoder gerekli, başka bir dilde yazıyorlar çünkü.

İmla klavuzu hediye etmek istediklerim var. Ki ve De ekleri konulu bir sempozyuma davet etmek de istiyorum aynı kişileri.

İki lafından biri marka olanlar var. "Geçen gün starbucks'ta kahve içtik, sonra bershka'ya uğradık, house coffe'nin muhteşem brownisi yedikten sonra, ipodumuzu kulağımıza taktık ve lush'tan şampuan alıp erkenden eve döndük çünkü camperlarım ayağımı sıkmıştı" Sınıf atladım çok havalıyım. Kültürüm sıfır. Her şeyi fiyatıyla ve etiketiyle değerlendiriyorum ve kişisel tarihimi bile onlarla kaydediyorum. Bu gençler bir de yurtdışına falan çıkmışsa vay halinize bu kez ayşe arman dubai'de görgüsüzlüğüyle, havaalanında yaşadıkları minik bir olayı anlatır da anlatırlar.

Sağa sola fesat yorumlar bırakanlar var. Bir kısmı da adsız. Onlar işte bu "camdan bakan cıkcık teyze". Yani olumsuz bir şey yazabilirsin elbette ama laf sokmak falan çok tuhaf oluyor. Bu kişiler aynı zamanda, okudukları haberlere "ben de çok karşıyım böyle şeylere" diye yorum yazarak sosyal sorumluluklarını yerine getirdiklerini zannediyorlar.

Yemek bloglarıııı! Çok çok çok harika olanları var ki onlara bayılıyorum ve de gayet faydalanıyorum. Ama geri kalanları genelde kötü kopyalar. Yemekteyiz'e katılan "kaç yıllık ev hanımıyım ben" insanları. Kötü fotoğraflar, yarım yamalak tarif, "bizim evde brokoli çok sık pişer" diyen tipler. Bayık ve samimiyetsiz.

Küçük nil ve amelie'ler... Basit ve olağan şeyleri uzun uzadıya yazmak en sevdikleri. Büyük ihtimalle kelimeleri yuvarlayarak konuşuyorlardır ve şaşkın bakan gözleri vardır. Tahminim bu. Karışık ve devrik yazmayı bir tarz addederler. "Anlaşılır olmak" avamdır bunlara göre.

Desperate Housewives var. Sabah kalktım kahvaltı ettim, spora gittim, akşama kocama şu yemeği yapıcam. Sabah kalktım kahvaltı etmedim, komşuya gittim, akşama kocama diğer yemeği yapıcam. Öeeeh. İnsan her gün aynı şeyi yapmaktan ve dahası yazmaktan sıkılmaz mı yahu?

E bu olur da"Sex and the City" hatunları olmaz mı, var tabi, peki ya "Ally Mcbeal" tipleri, ah elbette. "Ben de dalgınım, ben de sanrılar görüyorum haydi yazayım izlerken çok sempatikti."

Zıpzıplar var. Hani bir eve girersiniz, nereye bakacağınızı şaşırsınız, kitcsh müzesi gibi. Tavandan sarkan yapma sarmaşıklar, duvarlarda yuvarlak kasnaklar, acaip perdeler, karman çorman halılar, biblolar biblolar biblolar (ki bu en anlamadığım kısmı, onlara tapıyor musunuz kuzum?) ve daha bilumum gereksizlik. İşte bu kişilerin blogları da böyledir. Her taraftan bir yıldız, bir şekil, şarkı, yazımı beğendiniz mi tıklaması, rastgele yazı getiren hede, yok bilmem ne, ne bulduysa ortaya bir karışık yap modeli. Kaçın!

Özenti gençler. Bunlar bu gençlik dizilerinin etkisinde kalmış, sürekli ilişkilerini falan irdeleyen, "hayatım boyunca...", "şu güne kadar hiç...", "beni bilen bilir..." diye büyük cümleler kuran küçük çocuklardır. Alkol almayı büyümek, bilmem ne konserine gitmeyi yetişkin olmak zanneder, anlata anlata bitiremezler. O sıradaki erkek arkadaşlarından ya da bir yazıdan, filmden kopyaladıkları fikirleri alınlarına yapıştırır öyle gezerler. Agresiftirler. Özentilerin bir davranış biçimine daha rastladım. Bunlar zinhar "allah" demez. "Tanrı korusun", "Tanrı lanetlesin böyle insanları" falan der. Bunlar işte Amerikan dizilerinden beslenen, aslen varoş gençlik. İnançlara elbette ki saygılıyım, aksi düşünülemez ama "ay allah korusun ya" diyerek tahtaya vurmak son derece doğalken, kastırarak her cümlede "god bless all" halleri komik komik komik geliyor. May the force be with you diyesim geliyor :)

Şimdilik bunlar ilk aklıma gelenleraslında daha uzayıp gidebilir bu liste. Ama bu kadar yeter, rastlayıp yolumu değiştirdiklerimden bir kesit işte...

Bir de...
Ne çok sevdiklerim var, kalbimde sakladıklarım, yıllardır tanışıyorum zannettiğim, bazen yorum yazmadan ses çıkarmadan gizli gizli takip ettiğim. "Ah şu konuyu bir de o yazsa da okusam" dediklerim... "Ne kadar içten, ne kadar gerçek" diye okumaya kıyamayarak baktıklarım, bir gün pijama partisi yapar da sonsuz gevezelik ederiz diye heveslendiklerim. Çalışmaya ara verdiğimde nefes aldıklarım, bazen kendim zannedecek kadar içime kattıklarım...

Hamiş: "yok canım asla sen değilsiiin" demem için "ben miyim" diye sormayın olur mu:)

bir alerjiğin yaşamı

Kızamık gibi şeyler döktüm.
Bütün yüzümde. Kabus gibi, minik minik yüzlerce nokta, noktaları birleştirerek dağ deniz ev falan çizebilirim. Karnımda değil, kollarımda değil, yüzümde!
Doktorun verdiği bilgilere dayanarak dokunan hiç bir şey yapmadığımı söyleyebilirim.
Yapmış da olabilirim. Emin olamıyorsun. Yediğim bilmem neydeki bilmem ne maddesi havadaki toz faktörüyle birleşip beni yamultmuş olabilir. Bunlar hep ihtimal. Kesin konuşmak mümkün değil.
Baharı çok seviyorum ama o beni pek sevmiyor. Nisan en sevdiğim ay ve hep bu sorunu yaşarım illa ki, mart biterken nisan gelirken "merhabaaa!"der. Bazıları çiçeklerden, bazılar güneşli havadan, bazılar elbiselerden anlar baharı, ben uslanmaz romantik balığaysa bu Yaratıcı'nın bir hediyesi, bana bahar böyle geliyor. Oh rüzgaaar püfür püfür, ben evdeyim, hani arkadaşları bahçede oynarken kötü kalpli üvey anne tarafından ev hapsine uğrayan çocuk gibi. Bazen hapşırık, bazen tıksırık, bazen böyle şeyler. Bu yıl hapşırma faslı yok mesela, şükürler olsun. Yağmurdan kaç doluya:)
Deneye yanıla biraz, doğru cilt ürünlerini buldum, edindim. Değişik bir şey kullanamam, denemem bile, her marka çorap giymem, giyemem, deterjanların çoğu dokunur, öhö öhö, sentetik yok, tüylü şeyler yok, halı yok, her metal takı takılmaz, peluş falan yok, kaz tüyünde uyuyorum falan. Organik kızım ben doğuştan. Yaşam tarzımıza da uyduğundan doğal olarak uyguladığımız şeyler bunlar zaten. Bulaşık deterjanım bilmem neyim doğal olmak zorunda. Aslında hepinizin yapması gereken şeyler bunlar he he:) Penguenler ölmesin:)

Ama yine de, onyüzbinmilyon kırmızı noktam ve ben üçüncü günümüzü geçiriyoruz. Sanki bu sabah aynada baktığım kadarıyla bir kaçı beni terketti gibi. Krem işe yarıyor, hapsa resmen kafa yapıyor, uyu uyu yat uyu, uyu uyu uyu yat uyu.

Dışarı çıkmıyorum ama yine de beni bu halde görmesini istemeyeceğim "hoşlandığım çocuk"la sık sık karşılaşıyorum :) Evlilik böyle bşy:)

Bu halimi görüp şu yorumları yapanlara minik kırmızı noktalar diliyorum:

"Canın bir şeye sıkılmış kesin!"
-hayır alakası yok, keyiften öleceğim günler yaşıyorum. Bu kafadan uydurulan bir rahatsızlık değil, ne yapayım ki benim bünyem bazı şeylere garip tepkiler veriyor.
"Kediler tabi..."
-hayır raporum var:) kedilere alerjim yok benim. yok. yok. yok.
"İlaç alıyor musun?"
-hayır kendiliğinden geçsin diye bekliyorum, hiç düşünmedim ilaç almayı nedense bak iyi ki söyledin.
"Sen de dokunan şeylerden uzak dur"
-Evet iyi fikir, senden başlıyorum mesela.

fil fil file!

Yazamıyorum ama,

Yemekler yapıyorum, yemekler yiyiorum, yine de kilo verip seviniyorum.

Çeviriyorum, çeviriyorum, çeviriyorum, yaptıkça seviyorum, zihnim açılıyor. Nefis, şahane projeler var elimde.

Evin şekli yine değişti.
Ayda bir falan oluyordu bu, şimdi iki haftalık periyodlarda yaşıyoruz.

Bir süre gelmeyen arkadaşım "ay yine değişmiş burası" diyerek giriyor kapıdan içeri.
File kullanıyorum ben! İbeking gönderdi. Paket açma heyecanı, içinden çıkan mandalı kulağıma bile taktım. Çok sevindim, çok hoşlandım. Çok şımardım. Her gün postadan bir şeyler gelse keşke, minik minik paketler. Çok motive edici bir girişim. Fotoğraflar yakında burada olacak.

Evim kedi cenneti oldu. Çerez dev oldu, iki bebek de büyüyor. Çerezin hareketleri yüzünden daha miniciklerken tıslamayı öğrendiler. Hop hop havalarda uçtular. Çok dayanıklı olacaklarına eminim. Çerez bir kişilik bozukluğu atlattı diyebilirim. Kah annecilik oynadı bebeklerle, kah onları döven kötü abla oldu. Anneanne olmak zor iş. Sık sık temizlik, tüy toplama, mama yapma, bıcır bıcır oynama gerektiriyor, tek kedili günlerimizi özlemiyorum diyemem.

Kırmızı kaplı defterime kaydediyorum her şeyi.

21 Mart'la beraber hakkaten bahar geldi, sahiden geldi :)

Bugün defalarca dinlediğim şarkı: Love you 'till the end
Ps: i love you soundtrack.
isteyenin posta kutusuna bırakılır.

beggin'






Bütün haftasonu bu şarkıyı söyledi sevdiceğim. La la la la. O çok güzel şarkı söyler, ben telefon edince açar açmaz şarkı söyler bazen. O hep neşelidir, hep hayattır. Ben de sürekli itiraz ettim, "hayır yanlış söylüyorsuuun" dedim, "orda öyle demiyor" dedim. Çok bilmişim ben, yine yanıldım. Harika bir haftasonuydu. Sokaklara döküldük. Tın tın yürüdük, vapurlara bindik, indik, kahvaltılar ettik, uzun uzun, portakal suları, kocaman menüler, çilekli dondurma bir de. Nam nam nam yine istedi canım bak. Her şey çilekli dondurmayı çağrıştırıyor bana.
Sonra Pazar akşamı bizim şirketin yaş gününü kutladık. Ama ne kutlamak:) Keyif keyif keyif. Birisi bu şarkıyı söyleyince nihayet sevgilim "baaak gördün mü" dedi:) Yer yer mekanla dalga geçtik, hiiiç tarzımız değil, leoparlar, kırmızılar, o ışıklar... Ama hiper eğlendik. Enerjik iş ortamıyla, çalışmaya motive oldum ben yine yeniden.
Şarkıyı da loopa aldım dinliyorum sabah beri.
Yaza az kaldı! Çoook harika mevsimler başladı. Zıp zıp zıplayasım var. Harika hissediyorum kendimi, kış uykusundan uyanmanın şirin bir mahmurluğu var üzerimde. Yanımda da sevdiğim adam. Çiçekli elbiselerimle döne döne dansetmek için sabırsızlanıyorum, kocaman çimler var, hamaklar, toprağa basmak, tiril tiril dolaşmak.

Bir de şu şarkı:

"... eğer kışı atlatırsak, güneye ineriz yazın..."


İner miyiz sevgilim?

Funda'dan ilhamla, kendi makarnamı yaptım dün. Merdane ve oklava acaip aletler, insan kendini harika becerikli hissediyor, unlar uçuşurken şarkılar söylüyor, bir keyif bir eğlence...

Sabah yürüyüş, sevdiğim biriyle kahvaltı, açık çay, bin çeşit peynir, sonra yürüyüş, yüzüme vuran güneş...

Hafta harika başladı!

Bir de Beatles seven herkes kesin Across The Universe izlemeli! Şart yani, klübe almayız yoksa, let it be'nin kullanıldığı sekansı ezberledim, şarkılara eşlik ettik, güldük, gözlerimiz ıslandı, ne çok iz bırakan şarkısı var, pek çok anı onların şarkılarıyla taçlanmış diye düşündük film boyunca. Müzikli filmlere, müzikallere bayılıyorum ben, şölen gibi olmalı sinema gibi geliyor, meli malı'dan çok, seviyorum doğrusu.
Şu sıralar tam bir sinefil artı kitap kurdu bir çiftiz, bahar geldi çıkıyoruz kabuğumuzdan hızla!

laa laaa laaa!

yayındayız:)

İkeahack yaptık, yolladık, yayınlamışlar.

Süperella bir takımız biz:)
http://ikeahacker.blogspot.com/2009/03/plenty-from-lack.html

Evet







Sevgilim,


Bugün, öğleden önce, biri kapını çalacak,

"2 yıl önce bugün, zamanı bizim için durduran adama..."


bir armağan bırakacak.


Evet,


...seninle bir hayata evet, varlığa, yokluğa, düşe kalka öğrenmeye, beraber nefes almaya, bir diğerimizin nefesi olmaya, hatalar yapmaya, düzeltmeye, daha iyi insanlar olmaya, bir olmaya, aile olmaya, yavrulamaya, senin elinden yemeye, bir tek senin elinden yemeye, tek yastıkta uyumaya, şımarmaya, şımartmaya, sorumluluklara, sorumsuzluk yapacak kadar bir insana güvenebilmeye, üşümeye, ısınmaya, yanmaya, yağmurlarda ıslanmaya, gevezeliklere, uzun cümlelere, susup kalmalara, kocaman kahkahalara, gözyaşının tuzuna, özlemeye, kavuşmaya, rüyalara, kabuslara, bir şemsiyenin altında olmaya, bir çatının altında olmaya, bir çadırın içinde kalmaya, aynı uyku tulumunu paylaşmaya, baş ağrılarını geçirecek güçteki öpücüklere, koşmaya, beklemeye, bekletmeye, sabretmeye, pervane ve ateş olmaya, güneşli günlere, aydınlıklara, karanlıklara, inmelere, çıkmalara, hem aşık hem maşuk hallere, evde hayvanat bahçesi kurmaya, çatı katlarına, bahçelere, hamaklarda sallanmaya, bir gün birden aniden aklımıza esip gidivermelere, şarkı söylemeye, kış uykularına, mayıs ikindilerine, bahar gezmelerine, kış pineklemelerine, gemilere, denizlere, çöllere, yollara düşmeye, tandem bisiklete, bütün mevsimlere, zıp zıp zıplamaya, yaşlanıp kırış buruş olmaya, ucu bucağı olmayan hayallere, tutkuya, öfkeye, sakinliğe, telaşa, aceleye, güçlülüğe, güçsüzlüğe, hem suya hem ateşe, keyfe, birbirimize kök salmaya, derinden, sakince, korkutmadan, elele, bıkmadan, hep, hep daha çok, hep artan bi aşkla, doğmaya ve ölmeye, hayata ve ötesine,


her şeye...



Evet!






İyi ki doğdum di mi ben?



martmartmart

Takvime geldi bahar nihayet!
Mart benim en sevdiğim ay. İçinde bir kez ve sonra bir kez daha doğdum diye ve baktığım her yer yeniden doğuyor diye.
Şubat'ın son günü, 2 ayımı alan, beni uğraştıran, yer yer başağrılarına sebep, binbir emek projenin tamamlanıp teslim edildiği gündü. Oh!
Ki bu kutlamaya değerdi, hem de pek çok. Ertesi gün ışıl ışıl bir Mart sabahına uyanmak pek güzeldi.
Uzun uykulardan, yorucu günlerden, yoğun saatlerden sonra üstelik. Yeniden başlamak için, çiçeklere bakmak için, saç tellerine kadar rengarenk parlamak için, sokaklara dökülmek için...

...İlkbaharı cicim pek sevdiğim için, hep yeşildir elbiseleriiiim...

hayvansevmezler


Nasıl hayvanseverler birbirlerine benziyorlarsa ve bir takım ortak özellikleri varsa, işte hayvansevmezler de aynı şekilde benzerlik gösterirler.
Kediniz varsa mesela, bu hayvansevmezlerin yapacağı yorumlar üç aşağı beş yukarı benzerdir;

"ıyy evin içinde mi besliyorsunuz?"
-Hayır çiftliğin bahçesinde kalıyorlar. Bu nasıl bir sorudur, biz nerde kalıyorsak onlar da elbette orda kalıyor.

"Hastalık falan kapmayın"
-Evde beslediği kediden hastalık kapan bir kişiyle tanışmış mıdır merak ediyorum. Hayvan eşittir hastalık.

"Tüyleri dökülüyor mu?"
-Hayır yer çekimine karşı koyabilen tüyleri var. Soran kişinin saçları dökülmüyor olmalı.

"E bebek olunca ne yapacaksınız?"
-Şu ana kadar evdeki bebeği boğan, öldüren, yiyen bir kedi hiç duymadım. Evet hamileyken dikkat edilmesi gereken bir durum var o da, toksoplazma, bu da dışkıdan geçen bir şeydir ve dikkatli davranıldığı takdirde korunmak mümkün. Bunun dışında hayvanla büyüyen çocuklar ilerde böyle hastalıklı yetişkinler olmaz bence.

"Cinsi ne?"
-Aynı kişi, "nerelisin, peki baban nereli, peki eşin nereli bıdı bıdı bıdı?" diye de sorabilme potansiyelindedir. Cins olarak bildiği bir tek siyamdır genelde. Siyam dersen sevinir, yok hayır söz konusu bir sokak kedisiyse, "ıyyy"dır yine.

"Mamaya para mı veriyorsunuz, yemek artıklarını versenize"
-Teşekkür ederiz, biz bunu düşünememiştik, iyi ki birisi söyledi. Bu soruyu soranlar bir canlıya verilen emeği parayla ölçer ayrıca. Veterinere bilmem kaç kuruş vermek yerine bir yardım kuruluşuna bağış yapmak gibi dahiyane fikirlerle gelebilirler. Koltukları tırmalıyor olması da telafisi olmayan bir derttir aynı şekilde onlar için.

"E tuvaletini nereye yapıyor bu?"
- Bu soruya "mutfak tezgahına ya da lavaboya" dememek için kendimi zor tutuyorum genelde. Siz nereye yapıyorsanız, aynen onlar da, belli bir yere yapıyorlar.


Bu karakterlerin daha da gelişmişleri vardır, evinize geldiklerinde fırın-basan-arena-ekibi tavrı içinde olabilirler, onlara tavsiyem; şu yemek yarışmalarına falan katılmaları, bu tavır ancak öyle ortamlara yakışıyor çünkü. Bazıları, küçük çocukla kedi beslenen eve gelmemenin daha uygun olabileceğini düşünürler falan. Tabi siz güler geçersiniz, sigara içiyorsa mesela aynı kişi gülmeleriniz kahkahaya dönüşür, çünkü sigara sağlığa ve tabii çocuğa zararlıdır evet ama kedi asla:)

Onlar bir canlıyı sevmenin, dostluk kurmanın, onun sorumluluğunu almanın mutluluğunu bilemezler ne yazık ki. O deli kedilerin biricik arkadaşlarınız olduğunu... Bağlanmanın güzelliğinden haberleri yoktur. Onlar bağlansa bağlansa, peluş hayvanlı anahtarlıklara, bilmemnemarka kahveye, harikabrowniyapan kafeye, lcd tvye falan bağlanabilirler ancak.

Özgür ruhlar evlere, mobilyalara, konfora, iş yerlerine bağlanamazlar, kök salamazlar oysa. Yalnızca aşkla ve sevgiyle bağlandıklarıyla beraber kök salabildiklerini ve onları gittikleri her yere götürebildiklerini anlamaz ötekiler. Diğerleri vitrin tozu alırken, kedi tuvaleti temizlemeyi tercih etmeleri ondandır işte.

Hayvan bakılan ev pis değildir. Bunu düşünenlerin temizlik anlayışı reklamlardaki "beyaz, daha beyaz, en beyaz" ifadelerinin hipnozuna uğramış zihinlerdir sadece. Görünmez mikroplarla savaşadursun onlar, hayat akıp gider bütün keyfiyle.

Daha beterleri vardır ki onlar kürk giyer mesela. Yeryüzünden yok olsunlar bence. Aldıkları her hangi bir ürünün hayvanlar üzerinde test edilip edilmediğine bakmazlar, napsındırlar o markanın kreminden vazgeçemiyordurlar...
Kendi evinde hayvan beslemeyen, ama sokaktakilere sevgi duyanlara, mama verenlere, kovalamayanlara, su bırakanlara tuhaf tuhaf bakan, kaçık muamelesi yapan da yine bunlardır.

Bir hayvansevmez gördüğünüzde size tavsiyem, olay mahallini hızla terketmeniz ve diyaloğu kesmeniz. Çünkü bence onlar, en basit tanımla kötüdür.
Kö-tü!
/
Resim: Küçük Prens ve tilkisi:
“Yaşamım çok monotondur. Ben tavukları avlarım, avcılar da beni.
Bütün tavuklar birbirine benzer. Bütün insanlar da öyle. Bu yüzden biraz sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen eğer, yaşamıma bir güneş doğmuş olacak. Senin ayak seslerin benim için diğerlerinden farklı olacak. Ayak sesi duyduğum zaman hemen saklanırım. Ama seninkiler, bir müzik sesi gibi beni gizlendiğim yerden çıkaracaklar. Şu ekin tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz. Bu yüzden de bu tarlalar bana hiçbir şey hatırlatmazlar. Buna üzülüyorum. Ama sen beni evcilleştirseydin, bu harika olurdu. Altın renkli saçların var senin. Ben de altın renkli başakları görünce seni hatırlardım. Ve rüzgarda çıkardıkları sesi severdim. Sustu tilki ve uzun bir süre küçük prensi izledi.“Senden rica ediyorum. Lütfen beni evcilleştir!” dedi.“Elbette” dedi küçük prens. “Ama pek fazla vaktim yok. Yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.”“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”“Ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.“Çok sabırlı olman gerekiyor. Önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. Ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. Ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”Ertesi gün küçük prens yine geldi.“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim."

yeniden


Gece iki..
Şu an bir gri, bir zebra, bir siyah bebek benim deli kızımı emiyor, sevgilim uyuyor, Çerez patilerini bana yaslamış uyur gibi yapıyor...

Bir dakika, baştan alalım. Sabah, Duman... Miyavlamaları anormaldi. Gözüme bakarak... Ayarladığım yerleri beğenmedi. Evet benim deli kızım yine hamile kaldı, kısırlaştırmaya götüreceğimiz günden hemen önce. Sakin olmaya çalışıyorum ama hayır ben çok korkuyorum... Gözlerimden yaşlar akarken, "burdayım ben, burdayım deli kızım, olup bitecek herşey, hiç korkma sen annecim, burdayım ben, gorrr bak ben de gorrlarım..." Ah benim kızım, iki küçük kadın kaldık evde ne yapacağız biz baban yok bu kez...? Evin ortasına bir çadır yaptım, hiç bir yeri beğenmeyince.

Sonra...

Saat sevdiceğimin gelmesine 10 dakika var... İçeri gidiyorum, bir parfüm sıkıyorum. Her an kapıda ayak sesini duyabilirim. Duman'a bakıyorum uyumuş. Zaman geçiyor, sevgilim tam vaktinde geliyor. Özlem gideriyoruz. "Hayatım yok hareket yok, demin baktım, çok korkuyorum, ya bir sorun varsa, ne yapacağız, doğuracak mı sence, bir de sen bak bakalım, sen sev..." bıdı bıdı bıdı bıdı bıd.

Açıyor yaptığım çadırı;

Bir gri parmak kedi!

Doğmuş bile...

"Ama..." diyorum, "bu yoktu demin, yoktu ki... Ah bebeğim, seni beklemiş!"

Eve gelir gelmez akord etti hepimizi. O şimdi tam bir kabile reisi!

Zebramız ne yazık ki tutunamadı yaşama... Diğerlerine günaydın dedim az önce, gözleri kapalı, kulaklar kafaya yapışık, annelerine yapışık vaziyetteler... Çerezim abla oldu:)

... and the oscar goes to...



Teşekküüür edeeeriiim.

Yass, Sinem, Tanya, ve Defdef'in anneciği!

Ben öylesine yazıyordum, O okusun yeterdi.

Aaa sonra yorum bırakanlar oldu, benim okuduklarım, beni de okumaya başladı. Şaşırdım doğrusu.

Çok teşekkür ederim işte ben, pek bir gururlandıım.

Benim sağ köşemde okuduklarım da yok, şimdi de ben ödül dağıtayım.

Defdef'in anneciği: Çünkü ben onları çok seviyorum, çok gerçek, çok sahici. Mükemmel anneyim ben havaları atmıyor. İniyor, çıkıyor hepsini yazıyor.

Tanya: Yorum yazmanın ennn eğlenceli olduğu blog:)

Ece Arar: Sevdiğim bir yazarı okumak pek hoşuma gidiyor.

Kendini karbon sanan boşluk: Hastasıyım:)

Deryik: Böyle hızlı hızlı konuşur gibi yazmasını çok seviyorum. E pek çoğuna da katılıyorum.

Elsa: Onu da ayrı bir seviyorum, kendisi bilir.

Nanette: Çorap örmeyi öğrettiği için:)

Sarhoşbalıkvetopalmartı, Yass, Sinem, MutfaktaZen, Sardunya, Delfina, Ikeahacker, Soule Mama, Ana Tema, Jelatin , Sibelin Kahvesi en sevdiklerimden. Farklı bir şeyler söyledikleri için. Bence internet çöplüğünde kaybolmayacakları için... Ya da sadece sevdiğim için.


İşte böyle:)

Bahsi geçenler sobeyi devam ettirmese de olur, ki zaten pas geçmiş olanlar var, yazdım yine de, bilsinler diye...

ordan burdan












Kelebek ve Dalgıç.





İçime en dokunan filmlerden birisi oldu. Hüngür. Yönetmen gerçekten harikaydı, o açılar, o bakış, kendinizi sahiden dalgıç kıyafetinin içerisinde hissetmemeniz mümkün değil. Filmin üçte birinde esas adamı görmemek, merak etmek, sevgilisinin mesajı, editörü, hayata sol gözünden bakışı... Bu kadar doğal, bu kadar içten, bu kadar yalın anlatılamazdı. Harika. Dokunaklı. Gerçek.




Lost 5. sezona başladık. İlk bölümde, böyle eski bir arkadaş ama muhabbet eskisi gibi olmuyor gibi hissettim, sarmadı. Sonra yine aynı şey. Lost in Lost. Teori teori teori. Sevdiceğimin de izliyor olması büyük şans yoksa buraya sayfalar dolusu teori yazardım. Bilmece bildirmece. Seviyorum. İzleyiciyi salak yerine koymayan, şaşırtan, kurcalatan şeyleri. Tamam bildik zaman oyunları ama güzel, yine de.

Koltuğumun üzerinde devasa bir mürekkep lekesi var. Dı. Kocaman derken abartıyorum zannediliyor, hayır bir su bardağı büyüklüğünde. Kopkoyu. Ve üç gündür yaptığım operasyon sonucunda şu an belli belirsiz. Harekatın son aşamasıyla beraber tamamen kaybolacağına inancım büyük. Çevre dostu tontin temizlik ürünlerimi pek seviyorum. Sevgilim taklidimi yaptı dün "bak aşkım bak aşkım bak aşkım küçülmüş di mi kesin küçülmüş bak di mi bana öyle gelmiyor bak aşkım?" evet binbeşyüz kere sormuşumdur. Aferin bana:)

Geçen hafta sevdiceğim alternatif izin gününü evde tadilat yapmaya ayırdı. Haftasonu kalabalığında rahat olamıyoruz, iyi geldi. ikeahacker.blogspot.com'a mail bile geçtik. Sehpadan çalışma köşesi yaptı. Hoop. Tam istediğim gibi. Kırmızılar beyazlar. Saaaaatler boyu çalışabilirim gibi.

Çevirim güzel gidiyor, yavaş ama güzel, yaptığım şeyden, çalışmamdan memnunum.
Hafta güzel başladı.

yukarıya tık: dipdipdipdipdibibiib feeel laaayk eee sıtaaaar!
Bu gece rüyamda eski evdeydim. Uyandığımda sanki, o evde uyanmış gibiydim. Kalktım, yüzümü yıkarken farkettim yeni evde olduğumu. Hem sevindim, hem özlediğimi hissettim. Sahi ne zaman geldim buraya ben? Zaman su gibi geçiyor. Bazen inanamıyorum, Mart bile yakında, kutlamalar ayı... İçinde yaşarken bile, ilerde anı yapıp anlatacağımızı, özleyeceğimizi bildiğimiz zamanlar... Şimdi orada uyuyor ya, bu kadar yakınımda, birazdan uyandıracağım onu, günaydın sevgilim uyan hadi, yok içimden gelmiyor uyandırmak, keşke böylece kalsak diyorum, şimdide kalabilsek, uyandırmasam onu, bu anı sonsuz yaşasak. Veya o an ölsem, dünyanın en mutlu ölüsü olurum herhalde. Böyle anlardan çok var cebimde. Kalbim duracak diye korkuyorum bazen, böyle çok severken. Olsun, hem "aşktan öldü" derler, yakışır. Hiç görmediğim çocukluğunu özlüyorum sonra, onun çocukluğunu da göreceğimiz bebekleri düşlüyorum hemen ardından. Kendimi "keşke onu ben doğursaydım" diye düşünürken buluyorum, yavaş yavaş deliriyor olmalıyım, karıştırıyorum, babam mı o benim, yoksa ben annesi miyim onun, aynı anda ne çok şeyim o benim, ne çok şeyin yerine birbirimizi koyduk biz. Ve belki bu yüzden diğerleri gibi değiliz, hesaplar yok, kar zarar defteri, alacak verecekler yok...

Sonra ıslıkla çaldığım bir şarkı; -dinlemek için yukarıya bir tık-

Cuma günleri valiz hazırlamak gibi
Cuma günleri seninle ilkbahar gibi
Ellerini alıp dokunmamak gibi
Gözlerini görüp de bakmamak gibi
Hiçbir cumartesi günüm bi türlü yetmedi
Asla cumartesi gece sabahla bitmedi
Ben seninim, gece benim sabah benim
Sen beni hiç düşünme, ben hep böyleyim
Haftanın sonu bi nakarat gibi
Haftanın sonu, hep aynı sözleri
Pazar günleri pazartesi alır beni
Pazar günleri elimdeki balık gibi
Gözlerini görürken ağlamak gibi
Kıymetini giderken anlamak gibi
Haftanın sonu bi nakarat gibi
Haftanın sonu, hep aynı sözleri
Haftanın sonu bi nakarat gibi
Haftanın sonu, hep aynı günleri
Sevdiceğim işe gitti.
Bahar temizliği yaptım ben, yeni yerler açmak için. Dip köşe.
Dinlendim, sakinleştim, içimdeki sesleri akord ettim.
Öyle ki, o meşhur "çinnnnk" sesi çıkabilir. Günlerden pazar olabilir, bahara daha çok var olabilir. Yine de tam zamanı olabilir.
Şubat ayını pek severim, yarın güzel bir gün, yeniden başlamak için, tazelenmek için. İyi bir şeyler olabilir, şubat ayı çok verimli geçebilir, yeni bir kitaba başlanabilir.

Tavsiye edilir: Fizy

4x4



Defdef'in annesi bir ödev verdi, yapamadım. Bilgisayarda hiç fotoğraf olmayışı, hepsinin harddiskte olması, koşturmaca, işler, güçler...
Ama şimdi yapıyorum.
Bu fotoğraf, Mayıs ayı, dere tepe düz geziyoruz.
Bir örnek botlarımız ve kargo pantolonlarımız. Hava temiz. Işık güzel. Biz de güzeliz ve ölesiye mutluyuz.
Bana çok şey anlatıyor bir kere, baharın gelişi, birlikte atılan adımlar, uygun adım yürümek. Yolda hoop düzeltir sevdiceğim adımlarını bana uydurmak için mesela, bunun için yaptığı cici bir hareket vardır, o geldi gözümün önüne.
Elele yürüyoruz işte, öylece.

mektup





Cânım Çerez,

Tanıdığım en çatlak kedisin. O komik ortasından çizgi geçen burnuna bakmak bile beni çok güldürüyor.
Peteklere hop diye bir kerede çıkman harika. Ordaki keyfine özeniyoruz. Kendini ve gene komik poponu, patilerini ısıtıp kucağıma zıplamana da bayılıyorum. En pofuduk sıcak su torbası sensin bebek!

Yaramazsın, yaramazsın, yaramazsın.
Anneni canından bezdirdin, senden sonra tam bir tekke kedisi oldu, sakin, vakur, uslu ve olgun. Nirvanaya ulaştı sayende.
Gevezesin, "miyav miyaaavavaavaooooooooooooaaaaaaaaaaaaaw" diye konuşan bir kedi görmedim ben daha önce. "Anlat kızım noldu?" diyorum bıdır bıdır bıdır anlatıyorsun.
Mutfak kapısında, balkona açılan sinekliğe tırmanmayı, sonra da bir santimlik yerde dört pembiş patinle durmayı nasıl becerdiğini hala çözemedik.

İki ayağın sarı, iki ayağın beyaz.
Bıyıkların upuuzuuuuun!
Geceleri ayaklarımı kemiriyorsun.
Ben seni "elmyra" gibi yumuşturunca, kaçıp babana sığınıyorsun, o uyur uyumaz karnının üstünde ya da ayaklarının dibinde yerini alıyorsun.
"Yakalarımm seni" der demez kovalamaca oynamaya başlıyorsun:)


Kızınca poflaya poflaya yatağın altına girip, huysuz ihtiyarlar gibi orda söylenmeye devam ediyorsun.
Bence sen çizgi kedisin:)

Üç renkli kediler uğurlu olurlarmış ve mutlaka kız. Sen de, annen de, bizim tontini, üç renkli deli kedilerimizsiniz.

İkinizde de kendimden bir şeyler buluyorum, sanki içimdeki kedilerin yansımalarısınız. Duman'ın asi ve karamsar, sevilmeye korkar halleri, annesiyle ilişkisi, uzun uzun düşünmeleri, seninse tam bir canavar oluşun, neşe küpü zıplaklığın, eğlenmeyi bilmen, mutluluğun, savrukluğun, sevgiye karşılık verişin, "sevin beni" deyişin. İkinizde en çok şeyimi paylaştığım, her halime şahit olan kız arkadaşlarımsınız:) Akşam sevgilimin geleceği saatlerdeki telaşı hep beraber yaşıyoruz değil mi, üç küçük kadın... Ben yemek yapıyorum, şarkılar söylüyorum, elbiseler giyiyorum çıkarıyorum, sizse dört kulak kapıda bekliyorsunuz. Ve taa aşağıda bir tıkırtı, koşuyorsunuz kapıya hemen, hiç şaşmıyor bu, o gelene kadar kimler açıp kapıyor dış kapıyı sizde bir hareket yok, ama O ise eve yaklaşmakta olan anlıyorsunuz daha kapıyı çalmadan...


Bize benzeri olmayan bir sevgiyi tattırdınız...


kalpkalpkalp




limonkız


Selam,
Bu Matilda.
Ailemize Cumartesi günü katıldı.

Ona harika bir köşe yaptık, evin cadı kızları tarafından rahatsız edilmeyecek. Gün içinde, arkadaşı Clementine'le (kendisi bambumuz oluyor) beraber, pencere kenarından sokağı seyredecek, güneşle dansedecek, keyfedecek.

Şimdiden cici meyveleri var.
Biz de ona çok iyi bakacağız.





Bir hayalimi daha gerçekleştiren, süpriz uzmanı sevdiceğime bin limon teşekkür.

masal

Dün gece, sevdiceğim bir kaç adım ötemde çalışırken,

en sevdiğim şeylerden biri, çilekli dondurma ve o saatte tekrarı olan yemek programlarını izlemek; Harika Tatlar olabilir, Yemek Savaşları, ya da Sıradışı Mutfaklar...

İsimlerini bilmediğim, müthiş eğlenceli programlar, sıklıkta yaptığım bir şeyin Fransız mutfağına ait olduğunu öğrenebiliyorum mesela, veya ertesi gün için bir şey denemeye motive oluyorum.

Dün gece ise "Masal Radyo"ya takıldım. Önce kim seslendirmiş falan çözmeye çalıştım sonra, bıraktım kendimi uykuya. Çizmeli Kedi'yi dinledim, en sevdiklerimden bir de Arı Maya... Sonrasından sevdiceğimin hayal meyal beni odaya götürüşü...



Waffle yaptım ben!:)
Lezizdi, le-ziz!

Haftasonu şenlik gibiydi, kahvaltıya gelen ve geceye kadar kalan arkadaşlarımız, keyif, muhabbet, ps2, sevgililerin maçları üzerine bahse tutuşmak, patik örmek, kocaman kahkahalar, gevezelik, kedi dostu misafirlerle oynayarak deliren kediler, zıp zıp zıp, yemek yemek yemek, harika bir dinlence.

Ve pazartesi; an itibariyle ışıldayan ev, temiz çamaşırlar, yeni bir çalışma haftasına başlayacak kadar enerji, mis gibi bir ev, mumlar, tek eksik; sevdicekle gün boyu ayrı olmak...
Aşure yaptııım beeen.
Beeeen aşuuree yaptııım.

hiyuyuyulalalyiyuauahihohaaaa
lalalala



Not: Teknik destek ve motivasyon için Delfina'ya bin teşekkür.



Bugün, fırtınaların dinip gemilerin karaya oturduğu, hataların affedildiği, hastalıkların iyileştiği, krallıkların ilan edildiği, ateşlerin söndüğü, gözlerin açıldığı, balığın karnı kadar karanlıklardan, kuyulardan çıkılan, denizin yarıldığı, müjdelerin verildiği, gökyüzüne yükselmenin mümkün olduğu, mucize çocukların doğduğu gün. Her birinin, ayrı bir şeyi sembolize ettiğini söylemeye gerek yok. Payımıza düşen mucizeyi alabiliriz içlerinden:)

Hem çok güzel, hem de bir o kadar acı bir gün.

Tüy gibi hafif hissederken, kendime izin verdim bugün, arınmak, düşünmek, anlamını kavramak için.

np

Lovin' you is easy cause you're beautiful
Makin' love with you is all i wanna do
Lovin' you is more than just a dream come true
And everything that i do is out of lovin' you
La la la la la la la... do do do do doNo one else can make me feel
The colors that you bring
Stay with me while we grow old
And we will live each day in springtime
Cause lovin' you has made my life so beautiful
And every day my life is filled with lovin' you
Lovin' you i see your soul come shinin' through
And every time that we ooooohI'm more in love with you
La la la la la la la... do do do do do
Lovin' You - Minnie Riperton

hop baştan

Son bir kaç hafta kabustu. Aksilikler, aksilikler, aksilikler, yetişmeyen işler, hiç bir şeye yetişemeyen ben, ufak tefek sorunlar, giderek büyüyenler, gel gitler, dengesiz balık halleri, kliniğe kapatılıp geçiriliecek delilik nöbetlerini ayakta atlatma, hepsi nihayet halledildiler. Nihayet dalgalar durdu. Tek başına yol almıyor olmak çok güzel. Geminin dengesini bozacak kadar zıplayıp dururken ben, sakinliğini telaşıma bulaştıran bir kaptana sahip olmak güzel.

Şimdi gitmeden ben sakin rüyalara dalarken bıraktığı radyo çalıyor hala, değiştirmedim. Kelimelerime basmaya başlamışken yavaş yavaş, beatleslar, tori amoslar duyuyorum.
Ben yeniyıla tam da bugün başlıyorum.
İşte birazdan defterime de yazıyorum.


Yılın son günündense, ilk günü daha güzel.
Hani sabah daha kimse girmeden denize girmek gibi.
Oturduğum yerden yaşadığım şu jet lag'i, zaman sorunumu, gece gündüz dengemi halletmeyi ve en kısa sürede cici ajandama kavuşmayı diliyorum.
Fotoğraf: aralıkikibin8/çerezos